Bu söz, iki âlî makam ve bir parlak zeylden ibarettir.
Hâlık-ı Rahîm ve Rezzak-ı Kerîm ve Sâni’-i Hakîm; şu dünyayı, âlem-i ervah ve ruhaniyat için bir bayram, bir şehrâyin suretinde yapıp bütün esmasının garaib-i nukuşuyla süslendirip küçük büyük, ulvi süflî her bir ruha, ona münasip ve o bayramdaki ayrı ayrı hesapsız mehasin ve in’amattan istifade etmeye muvafık ve havas ile mücehhez bir ceset giydirir, bir vücud-u cismanî verir, bir defa o temaşagâha gönderir.
Hem zaman ve mekân cihetiyle pek geniş olan o bayramı; asırlara, senelere, mevsimlere hattâ günlere, kıtalara taksim ederek her bir asrı, her bir seneyi, her bir mevsimi, hattâ bir cihette her bir günü, her bir kıtayı, birer taife ruhlu mahlukatına ve nebatî masnuatına birer resmigeçit tarzında bir ulvi bayram yapmıştır.
Ve bilhassa rûy-i zemin, hususan bahar ve yaz zamanında masnuat-ı sağirenin taifelerine öyle şaşaalı ve birbiri arkasında bayramlardır ki tabakat-ı âliyede olan ruhaniyatı ve melaikeleri ve sekene-i semavatı seyre celbedecek bir cazibedarlık görünüyor. Ve ehl-i tefekkür için öyle şirin bir mütalaagâh oluyor ki akıl tarifinden âcizdir.
Fakat bu ziyafet-i İlahiye ve bayram-ı Rabbaniyedeki ism-i Rahman ve Muhyî’nin tecellilerine mukabil ism-i Kahhar ve Mümît, firak ve mevt ile karşılarına çıkıyorlar. Şu ise وَسِعَتْ رَحْمَتٖى كُلَّ شَىْءٍ rahmetinin vüs’at-i şümulüne zahiren muvafık düşmüyor. Fakat hakikatte birkaç cihet-i muvafakatı vardır. Bir ciheti şudur ki:
Sâni’-i Kerîm, Fâtır-ı Rahîm, her bir taifenin resmigeçit nöbeti bittikten ve o resmigeçitten maksud olan neticeler alındıktan sonra, ekseriyet itibarıyla dünyadan merhametkârane bir tarz ile tenfir edip usandırıyor. İstirahate bir meyil ve başka bir âleme göçmeye bir şevk ihsan ediyor. Ve vazife-i hayattan terhis edildikleri zaman, vatan-ı aslîlerine bir meyelan-ı şevk-engiz, ruhlarında uyandırıyor.
Hem o Rahman’ın nihayetsiz rahmetinden uzak değil ki nasıl vazife uğrunda, mücahede işinde telef olan bir nefere şehadet rütbesini veriyor. Ve kurban olarak kesilen bir koyuna, âhirette cismanî bir vücud-u bâki vererek sırat üstünde, sahibine burak gibi bir bineklik mertebesini vermekle mükâfatlandırıyor.
Öyle de sair zîruh ve hayvanatın dahi kendilerine mahsus vazife-i fıtriye-i Rabbaniyelerinde ve evamir-i Sübhaniyenin itaatlerinde telef olan ve şiddetli meşakkat çeken zîruhların, onlara göre bir çeşit mükâfat-ı ruhaniye ve onların istidatlarına göre bir nevi ücret-i maneviye, o tükenmez hazine-i rahmetinde baîd değil ki bulunmasın. Dünyadan gitmelerinden pek çok incinmesinler belki memnun olsunlar.
لَا يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُ
Lâkin zîruhların en eşrefi ve şu bayramlarda kemiyet ve keyfiyet cihetiyle en ziyade istifade eden insan, dünyaya pek çok meftun ve müptela olduğu halde, dünyadan nefret ve âlem-i bekaya geçmek için eser-i rahmet olarak iştiyak-engiz bir halet verir. Kendi insaniyeti dalalette boğulmayan insan, o haletten istifade eder. Rahat-ı kalp ile gider. Şimdi, o haleti intac eden vecihlerden numune olarak beşini beyan edeceğiz.
Birincisi: İhtiyarlık mevsimiyle dünyevî, güzel ve cazibedar şeyler üstünde fena ve zevalin damgasını ve acı manasını göstererek o insanı dünyadan ürkütüp o fâniye bedel, bir bâki matlubu arattırıyor.
İkincisi: İnsanın alâka peyda ettiği bütün ahbaplardan yüzde doksan dokuzu, dünyadan gidip diğer bir âleme yerleştikleri için o ciddi muhabbet sâikasıyla o ahbabın gittiği yere bir iştiyak ihsan edip mevt ve eceli mesrurane karşılattırıyor.
Üçüncüsü: İnsandaki nihayetsiz zayıflık ve âcizliği, bazı şeylerle ihsas ettirip hayat yükü ve yaşamak tekâlifi ne kadar ağır olduğunu anlattırıp istirahate ciddi bir arzu ve bir diyar-ı âhere gitmeye samimi bir şevk veriyor.
Dördüncüsü: İnsan-ı mü’mine nur-u iman ile gösterir ki mevt, idam değil; tebdil-i mekândır. Kabir ise zulümatlı bir kuyu ağzı değil, nuraniyetli âlemlerin kapısıdır. Dünya ise bütün şaşaasıyla âhirete nisbeten bir zindan hükmündedir. Elbette zindan-ı dünyadan bostan-ı cinana çıkmak ve müz’iç dağdağa-i hayat-ı cismaniyeden âlem-i rahata ve meydan-ı tayeran-ı ervaha geçmek ve mahlukatın sıkıntılı gürültüsünden sıyrılıp huzur-u Rahman’a gitmek; bin can ile arzu edilir bir seyahattir, belki bir saadettir.
Beşincisi: Kur’an’ı dinleyen insana, Kur’an’daki ilm-i hakikati ve nur-u hakikatle dünyanın mahiyetini bildirmekliğiyle, dünyaya aşk ve alâka pek manasız olduğunu anlatmaktır. Yani, insana der ve ispat eder ki:
“Dünya, bir kitab-ı Samedanîdir. Huruf ve kelimatı nefislerine değil belki başkasının zat ve sıfât ve esmasına delâlet ediyorlar. Öyle ise manasını bil, al; nukuşunu bırak git.
Hem bir mezraadır, ek ve mahsulünü al, muhafaza et; muzahrefatını at, ehemmiyet verme.
Hem birbiri arkasında daim gelen geçen âyineler mecmuasıdır. Öyle ise onlarda tecelli edeni bil, envarını gör ve onlarda tezahür eden esmanın tecelliyatını anla ve müsemmalarını sev ve zevale ve kırılmaya mahkûm olan o cam parçalarından alâkanı kes.
Hem seyyar bir ticaretgâhtır. Öyle ise alışverişini yap, gel ve senden kaçan ve sana iltifat etmeyen kafilelerin arkalarından beyhude koşma, yorulma.
Hem muvakkat bir seyrangâhtır. Öyle ise nazar-ı ibretle bak ve zahirî çirkin yüzüne değil; belki Cemil-i Bâki’ye bakan gizli, güzel yüzüne dikkat et, hoş ve faydalı bir tenezzüh yap, dön ve o güzel manzaraları irae eden ve güzelleri gösteren perdelerin kapanmasıyla akılsız çocuk gibi ağlama, merak etme.
Hem bir misafirhanedir. Öyle ise onu yapan Mihmandar-ı Kerîm’in izni dairesinde ye, iç, şükret. Kanunu dairesinde işle, hareket et. Sonra arkana bakma; çık, git. Herzekârane fuzulî bir surette karışma. Senden ayrılan ve sana ait olmayan şeylerle manasız uğraşma ve geçici işlerine bağlanıp boğulma.” gibi zahir hakikatlerle dünyanın içyüzündeki esrarı gösterip dünyadan müfarakatı gayet hafifleştirir belki hüşyar olanlara sevdirir ve rahmetinin her şeyde ve her şe’ninde bir izi bulunduğunu gösterir.
İşte Kur’an, şu beş veche işaret ettiği gibi başka hususi vecihlere dahi âyât-ı Kur’aniye işaret ediyor.
Veyl o kimseye ki şu beş vecihten bir hissesi olmaya…
Yâ Rab! Tevekkülsüz, gafletle, iktidar ve ihtiyarıma dayanıp derdime derman aramak için cihat-ı sitte denilen altı cihette nazar gezdirdim. Maatteessüf derdime derman bulamadım. Manen bana denildi ki: “Yetmez mi dert, derman sana.”
Evet, gafletle sağımdaki geçmiş zamandan teselli almak için baktım. Fakat gördüm ki dünkü gün, pederimin kabri ve geçmiş zaman, ecdadımın bir mezar-ı ekberi suretinde göründü. Teselli yerine vahşet verdi.
Hâşiye: İman, o vahşetli mezar-ı ekberi, ünsiyetli bir meclis-i münevver ve bir mecma-ı ahbap gösterir.
وَ دَرْ چَپْ دٖيدَمْ كِه فَرْدَا قَبْرِ مَنَسْتْ
Sonra soldaki istikbale baktım. Derman bulamadım. Belki yarınki gün, benim kabrim ve istikbal ise emsalimin ve nesl-i âtinin bir kabr-i ekberi suretinde görünüp ünsiyet değil belki vahşet verdi.
Hâşiye: İman ve huzur-u iman, o dehşetli kabr-i ekberi sevimli saadet saraylarında bir davet-i Rahmaniye gösterir.
İşbu cihetten dahi deva bulamadım. Sonra başımı kaldırıp şecere-i ömrümün başına baktım. Gördüm ki o ağacın tek meyvesi, benim cenazemdir ki o ağacın üstünde duruyor, bana bakıyor.
Hâşiye: İman, o ağacın meyvesini cenaze değil belki ebedî hayata mazhar ve ebedî saadete namzet olan ruhumun eskimiş yuvasından yıldızlarda gezmek için çıktığını gösterir.
O cihetten dahi meyus olup başımı aşağıya eğdim. Baktım ki aşağıda ayak altında kemiklerimin toprağı ile mebde-i hilkatimin toprağı birbirine karışmış gördüm. Derman değil, derdime dert kattı.
Hâşiye: İman, o toprağı rahmet kapısı ve cennet salonunun perdesi olduğunu gösterir.
Ondan dahi nazarı çevirip arkama baktım. Gördüm ki esassız, fâni bir dünya, hiçlik derelerinde ve adem zulümatında yuvarlanıp gidiyor. Derdime merhem değil belki vahşet ve dehşet zehirini ilâve etti.
Hâşiye: İman, o zulümatta yuvarlanan dünyayı, vazifesi bitmiş, manasını ifade etmiş, neticelerini kendine bedel vücudda bırakmış mektubat-ı Samedaniye ve sahaif-i nukuş-u Sübhaniye olduğunu gösterir.
Onda dahi hayır görmediğim için ön tarafıma, ileriye nazarımı gönderdim. Gördüm ki kabir kapısı, yolumun başında açık görünüp onun arkasında ebede giden cadde, uzaktan uzağa nazara çarpıyor.
Hâşiye: İman, o kabir kapısını, âlem-i nur kapısı ve o yol dahi saadet-i ebediye yolu olduğunu gösterdiğinden dertlerime hem derman hem merhem olur.
İşte şu altı cihette ünsiyet ve teselli değil belki dehşet ve vahşet aldığım onlara mukabil benim elimde bir cüz-i ihtiyarîden başka hiçbir şey yoktur ki ona dayanıp onunla mukabele edeyim.
Hâşiye: İman, o cüz-i lâyetecezza hükmündeki cüz-i ihtiyarî yerine, gayr-ı mütenahî bir kudrete istinad etmek için bir vesika verir ve belki iman bir vesikadır.
Halbuki o cüz-i ihtiyarî denilen silah-ı insanî hem âciz hem kısadır. Hem ayarı noksandır. İcad edemez, kesbden başka hiçbir şey elinden gelmez.
Hâşiye: İman, o cüz-i ihtiyarîyi, Allah namına istimal ettirip her şeye karşı kâfi getirir. Bir askerin cüz’î kuvvetini devlet hesabına istimal ettiği vakit, binler kuvvetinden fazla işler görmesi gibi.
Ne geçmiş zamana hulûl edebilir ne de gelecek zamana nüfuz edebilir. Mazi ve müstakbele ait emellerime ve elemlerime faydası yoktur.
Hâşiye: İman, dizginini cism-i hayvanînin elinden alıp kalbe, ruha teslim ettiği için maziye nüfuz ve müstakbele hulûl edebilir. Çünkü kalp ve ruhun daire-i hayatı geniştir.
مَيْدَانِ اُو اٖينْ زَمَانِ حَالْ و يَكْ اٰنِ سَيَّالَسْتْ
O cüz-i ihtiyarînin meydan-ı cevelanı, kısacık şu zaman-ı hazır ve bir ân-ı seyyaldir.
İşte şu bütün ihtiyaçlarımla ve zayıflığımla ve fakr ve aczimle beraber altı cihetten gelen dehşetler ve vahşetlerle perişan bir halde iken; kalem-i kudretle sahife-i fıtratımda ebede uzanan arzular ve sermede yayılan emeller aşikâre bir surette yazılmıştır, mahiyetimde dercedilmiştir.
بَلْكِه هَرْ چِه هَسْتْ ، هَسْتْ
Belki dünyada ne varsa numuneleri fıtratımda vardır. Umum onlara karşı alâkadarım. Onlar için çalıştırıyorum, çalışıyorum.
Hattâ hayal nereye gitse ihtiyaç dairesi dahi oraya gider. Orada da hâcet vardır. Belki her ne ki elde yok, ihtiyaçta vardır. Elde olmayan, ihtiyaçta vardır. Elde bulunmayan ise hadsizdir.
İşte şu cihan kadar ve milyarlar ile ancak istihsal edilen hâcet nerede? Ve bu beş paralık cüz-i ihtiyarî nerede? Bununla onların mübayaasına gidilmez. Bununla onlar kazanılmaz. Öyle ise başka bir çare aramak gerektir.
O çare ise şudur ki o cüz-i ihtiyarîden dahi vazgeçip, irade-i İlahiyeye işini bırakıp, kendi havl ve kuvvetinden teberri edip, Cenab-ı Hakk’ın havl ve kuvvetine iltica ederek hakikat-i tevekküle yapışmaktır. Yâ Rab! Madem çare-i necat budur. Senin yolunda o cüz-i ihtiyarîden vazgeçiyorum ve enaniyetimden teberri ediyorum.
Tâ senin inayetin, acz ve zaafıma merhameten elimi tutsun. Hem tâ senin rahmetin, fakr u ihtiyacıma şefkat edip bana istinadgâh olabilsin, kendi kapısını bana açsın.
Evet, her kim ki rahmetin nihayetsiz denizini bulsa elbette bir katre serap hükmünde olan cüz-i ihtiyarına itimat etmez, rahmeti bırakıp ona müracaat etmez.
اَيْوَاهْ اٖينْ زِنْدِگَانٖى هَمْ چُو خَابَسْتْ
وٖينْ عُمْرِ بٖى بُنْيَادْ هَمْ چُو بَادَسْتْ
Eyvah! Aldandık. Şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannettik. O zan sebebiyle bütün bütün zayi ettik. Evet, şu güzeran-ı hayat bir uykudur, bir rüya gibi geçti. Şu temelsiz ömür dahi bir rüzgâr gibi uçar gider.
Kendine güvenen ve ebedî zanneden mağrur insan, zevale mahkûmdur. Süratle gidiyor. Hane-i insan olan dünya ise zulümat-ı ademe sukut eder. Emeller bekasız, elemler ruhta bâki kalır.
Madem hakikat böyledir, gel ey hayata çok müştak ve ömre çok talip ve dünyaya çok âşık ve hadsiz emeller ile ve elemler ile müptela bedbaht nefsim! Uyan, aklını başına al! Nasıl ki yıldız böceği kendi ışıkçığına itimat eder, gecenin hadsiz zulümatında kalır. Bal arısı, kendine güvenmediği için gündüzün güneşini bulur. Bütün dostları olan çiçekleri, güneşin ziyasıyla yaldızlanmış müşahede eder. Öyle de kendine, vücuduna ve enaniyetine dayansan yıldız böceği gibi olursun. Eğer sen, fâni vücudunu, o vücudu sana veren Hâlık’ın yolunda feda etsen bal arısı gibi olursun. Hadsiz bir nur-u vücud bulursun. Hem feda et. Çünkü şu vücud, sende vedia ve emanettir.
Hem onun mülküdür hem o vermiştir. Öyle ise minnet etmeyerek ve çekinmeyerek fena et, feda et tâ beka bulsun. Çünkü nefy-i nefiy, ispattır. Yani yok, yok ise o vardır. Yok, yok olsa var olur.
Hâlık-ı Kerîm, kendi mülkünü senden satın alıyor. Cennet gibi büyük bir fiyatı verir. Hem o mülkü senin için güzelce muhafaza ediyor. Kıymetini yükselttiriyor. Yine sana hem bâki hem mükemmel bir surette verecektir. Öyle ise ey nefsim! Hiç durma. Birbiri içinde beş kârlı bu ticareti yap. Tâ beş hasaretten kurtulup beş rıbhi birden kazanasın.
Sâni’-i Kerîm, ekseriyet itibarıyla dünyadan merhametkârane bir tarz ile tenfir edip usandırıyor. İstirahate bir meyil ve başka bir âleme göçmeye bir şevk ihsan ediyor. için yorumlar kapalı
Yordu bütün yıl bizi işler ve ilişkiler: Buraya ondan geldik. Korkmuştuk korkularımızdan, coşkularımızdan bıkmıştık, ne yavaşlıyor ne de hızlanıyordu çarklar, kimseye rastlamıyorduk, kendimize bile: Buraya ondan gelmiştik.
Bulduk aradığımız yeni oyuncuları, öğrendik ve öğrettik basit ve karmaşık kuralları, neden böyle oldu pek anlayamadık: Kağıtlar ve zarlar, pullar ve kibrit çöpleri atıldı tek tek bir köşeye: Bir gençlik oyunuydu, benimsedik birden.
Kamera kontrol, döndü makaralar geceden geceye: Rolden role girdik gördüğümüz, görmediğimiz filmlerle; güldük beceriksiz bir anlatıma, usta bir kavrayışı içtenlikle alkışladık, mimikler ve jestler arasında başka durumlara ve kişilere öykündük: Buraya ondan gelmiştik.
Kimbilir kim hatırladı piyanoyu içimizden: Bıkmıştık sinemadaki sessizlikten. Biraz buruk, çokca esrik, kendimizden koparak yattık sonra o gece. Buraya ondan mı gelmiştik: Uyandık erkenden, yeniden seslendirdiğimiz filimde: Yabancıydık şimdi giyindiğimiz kişiye, tıpkı gelmeden önce.
Gam, insanları üzüntüye, karamsarlığa, kaygı ve tasaya sevk eden hal ve halleri ifade eden bir kelimedir. Şüphesiz bu çağrışım ve anlam değerleri ile olumsuz kavram alanına sahip bir kelimedir. Sevinç ve neş’enin tam da karşısında olan gam, hayatın bir gerçeğidir, aynı zamanda. Zira dünya hayatının bir tarafı gam, diğer tarafı mutluluktur. Zaten hayatı anlamlı kılan da aslında budur. İnsanın mizacı şüphesiz, yolu taşsız, gülü dikensiz, hayatı kedersiz ister. Lakin bu durum yaratılış gerçeğine de aykırıdır. Çünkü varlık zıtlıklar üzerine bina edilmiştir. Dolayısıyla zıtlıklar olmasa varlığı algı ve idrak de söz konusu olamazdı. Kaldı ki gülü dalında anlamlı ve değerli kılan, onun etrafındaki dikenlerdir. Bu bağlamda insanların hayatının bir kesitinde bu hali tecrübe etmemesi söz konusu değildir. Bazen bir gün hatta bir saat içerisinde bile insanların keder ve sevince dair değişik ruh hallerini yaşaması mümkündür.
Klasik şairlerimizin, felekten kaynaklandığı düşüncesiyle, bir şikâyet üslubunun olduğunu biliyoruz. Kadere isnat edilemeyen bütün olumsuzluklar feleğe yüklenir. Tabiri caizse felekten şikâyet etmek klasik şairlerimizin olmazsa olmazlarındandır. Dünyevi saltanat ve nimetlere gark olmuş sultanlardan, aç sefil dervişlere kadar bütün şairlerin ortak ve benzer dertlenmelerine sık sık rast gelmekteyiz. Şair, mutlaka âşıktır; sevgili mutlaka âşığa yüz vermemektedir ve âşık mutlaka bunu felekten bilerek şikâyet etmelidir. Dolayısıyla şairin gamdan, kederden, belalardan bahsediyor olması, o hâli mutlaka yaşadığı ve yaşıyor olduğu anlamına gelmemektedir.
Klasik Türk edebiyatında gerek gam gerekse neşe birçok şair tarafından kullanılan iki önemli kavramdır.
Gam, sevgiliye olan aşkı anlatmada cevr ü cefanın yerini tutarken; neşe ona kavuşmanın mutluluğunu ifade etmede karşımıza çıkar. Bu iki kavram ayrıca şairlerin günlük hayat içerisinde yaşadıkları duyguların ifadesi ve ruh dünyalarının ortaya konması için de kullanılır.
Gam, bazen şairlerin meramlarına ulaşmada karşılaştıkları engeller olur bazen de çeşitli nesnelere benzetilir. Yine bu kavram düşman, alacaklı, gönül ülkesini yağmalayan asker, fırtına, rüzgâr olarak karşımıza çıkar. Neşe ise manevi hazları ve ruhî zevkleri yaşamaktan hâsıl olan bir hâldir. Şairlerin neşeyi ifade eden hâle uygun teşbihleriyle de klâsik şiirde sıkça karşılaşılır.
Hüznün kelime dünyasından ‘gam’ Arapça kökenli bir kelimedir. Devellioğlu’nun Lûgat’ında “keder, tasa, kaygı dert” şeklinde karşılık bulan ‘gam’, Türkçe Sözlük’te “tasa, kaygı, üzüntü” olarak karşılık bulur. Bu kelimeye (gamm: مغ) karşılık olarak Kâmûsu’l-Muhît Tercümesi’nde “gussa ve endûh ma’nâsınadır” yazılıdır. “El-gummet” ( ةمغلا) maddesinde ise kelimenin anlamına dair şu yorum vardır: “Şârih der ki ‘gamm’ mâddesi setr ve tagti’e ma’nâsına mevzû’dur, hüzn ve endûha ıtlâkı sürûr-ı kalbi setr ettiğine mebnîdir.”
…
İstifade ettiğimiz Arapça sözlüklerden Mevlût Sarı’nın El-Mevârid’inde ‘gamm’ kökü için yazılan ilk anlam “üzmek, hüzünlü kılmak”tır. Kelimeye hüzünle alakalı verilen karşılıkların diğerleri de “gam, gussa, dehrin musibetlerinden, dertlerinden bir musibet, şiddet; afet, felaket, içinden çıkılması güç iş”tir.
…
‘Gam’ Kâmûs-ı Türkî’de “tasa, kaygu, keder, derd, gussa” şeklinde tanımlanmıştır. Son olarak “gam” Mehmet Kanar’ın Arapça Sözlüğü’nde “üzmek, hüzünlendirmek/hava çok sıcak olmak/hayvanın ağzına torba geçirmek/örtmek, bürümek” şeklinde tanımlanmıştır.
…
Kindî’ye göre hüzün “sevilenlerin kaybından ve isteklerin gerçekleşmemesinden kaynaklanan psikolojik bir rahatsızlıktır.”
…
İbn Sînâ mâlîhûlyânın en önemli sebebi olarak “gammın ve havfın ifrâtı”nı göstermiştir. Hüznün ve kederin, vücuttaki salgıları etkilediği, bu şekilde mizacın değiştiğini izah etmiştir.
…
Hem Efendimiz’e hitaben indirilen ayetlerde hem de diğer bazı ayetlerde hüzünlenen kim ise, çoğunlukla emir kipinde “üzülme” [نزحت لَ] denilmiş, bu ezici ruh hâlinden çıkılması için sabır telkin edilmiştir. Oğulları Hz. Yakub’a gelip, Hz. Yusuf’un kaybolması dolayısıyla kendisini çok üzdüğünü, neredeyse kendi kendini helak edeceğini söylediklerinde Hz. Yakup “Ben hüznümü, kederimi ancak Allah’a şikâyet ederim […]” şeklinde cevap verir. Zikredilen bu durum da hüzün ve keder ile sıkıntı hisseden insanın/müminin, derdini ancak Allah’a arz etmesinin ve sabretmesinin önemine vurgu yapar.
Kur’an’da üzülme ve hüzün duyma anlamlarını karşılamak üzere çoğunlukla “hüzün” (زحن) kelimesi kullanılmıştır.
…
Süleyman Uludağ Tasavvuf Terimleri Sözlüğü’nde “gam” kelimesine karşılık şu anlamları verir: “1.elem, ıstırap, üzüntü. 2.tasavvuf a.sevgiliyi dikkat ve özenle ararken karşılaşılan engeller. sevenin sevgilisi uğruna seve seve katlandığı zorluklar ve sıkıntılar. b.dünyevi kaygılar, tasalar, üzüntüler.”
Dert ortağı olan sabah merhametten dem vurmasaydı Fuzûlî ölürdü.)
Fuzûlî
**
Bana cem’ olur handa kim var bir gam
Benim mülk-i aşk içre Mecnûna vâris
(Nerede bir gam varsa benim başıma toplanır.
Aşk vadisinde Mecnun’un varisi benim.)
Fuzûlî
**
Gam uğurlar ‘ışk bâzârında nakd-i ‘ömrümi
Kılmak olmaz sûd sevdâda yaman orîağ ilen
Fuzûlî
**
Ne şerbetdir gamın kim içdiğimce eksilir sabrım
Ne sihr eyler ruhun kim bakdığımca rağbetim artar
(Gamın nasıl bir şerbettir ki içtikçe sabrımı azaltır. Yanağın beni nasıl büyülüyor ki ona baktığım ölçüde rağbetim artar.)
Fuzûlî
**
Ne revâdır bu ki peyveste sipâh-ı gam ü derd
Gönlümün mülkünü bî-vâsıta yağma eyler
(Bu ne revadır ki gam ve dert ordusu gönlümü ele geçirip gönül mülkümü vasıtasız yağmalar.)
Fuzûlî
**
Hayl-ı gamın itdi nakd-ı ömrüm tarâc
Sabr ile müyesser olmadı derde ilâc
Ruhsârıma dökdü merdüm-i çeşmim kan
Hindûyı görün lâ’l virir Rûma harâc
(Gamının sürüsü ömür nakdimi talan etti. Sabır ile derde deva bulmak mümkün olmadı. Gözbebeğim yanağıma kan döktü. Hindu’ya bakın ki Rum’a haraç olarak la’li verir.)
Fuzûlî
**
Gönül gam dünlerin tenhâ geçürme iste bir hem-dem
Ecel hâbından efgânlar çeküb Mecnûn’ı bîdâr it
Giriftâr-i gam-i ‘ışk olalı âzâde-i dehrem
Gam-i ‘ışka meni mundan beter yâ Rab giriftâr it
Fuzûlî
**
Cān u dille derd-i Ꜥışḳa nice ḳul olmayayın
K’eyledi dünyā ġamından ben ḳulın āzād Ꜥışḳ
Necâtî
**
Biñ yıl çekerse Ꜥışḳı ġamından ġarāmeti
Yoḫ göñlimüñ bu miḥnete bir dem nedāmeti
Şeyhî
**
Ġam çekmeyince ḳıymeti artar mı Ꜥāşıḳuñ
Ḳan yutmayınca buldı mı hīç iꜤtibār laꜤl
Ahmed Paşa
**
Sīnede dil ġam-ı Ꜥışḳuñla pür olmış gūyā
Künc-i mey-ḫānede bir şīşe ile mül ḳodılar
Atâî
**
Ḥāṣıluñ evvel ġam-ı cānāndur āḫir terk-i cān
Bu imiş ḳısmet Fużūlī ḥˇāh aġla ḫˇāh gül
Fuzûlî
**
“Kalbin viran ve hatırın daima kırık oluşu arzu edilen ve övülen bir haldir. ‘Seni nerede arayayım Rabbim’ sorusuna cevaben ‘Beni kalbi kırıkların yanında ara’ denildiğine dair rivayet edilen hadis-i kudsi, bu yaklaşımın temel dayanağıdır.”
**
Ṣarṣar-ı āh éde eczā-yı vücūdın ber-bād
Ne revādur ola Ꜥuşşāḳ perīşān-ı ġamuñ
Na’ilî
**
Biz rāżıyuz derūnumuz olsun ḫarāb-ı ġam
Ol mest-i nāza māye-i ẕevḳ u sürūr ise
Nâbî
**
Sâkiyâ mey sun ki dâm-i gamdurur hüş-yârlığ
Mestlikdür kim kılur gam ehline gam-hârlığ
Var fi kr in yoh gâmın çekmek nedür bir câm ilen
Bî-haber kıl mana bir ola vohluğ varlığ
Fuzûlî
**
Hâsılun evvel gam-i cânandur âhir terk-i cân
Bu imiş kısmet Fuzûlî hâh ağla hâh gül
Fuzûlî
**
Nikâb-i sûret-i hâl eyledüm hûn-i ciğer seylin
‘Ayan rüsvâlığı derd ü gam-i pinhâna değşürdüm
Bir kul oğlını gönül mülkine sultân itdüm
Mısr-i dil pâd-şehin Yûsuf-i Ken’ân itdüm
Reh-i ‘ışkun dutub itdüm gam ü derdüm defin
Gör ne cem’i bu tarîk ile perîşân itdüm
Fuzûlî
**
Ya’kûb’da nişâne-i şevkun gam ü elem
Yûsuf’da neş’e-i nazaran behcet ü behâ
Fuzûlî
**
Gamdan öldüm demedüm hâl-i dil-i zâr sana
Ey gül-i tâze revâ görmedüm âzâr sana
Fuzûlî
**
Ey Fuzûlî bize takdir gam itmiş rûzî
Kılalum sabr nedür çâre rızâdan gayrı
Cümle-i halk mana yâr içün ağyâr oldı
Kalmadı kimse mana yâr Hudâ’dan gayrı
Fuzûlî
**
Ey Fuzûlî bes ki gam-nâk oldı ahvâlün soran
Gamdan ölsen hiç kim sormaz dahi ahvâlüni
Fuzûlî
**
Öldürdi derd ü gam beni sen bârî çekme tîg.
Cellâd ider siyâseti zahmet çeker mi şâh
(Dert ve gam zaten beni öldürür bir de sen kılıç çekme; cellat siyaset eder mi?)
Nev’î
**
Be adam! Sen kendi gamınla gamlanmaz, dertlenmezsen senin derdine kim yanacak ki?
Serkeşlik etme de bari bir işe koyul, elinden geleni yapmaya giriş.
Çünkü kimse senin derdine yanmaz, senin için kimse gam yemez. Bir an bile hiç kimse senin yükünü çekmez.
Gönül sensiz candan usandı, artık geri gelmenin tam vaktidir.)
Hâfız-ı Şirâzî
**
Ġam-ı tu der-dil u pīçīde dūd-ı āh berū
Çu mār-ı genc ki gencīne-rā nigeh dāred
(Aşkının gamı gönülde saklı, o gamdan çıkan ah dumanı ise kıvrım kıvrım onun üzerinde çıkıp yükseliyor. Tıpkı hazinenin üzerinde hazineyi bekleyen kıvrım kıvrım bir yılan gibi.)
Āṣafī
**
Dem bu demdür özge dem nî dem dime
Dünyâdın bî-gam ötersin gam deme
Dem bu demdir. Başka demi dem deme.
Dünyadan gamsız geçersen gam deme.
Ahmed-i Yesevî
**
Bir gönlüm var, gam elinde, ayaklar altında kalmış… öyle bir haldeyim ki, hiç kimse ahvalime vâkıf değil.
Hafız-ı Şirazi
Hafız Divanı
**
Er isen erliğin meydana getir
Kadir Mevlâ’m noksanımı sen yetir
Bana derler gam yükünü sen götür
Benim yük götürür dermanım mı var
Karacaoğlan
**
Gam çekme haline divane gönül
Sana da bulunur elde neler var
Ayvam eksik, yoksa turunç, yoksa nar
Sun elini beri dalda neler var
Karacaoğlan
**
Keşti-i gam her gece kalb-i çâkimden geçer
Fatihahân olmağa yar sanki hâkimden geçer.
(Her gece gam gemisi yüreğimin yarığından geçiyor.Sanki yar bana Fatiha okumak için toprağıma gelmiş gibi.)
Hüsrev Hatemi
**
Kırlarda, sokaklarda, rastgele dolaşmak kadar hiçbir şeyin gam dağıtmadığını tecrübeleriyle biliyordu.
Reşat Nuri Güntekin
Yaprak Dökümü
**
Bir çift gam çiçeğidir sanki gözlerin;
Öyle içli, öyle yumuşak, öyle derin.
Nilgün Marmara
**
Yiğidi Gam Öldürür
Yiğidi gül ağlatır gam öldürür
Nice namert ava çıksa
Tuzak kursa kurşun atsa
Yiğidi çökertmez kahır
Bir dem yâr hüzünle baksa
Yiğidi gül ağlatır gam öldürür
Düşman yılan olup soksa
Dokuz kavim taşa tutsa
Yiğidi çökertmez kahır
Bir dem yâr hüzünle baksa
Yiğidi gül ağlatır gam öldürür
Ömer Lütfi Mete
**
Âkil bu cihânda ne şâd olur ne gam çeker
Câhil hemîşe şâd olayım der elem çeker
Lâedrî
**
Gam değildir gide dünyâ kala dîn
Gam odur ki kala dünyâ gide dîn
Lâedrî
**
Çün sana gönlüm mübtelâ düşdü
Derd ü gam bana âşinâ düşdü
Niyâzî-i Mısrî
**
Mihneti kendine zevk etmedir âlemde hüner
Gam u şâdî-i felek böyle gelir böyle gider
(Derdi kendine zevk etmektir dünyada hüner,
Feleğin keder ve neşesi böyle gelir, böyle gider)
Vâsıf
**
Dün tabîbe derd-i dilden bir devâ sordum dedi
Gam yemekden özge bu derdin devâsın bilmedim
Ahmed Paşa
**
Verdik dil ü cân ile rızâ hükm-i kazâya
Gam çekmeyiz uğrarsak eğer derd ü belâya
Bağdatlı Rûhî
**
Hayâlinden gelir gam hâtıra cânâneden gelmez
Sitem hep âşinâlardan gelir bî-gâneden gelmez
(Hayalinden gelir keder gönle, sevgiliden gelmez,
Kötülük hep tanıdıklardan gelir, yabancıdan gelmez.)
Nâbî
**
Güç neşâtın kademin kalbe alışdırmakdır
Yoksa gam her ne zamân istese hâzır bulunur
Nâbî
**
Gedâyız şâha baş eğmez dil-i âgâhımız vardır
Fakîr isek ne gam beğler ganî Allah’ımız vardır
Fevrî
**
Geçdi mâzî çekme istikbâle gam
Dem bu demdir dem bu demdir dem bu dem
Lâedrî
**
Bu derd mey-hânesinde kimi gördün şâdmân olmuş
Bu gam-hâne-i mihnetde belâdan kim emân bulmuş
Alvarlı Muhammed Lütfî
**
Gamdan dağlar kurmalıyım,
Kayaları kelimeler olan,
Kırk ikindi saymalıyım,
Kırk gün hüzün boşaltan omuzlarıma saçlarıma,
Saçlarının akışını anar anmaz omuzlarından,
Baştan ayağa ıslanmalıyım,
Gam dağlarına çıkıp naralar atmalıyım…
Erdem Beyazıt
**
Bu dünyada üzüntüden uzak, gam ve kederden azade, neşeyle dolu bir tek kimse bulmak mümkün değildir.
Seyyid Abdulhakim ElHüseyni hz. (k.s.a)
**
Onun parçası toprak oldu, bir dağın her zerresi gam oldu
Elli yıldır gözyaşı döktüler kendi toprağını tutması için
Sîmîn Bihbehânî
**
Bilmediğim gam ve kederden yandım
Benim içimde ne mahşerler koptu
Sîmîn Bihbehânî
**
Eğer bu dünyada dert olmasaydı
İnsan açıkça mutluluktan tat alamaz
Bu hayattan fayda gelir
Eğer gam olmazsa mutlukta olmaz.
Sîmîn Bihbehânî
**
Ne söyleyeyim?
Ne söyleyeyim gecenin gamından
Ben ve gökyüzüm, her ikisi, gecem var
Seher vaktinin ayağını gelişini ümit ederek ölmek
Ben ve gecenin karanlığı için yüreğimi ağzıma getirdi.
Sîmîn Bihbehânî
**
Bu gam duvarının üzerinde, yükselen duman gibi,
Daima oturmuş bir kuş, yaymış kanatlarını,
Öyle ki kederli düşünceler sarmış, salladığı başını
Nima Yûşîc
**
Kimdür ki gamunda nâle vü zâr itmez
Derdin sana nâle ile izhâr itmez
Feryâdına hiç kimsenün yetmezsen
Feryâd ki feryâd sana kâr itmez
(Derdini sana inleyerek göstermeyen, senin gamınla ağlayıp inlemeyen kimdir? Sen, hiç kimsenin feryadına yetmezsin. Feryat ki feryat sana işlemez).
Fuzûlî
**
Bin kaygu bir borç ödemez
Gamlanma gönül gamlanma
Karacaoğlan
**
Yine gam yükünün kervanı geldi
Çekemem bu derdi de bölek seninle
**
Ey Hızr-ı fütâdegân söyle
Bu sırrı edip iyân söyle
Ol sen bana tercemân söyle
Ketm etme yegân yegân söyle
Gam defterinin tamâmı yok mu
Ey düşkünlerin Hızır’ı, söyle
Apaçık eyle bu sırrı, söyle
Hâlime sen ol tercüman, söyle
Teker teker saklamadan söyle;
Gam defterinin tamamı yok mu?
…
Dil hayret-i gamla lâl kaldı
Gâlib gibi bîmecâl kaldı
Gönderdiğim arz-ı hâl kaldı
El’an bir ihtimâl kaldı
İnsafın o yerde nâmı yok mı
Şeyh Galip
**
Senin sevgin gönülden gitmez
Aşkının gamı herkese söylenmez
Fakat bu muhabbetin verdiği acıyı,
İnsanlardan gizlemek de mümkün olmaz
Baba Tahir
**
Susamış arife deniz bile nasip olsa; yine onun baht gözüne, gam çölünün serabı görünür.
Lebîb
**
İşin gönül çelmektir senin, mazursun
Gam nedir hiç bilmezsin, mazursun
Her gece kan ağlarken ben sensiz
Sen bir gece sensiz kalmadın, mazursun
Ahmed Gazali
**
İnle ey gönül, yine matem zamanı geldi
Ağla ey göz, yine gam günleri geldi
Gam gülü yeşerdi bâğ-ı musibetten
Cihan tazelendi âteş-i musibetten
Muhteşem-i Kâşânî
**
Sadme-i âh ile kıldım pür-tezelzül âlemi
Sâhagâh-ı sînede bünyâd-ı gam muhkem henûz
Leskofçalı Gâlib
**
Âteş-i gam yakmasa tan mı vücûdum şehrini
Gözlerimden gönlüm üstüne iki deryâ gelir
Avnî (Fâtih Sultân Mehmed)
**
N’oldu bu gönlüm n’oldu bu gönlüm
Derd ü gam ile doldu bu gönlüm
Yandı bu gönlüm yandı bu gönlüm
Yanmada dermân buldu bu gönlüm
Hacı Bayrâm-ı Velî
**
Kanda bir gam yârsız kalsa benimle yâr olur
Bir belâ kim sâhibin bulmaz bana gam-hâr olur
Nev’îzâde Atâyî
**
Gam nedîmindir Hayâlî kalbini mesrûr tut
Zâhirin vîrâne eyle bâtının ma’mûr tut
Salsa pertev cismine nâr-ı muhabbet nûr tut
Bî-vefâ yârin Muhibbî cevrini ma’zûr tut
Yârsız kalır cihânda aybsız yâr isteyen
Hayâlî Bey – Muhibbî
**
Cân helâk-ülfet zebân hâmûş dil hoşnûd-ı gam
Merg ü sıhhat gûyiyâ şükr ü şikâyetdir bana
Şeyh Gâlib
**
Yûsuf-ı gom-geşte bâz âyed be-Ken’ân gam mehor
Kulbe-i ahzân şeved rûzî gulistân gam mehor
Kaybolan Yûsuf, Ken’ân iline bir gün döner. Gam yeme! (Hz. Yakub’un Hz. Yûsuf’a olan hasretinden dolayı ağlayıp inlediği) hüzünler kulübesi bir gün gülistan olur. Gam yeme!
Hâfız-ı Şîrâzî
**
Erbab-ı kemalin yeri virane-i gamdır,
Hâk üzere düşer meyve, eğer puhte olursa.
(Kemal sahiplerinin yeri gam ve keder harabesidir.
Meyve olgunlaşınca toprağa düşer, hamlara bir şey olmaz.)
**
Ey Sâ’ib ! Allah’a ulaşmak için gam ve dert yolunu seç. Zîrâ bundan kısa ve yakın yol yoktur.
Bizim gibi aşk hastası olanın, doktorlardan sakınması hep bu düşünceye dayanır.
Sâib-i Tebrîzî
**
Ey dûst, biyâ tâ gam-i ferdâ nehorîm.
Vin yek dem-i omr râ ganîmet şomorîm.
Ferdâ ki ezin deyr-i kohen dergozerîm,
Bâ heft hezâr sâlegân serbeserîm.
(Ey dost; gel, çekmeyelim yarının derdini.
Ganimet bilelim ömrümüzün şu bir demini.
Göçeceğiz yarın şu köhne manastırdan madem,
bin yıl önce göçenlerle olacağız hemdem.)
Hayyâm
**
Gam değil bende isen Mısr-ı dile sultansın
Bir azîzin kuludur Yûsuf-ı Ken‘ân-ı Mısr
Ahmed Paşa
**
Gönülde bin gamım vardır ki pinhân eylemek olmaz
Bu hem bir gam ki il ta’nından efgân eylemek olmaz
(Gönülde bin gamım var gizleyemem ne yapsam
Bu hem öyle bir gam ki figan etmem taşlansam)
Fuzûlî
**
Şeb-i yeldâyı müneccimle muvakkıt ne bilir;
Mübtelâ-yı gama sor kim geceler kaç sâ’at
Sâbit
**
Gelicek gam mülkine cân karşu çıkar
Nasıl izzet itmesün memleket sultânıdur
(Gam, kendi ülkesi olan gönüle geldiği zaman, can karşı çıkar.
Can nasıl saygı göstermesin ki, o (gam), bir memleket sultanıdır.)
Bakî
**
Gönül ki sâhil-i deryâ-yı bî-nihâyettir
Dil bahri hurûş eyler onda nice dalgam var
Erzurumlu İbrâhim Hakkı
**
Ey bahr-i halâvet sen hoş terbiyet eylersin
Misl-i sedef olmuş ten dürr ü güher olmuş dil
Erzurumlu İbrâhim Hakkı
**
Leşker-i gam gelse kılsa bu gönül mülkin harâb
Def kılmaz anı bir vech ile illâ ki şarâb
Muhibbî
**
Leşker-i gam ben gedâyı öldürür yoldaşlar
Padişâh-ı ışka tâbi’ bir sipâhî yok mıdur
Necâtî
**
Leşker-i gam geldi dil şehrine kondı cavk cavk
Kopdı yir yir fitne vü âşûb u gavgâ semt semt
(Gam askerleri gelip gönül şehrine bölük bölük yerleşti; yer yer fitne koptu, semt semt karışıklık ve kavga meydana geldi.)
Bakî
**
Leşker-i mihnet hücûm itdi dil-i nâ-şâdıma
Gerdiş-i çarh-i felek kasd eyledi ber-bâdima
Pençe saldı şîr-i gam cân-i elem mu’tâdima
Mâye-bahş oldi havâdis âh-ı âteş-zâdıma
Cûş-ı seyl-âb-ı sitem virdi halel bünyâdıma
Olmuşum mahsûr-i gam, yok bir gelür imdâdıma
Bilmezim rûz-l ezel gam mı yazılmış adıma
Âh bir kez vâkıf olsam hikmet-i îcâdima
Kimse mi’mâr olmadı kalb-i harâb-âbâdima
Ye’s pey-der-pey şitâb eyler mübârek-bâdıma
Kimseden ümmîd-i istimdâd gelmez yâdima
Ey benim feryâd-res Rabbim yetiş feryâdima
Bela askerleri hücum etti hüzünlü gönlüme Beni harap etmek için döndü feleğin çarhi Gam arslani pençe vurdu eleme alışkın canıma Olan bitenler ateşli ahlarımın yanışını artırdı Zulüm selinin coşkunluğu temelimi sarsti Gamların mahsuru olmuşum, kimse yok imdadıma gelen
Bilmem ki ezel günü gam mı yazılmış adıma Ah bir anlayabilsem yaratılışımın hikmetini Kimse mimar olmadı haraplıkla dolu kalbime Ümitsizlik yavaşça koşar oldu uğurlu nefesime *
Tasavvuf nedir? diye bir büyüğe sordular. “Sıkıntı, gam ve keder zamanında gönlün ferah, huzûr içinde olmasıdır.” cevâbını verdi.
**
Ey Hakk yolcusu, gamın, kederin varsa sevin, neşelen; çünkü gam buluşma tuzağıdır. İnsan gamlı olduğu zaman Hakk’a sığınır, Hakk’ı hatırlar. Sonra bu yolda alçak gönüllü olmak, alçaklarda dolaşmak, hor görülmek, mânen yükselmektir.
**
Allâh’ım sen, ‘Kaybettiğiniz şeylere hayıflanmayın!’ diye buyuran padişahsın, dilediğin şey nasıl olur da olmaz?”
Ey servinin ve yaseminin kıskandığı güzel, senin gamından uyku gözlerimden bıktı, bizar oldu.
Layık değilim ama, ne olur bir an olsun bu dertlere düşmüş, gamlara dalmış bulunan değersiz kulunun hatırını sor!
**
Zahid, işin sonu nereye varacak, onu düşünür. Sorgu, hesap günü ne olacak diye gama düşer.
Ariflerin ise başlangıçtan, ezelden haberleri vardır. Sonu düşünüp, gam ve kedere kapılmaktan kendilerini kurtarmışlardır.
**
Fakat şunu iyi bil ki, başa gelen bu bela, bu ceza bir karşılık olarak gelmektedir. Bunlar asılsız değildir. Allâh hiç bir suçsuz kulunu incitmez.
Her belanın ve cezanın bir sebebi, bir aslı vardır, işte o sebep, o asıl belayı çekip getirmektedir. Fakat başa gelen bela, aslına benzememektedir ama ondandır.
Şu hâlde ey gafil, başına gelen bela, işlediğin bir günahın neticesidir. Sana vurulan bir tokat, bir şehvet yüzündendir.
İbret almaz, ders almaz, o günahı anlamazsan bilmezsen bile, hiç olmazsa vakit geçirmeden ağlayıp sızlanmaya başla, af dile…
Yüzlerce defa secde et de: “Ey Allâh’ ım!” de, “Bu gam, ancak işlediğim günahın karşılığıdır.
Allâh’ım sen noksan sıfatlardan münezzehsin! Zulümden, sitemden berisin, temizsin; hiç suçsuz bir kişiye dert verir misin? Gam verir misin?
Ben ne suç işledim, kati olarak bilmiyorum ama, başıma gelen derdin sebebinin bir günah olduğunu biliyorum.
Allâh’ım, sebebi nasıl örttü isen, lütfet, o suçu da ört, gizle.
**
Üstü yapraklarla, kurumuş dallarla örtülü, yeni kökü bitirsin, çıkarsın diye gam çürümüş, porsumuş olan eski kökü söker atar.
Gam gönlünden neyi döker, neyi sökerse, karşılık olarak gerçekten de daha iyisini getirir
Hele gamın, gerçek inanç ehlinin kulu, kölesi olduğunu idrak eden kişiye, gam daha fazla lütuflarda, ihsanlarda bulunur.
**
Aklın olmayınca, gaflet ve unutuş senin amirin olur; sana düşmanlık eder, tedbirini, yaptığın işleri bozar!
Zavallı pervane, aklının azlığından ötürü, ateşin hararetini de, yakışını da, sesini de yâdedemez!
Fakat, ateş kanadını yakınca tövbe eder; eder ama, hırs ve unutkanlık onu yine ateşe atar!
Bir şeyi kavramak, anlamak, öğrenmek, hatırlamak aklın işidir! Akıl, bunların derecelerini yükseltir!
Pişman oluş, azabın, zahmetin sonucudur; yoksa parlak bir aklın yüzünden değildir!
Zahmet, azap, mihnet, hastalık ve saire geçince, pişmanlık da yok olur gider! Bu sebeple o tövbe, o pişmanlık, bir avuç toprağa bile değmez!
O pişmanlık, gam ve keder karanlığı içinde yükünü bağlar gider; gam ve keder gidince, tövbe ve pişmanlık da unutulur! Gündüz gelince kimse geceden bahsetmez!
O gam karanlığı gidip de hoşluk, rahatlık gelince, ahmağın gönlünden, o derdin doğurduğu pişmanlık da geçer gider!
**
Her an yeni bir baht, yâni yeni bir tecellî kulağıma diyor ki: “Eğer seni gamlandırırsam bile, sen gamlanma.
Ben seni kötü gözlerden, kötülerin nazarından gizlemek için gamlandırırım, ağlatırım.
Kötülerin gözünü senin yüzünden çevirmek için, gam ve kederle, senin huyunu acı ve sert bir hale getiririm.
**
Gam fikri neşenin yolunu keserse, sakın üzülme. Çünkü gönüle gelen gam, sana başka neşeler hazırlamaktadır.
**
Gam, yeni bir neşe, yeni bir sevinç gelsin diye, gönül evini sıkıca süpürür.
**
Şunu iyi biliniz ki, ilâhî kudret karşısında bütün mahlûkât. iğne önündeki gergef gibi âcizdir.
İlâhî kudret gergefe, bazen şeytan resmi işler, bazen insan, bazen sevinç, bazen de gam nakşeder.
**
Kederlendinse, kalbinde gam hissettinse, tevbe istiğfar et, Allah’tan bağışlanmanı dile, çünkü gam, Allah’ın izni ile gelir, yaptığı işi Allah’ın emri ile yapar.
Allah dilerse, gamın tâ kendisi neşe olur. Ayak bağının tâ kendisi de âzadlık kesilir, hürlüğe sebep olur.
**
Sana, gam elçisi gelince, onu tanıdık aziz bir dost gibi kucakla, bağrına bas. Şunu iyi bil ki, dünyada gamdan daha mübârek, daha kutlu bir şey olamaz. Onun karşılığı sonsuzdur.
**
Bir kağıda gamlı bir adam resmi yapsan, o resim gamdan da seviçten de habersizdir.
Resim görünüşte gamlıdır, ama resmin gamdan haberi bile yoktur. Resmi gülen bir adamın da, güldüğünden haberi yoktur.
Bu dünyada, gönlümüze gelen gamlar, neşeler gelip geçici hallerdir. Bu dünya gamları, neşeleri öteki âlemdeki gamlara, neşelere göre birer nakıştan, resimden başka bir şey değildir.
Resmin gamlı yapılması da yine bizim içindir. O resim yüzünden biz, doğru yolu hatırlarız.
Resmin yüzündeki tebessüm de senin içindir. Bu resime bakarak, manayı düzeltmek, gerçeği bulmak mümkündür.
**
Gam seni yakalarsa, çevik isen, derhal sıçrar, ümitsizlik deminden kurtulursun.
**
“Gam yemekle, can çekiştirmek demektir bu hayat. Neşelenmek, zevk ümit etmek dahi beyhudedir. Nevbeti ömrü savan eslafa gıpta eylerim, Doğmayanlarsa, doğanlardan daha asudedir.”
**
Hakk yolunda yürüyenler için, cehennemi düşünerek, ilahî azaptan korkarak ağlamak, cenneti düşünüp neşelenmekten, zevk almaktan daha değerlidir.
Ey temiz kişi! Gülüşler, ağlayışların arkasına gizlenmiştir. Görmez misin? Defineyi viranelerde, harabelerde ararlar.
Bir huzur ve doygunluk dünyası bulmuş yine deliler.)
Harputlu Hayrî
**
Şâd olsun gönlümüz gamdan kurtulsun
Gam yerine zevk u mahabbet dolsun
Senin âşıkların ağlarken gülsün
Girdâb-ı gamdayım yetiş yâ Ali
Lütfundan yolumuz eyle küşâde
Bu kulların gamdan olsun âzâde
Deryâ-yi hayrette gönül üftâde
Girdâb-ı gamdayım yetiş yâ Ali
Hilmi Dedebaba
**
Menzil-i aşka eren sıdk ile ehl-i hâle
Gam u ş”âd”i-i felek olsa da bir olmasa da
Hilmi Dedebaba
**
Nakd-i ömri gama virdim sana cân borcum var
Benden ey merg alacagun senün ikrarumdur
(Ey ölüm! Sana can borcum var. Ben ömür nakdimi sevgilinin gamına verdim. Sana sözümden başka verecek bir şeyim kalmadı.)
Emrî
**
Dilâ gam çekme çâh-ı gabgab-ı cânânda kalmazsın
Virüp la‘line cân borcın çıkar zindânda kalmazsın
Nev’î-zâde Atâyî
**
Nerde bir gam yârsuz kalsa benümle yâr olur
Bir belâ kim sâhibin bulmaz baña gam-hâr olur
İstesem bir çâre, biñ nâ-çârlık yüz gösterür
Vüs’at istersem geñiş dünyâ başuma dar olur
Nev’î
**
Tîr-i gamla sînede kim yâre açıldı
Saklayamadı zahmını dil yâre açıldı
(Sevgilinin gönle gönderdiği bu gam okları sinede yaralar açar. Âşık bu yaralardan sızan sırları sevgiliden saklayamaz.)
Şeyhülislam Yahya
**
Baġlanma iy göñül ġama aldanma şâdîye
Bildük bunı ki lâzım imiş çarha inkılâb
(Ey gönül, gama bağlanma, sevinçli hallere de aldanma! (Zîra) feleğe değişiklik lazım olduğunu bildik.)
**
Ehlen ve sehlen ey gam-ı kalb-i perişân merhabâ
(Hoş geldin ey perişan kalbimin hüznü, hoş geldin.)
Nev’î
**
Gam zamanında görünmez hiç yârân-ı safâ
(Kötü günde görünmez hiç, iyi gün dostları.)
Bursalı Edibî
**
Verdik dil ü cân ile rızâ hükm-i kazâya
Gam çekmeziz uğrarsak eğer derd ü belâya
(Can u gönülden razı olduk kaderin hükmüne,
Üzülmeyiz, düşersek eğer belaya, derde.)
Rûhî-i Bağdâdî
**
Kufl-ı gam olmaz küşâde diye etme fikir geç
(Gam kilidi açılmaz diye düşünme, geç.)
Hüsâmî
**
Herkes cihânda kudreti miktârı gam çeker
Ey dert-mend-i gam-zede şükreyle hâline
(Herkes dünyada gücünce acı çeker,
Ey acı çeken dertli, şükreyle hâline.)
Yenişehirli Belîğ
**
Bezm-i nûş-â-nûşta gam bir taraf mey bir taraf
Sâkîyâ gam kande âlem bir taraf mey bir taraf
(Döne döne içilen mecliste gam bir taraf, şarap bir taraf,
Ey saki, gam şöyle dursun; dünya bir taraf, şarap bir taraf.)
Ziyâ Paşa
**
Çekme gam dest-gîrdir Allah
(Üzülme, elinden tutacaktır Allah.)
Şeyh Gâlib
***
Peyâm-ı yâr elbet tâzeler derd ü gam-ı hicri
(Sevgilinin haberi, elbet yeniler ayrılık acı ve derdini.)
Ahmed Cevdet Paşa
**
Serdâr-ı dehr olursa da baş eğme câhile
Ey milk-i gamda bî-ser ü sâmân başım
(Dünyaya sultan da olsa baş eğme bilgisize,
Ey gam mülkünde perişan ve yoksul başım.)
Hayretî
**
Tabîbin aczini gördüm ilâc-ı derd-i sevdâdan
Belâ-yı aşka düştüm renciş-i gamdan devâ buldum
(Hekimin aczini gördüm sevda derdinin ilacında,
Aşk belâsına düştüm, gam eziyetinden kurtuldum.)
Hersekli Ârif Hikmet
**
Gamın fâş eyleme a’dâyı dil-şâd olmasın dersen
(Üzüntünü belli etme, düşman sevinmesin dersen.)
Üsküdarlı Süleymân Bey
**
Neşve tahsîl ettiğin sâgar da senden gamlıdır
Bir dokun bin âh dinle kâse-i fagfûrdan
(Neşe aldığın kadeh de senden gamlıdır,
Bir dokun, bin ah dinle porselen kadehten.)
Âlî (Ali Efendi)
**
Gam çekme câm-ı mergi yeksân sunar zamâne
Ol zehri Cem de içmiş gerdûn-ı dûn elinden
(Üzülme, ecel şerbetini eşit sunar zaman,
O zehri Cem de içmiş alçak felek elinden.)
Keçecizâde İzzet Mollâ
**
Çalış gam-gînleri şâd etmeye şâd olmak istersen
Sevindir kalb-i nâsı gamdan âzâd olmak istersen
(Çalış gamlıları mutlu etmeye, mutlu olmak istersen,
Sevindir insanları, gamdan kurtulmak istersen.)
Es’ad Muhlis Paşa
**
Ahmed’in aybı güzeller sevmek ise gam değil
Yârsız kalmış cihânda aybsız yâr isteyen
(Ahmed’in kusuru güzeller sevmekse gam değil,
Dostsuz kalmış dünyada kusursuz dost isteyen.)
Ahmed Paşa
**
Âlemde gam kişiye dem-â-dem gelir gider
Âdem mi var ki âlemde hurrem gelir gider
(Dünyada keder kişiye an be an gelir gider,
İnsan mı var ki dünyada sevinçli gelir gider.)
İbn Kemâl
**
Kalenderân-ı hakîkî odur ki fânîde
Ne kayd-ı ser ne gam u derd-i mâ-sivâya düşer
(Gerçek gönül eri odur ki, yalan dünyada
Ne can korkusuna ne dünya dert ve gamına düşer.)
Enderunlu Vâsıf
**
Zemîn handân olur mu girye-perdâz olmadan eflâk
Gam-i âlem kibâr-ı âlemin gamsızlığındandır
(Yer güler mi gözyaşı dökmeden gökler?
Halkın gamı, büyüklerin gamsızlığındandır.)
Yenişehirli Avnî
**
Cefâdan yüz çevirmez derd ü gamdan lezzet almıştır
Benim dîvâne gönlüm çok belâdan erte kalmıştır
(Sıkıntıdan kaçmaz, dert ve gamdan tat almıştır,
Benim deli gönlüm, kaç beladan geriye kalmıştır.)
Zuhûrî
**
Öldüğümden gam yemem sandık-ı sînem korkaram
Hâk içinde çâk olup râz-ı nihânım söylenir
(Öleceğim için üzülmem, göğsüm, korkarım,
Toprakta yarılır, gizli sırlarım ortaya saçılır.)
Nev’î
**
Kande bir gam yârsız kalsa benimle yâr olur
Bir belâ kim sahibin bulmaz bana gam-hâr olur
(Nerde bir gam dostsuz kalsa, benimle dost olur,
Bir bela ki sahibin bulmaz, bana gam kaynağı olur.)
Nev’î (Malkaralı Yahyâ)
**
Güç neşâtın kademin kalbe alıştırmaktır
Yoksa gam her ne zamân isterse hâzır bulunur
(Zor olan sevincin gelişine kalbi alıştırmaktır,
Yoksa gam her ne zaman isterse hazır bulunur.)
Nâbî
**
Devr elinden Bâkiyâ gam çekme âlem böyledir
Gül esîr-i hâr ü has bülbül giriftâr-ı kafes
(İniş-çıkışlardan ey Bâkî, üzülme, dünya böyledir,
Gül çalı çırpı elinde esir, bülbül kafese kapatılmıştır.)
Bâkî
**
Safâ-yı hâtıra yer yok dil-i nâçize gam dolmuş
(Neşeye yer yok, zavallı gönle keder dolmuş.)
Lâ Edrî
**
Ceyş-i gamdan kande etsin ilticâ ehl-i niyâz
Kal’a-i himmette Nâbî burc ü bârû kalmamış
(Gam askerinden nereye sığınsın muhtaçlar,
İyilik kalesinde, Nâbî, ne sur, ne siper kalmış.)
Nâbî
**
Aşka düştün bana derken gam ü mihnet ne imiş
Sen de gör çâşnî-i câm-ı mahabbet ne imiş
(Aşka düştün, bana derken gam ve keder neymiş,
Sen de gör şimdi aşk şarabının tadı neymiş.)
Nâbî
**
Savm-ı hicr ile dönersen ger hilâle, gam yeme
İrişürsin âkıbet ıyd-i visâle, gam yeme
Rûze-i hicrânı hôş tut ıyd-i vasl-i yâr içün
Kıl tahammül ey gönül savm-ı visâle, gam yeme
Nebî
**
Şadi-i mahabbet de bizim gam da bizimdir
Mecruh-ı diliz yare de merhem de bizimdir
Açılmada yok minnetimiz mihr ü nesime
Gülzar-ı gamız gonce de şebnem de bizimdir
Nâ’ilî
**
Mecnûn-ı gam mahabbet-i ‘ışkuñ neden bilür
Bu bir belâ durur, bunı şâhum çeken bilür
İshâk
**
Yazdılarsa cürm-i bisyârum Kirâmen Kâtibîn
Gam degül âh-ı nedâmet ol dahı defterdedür
Beheşti Ramazan
**
Gözüm yaşından özge elde `âlemde nükûdum yok
Ne gam mâl u menâlüm yog ise bârî hasûdum yok
Mostarlı Ziyâ
**
Hicri ara ârâm u karârım yoktur
Vaslıga yiterge ihtiyârım yoktur
Kimge açayın râz ki yok mahrem-i râz
Gam kimge diyin ki gam-güsârım yoktur
(Ömrün en güzel vakitleri geçti,
Çölde esip giden bir yel gibi..
Gam yemedim iki günlük dünya için,
Biri gelmemiş, diğeri geçip gitmiş olan.)
Baba Efdal-i Kaşani
**
Resîd müjde ki eyyâm-i gam nehâhed mând
Çunân nemând çunîn nîz hem nehâhed mând
(Müjde geldi: Gam günleri geçecek. Öyle kalmadı, böyle de sürmeyecek.)
Hâfız-ı Şirâzî
**
Âlemde gam kişiye demâdem gelür gider
Âdem mi var ki âleme hürrem gelür gider
Âdem Dede
**
Tâli[h]i yâr olanın yâr sarar yarasını
Tali[h]i yâr olmayanın gam ……sını
Keçecizâde İzzet Molla
**
Arz-ı hâl etmez dil-i gam-dîdemiz dildâre de
Etmesin muhtâc Rabbim yâre de ağyâre de
Süleyman Nazif
**
Etme gönül tefekkür, gam seni igfâl eder
Men âmene bi’l-kader emine mine’l-keder
Mecnûn ki belâ deştini geşt etti serâser
Gam-hâneme geldi dedi hâlin ne birâder
(Mecnun, Leyla aşkına bela çölünü baştan başa dolaştı. Sonra benim gam evime uğrayıp hayretinden “Bu halin ne birader!” demekten kendini alamadı.)
Âşık Çelebi
**
Beden bîmâr ü cân bî-zâr ü dil gam-hârdır sensiz
(Beden hasta, can bezgin, gönül üzgündür sensiz.)
Hâkim
**
Bir lebi gonca yüzü gülzâr dersen işte sen
Hâr-ı gâmda andelib-i zâr dersen işte ben
(Dudağı gül goncası, yüzü gül bahçesi bir güzel görmek isteyen sana baksın
Bağrına gam dikeni saplanmış, feryad eden bülbül görmek isteyen bana baksın!)
Bâkî
**
Mihnet ü derd ü belâ vü gussa vü endûh u gam
Şeş cihetden cana oldılar havale n ’eyleyem
(Eziyet, dert, belâ, sıkıntı, keder ve gam. Altı yönden canıma saldırdüar, ne yapayım?)
Selîkî
**
Gelıcek gam mülkine cân kar şu çıkar
Nasıl izzet itmesün memleket sultânıdur
(Gönül mülküne gam geleceği zaman, can onu karşılamaya çıkar,
Nasıl kıymet vermesin ki, memleket sultanıdır.)
Bâkî
**
Gezdik bu zîr-i kubbe-i eflâki her taraf
Vîrân-serâ-yı dil gibi gam-hâne görmedik
(Bu gökkubbe altında ki her tarafı gezdik,
Bu virane gönlümüz gibi bir gam evi görmedik.)
Garibi
**
Avniyâ gerçi ölüm dünyede müşkil işdir
Gamze-i dilber ile biz anı âsân ederiz.
(Ey Avnî, dünyada ölüm gerçi müşkil bir iştir;
Sevgilinin bakışı ve biz onu kolay ederiz.)
Avnî
**
Ger günahım Kuh-i Kaf olsa ne gam yâ Celil
Rahmetin bahrine nisbet ennehû şey’un kalîl.
(Günahım kaf dağı kadar olsa ne gam ey Allah’ım! Senin rahmet denizine göre, Kaf Dağı büyüklüğündeki günah küçük bir şeydir.)
Lâedri
**
Temim aşk âteşi yaksa gam ü derde günah olmaz
Mahabbet şehridür bunda vezîr ü pâdişâh olmaz.
(Aşk, tenimi yaksa, gam ve derde günah olmaz.
Bu, muhabbet şehridir; burada vezir ve padişah bulunmaz.)
Hayalî Beg
**
Gelicek gam mülkine cân kar şu çıkar
Nasıl izzet ıtmesün memleket sultânıdur.
(Gam, kendi ülkesi olan gönüle geldiği zaman, can karşı çıkar. Can nasd saygı göstermesin ki, o (gam) , bir memleket sultanıdır.)
Necâtî
**
Mürûr-i vâde-i yâre inanma sen Ahmed
Gama inan inanırsan ki eski yârindir.
(Ey Ahmet! Sevgilinin verdiği söze sakın inanma. İnanırsan gama inan ki, o, senin eski dostundur; vefasızlık etmez.)
Ahmed Paşa
**
Esîr-i fürkatüz itdük visâl-i yâra heves
Garık-i bahr-i gamuz eyledük kenâra heves
(Ayrılığın esiriyiz, sevgiliye kavuşmaya heves ettik,
Gam denizinde boğulduk, sahile heves ettik.)
Kâtib-Zâde Sâkıb
**
Gamzedeyim deva bulmam, garibim bir yuva kurmam.
Kaderimdir hep çektiğim, inlerim hiç reha bulmam.
Elem beni terketmiyor , hiç de fasıla vermiyor.
Nihayetsiz bu takibe doğrusu takat yetmiyor .
Tatyos Efendi
‘Gamzedeyim Deva Bulmam’, Tatyos Efendi bu eserin sözlerini yazdıktan 1 ay sonra vefat eder, dediği gibi yuva kuramadan göçüp gider bu diyardan, ince hastalığa yakalanır, aşık olur ve sonun başlangıcı olan hikayesi böyle başlar. Tatyos Efendi gün geçtikçe içine kapanır, meyhanelerde onun bestesi çalarken o yalnız başına susmayı tercih etmektedir. Dönemin meşhur yazarı aynı zamanda yakın dostu Ahmet Rasim meraklanır, halinin iyi olmadığı haberini alır, yanına gider derdiğini öğrenmeye çalışır. Tatyos Efendi anlatmaz derdini fakat bestesinden bellidir, bir ahuya tutulmuştur. Dili çözülür Tatyos Efendi’nin şöyle der ; ‘Bir dilberin gamına düştüm, gamzesine düştüm ,tek gerçek onun gamzesidir,kan çanağı gibidir,gören gördüm diye ölür,görmeyen pişmanlıktan ölür.’ (Buraya bir not düşmek isterim Tatyos Efendi şarkıda gamzedeyim derken derbeder, sürekli sıkıntı yaşayan anlamında kullanmıştır kelimeyi, bizim aklımıza yanakta oluşan çukur anlamındaki gamze gelsede.)
Ahmet Rasim Efendi bakıyor dostu körkütük aşık;’Gidelim konuşalım, sanatkar adamsın bestelerin dillerde, hele ki bu son şarkının kendisine yazıldığını duysa o da seni sever belki, evlenirsiniz mesut olursunuz.’ diyerek dostunu cesaretlendirmeye çalışır fakat Tatyos Efendi uzaktan sevmenin, platonik aşkın, karşılıksız sevmenin cazibesine kapılmıştır. Tatyos Efendi;’Benim gibi çulsuz, yalnız, unutulmuş bir bestekarı kim sevsin,bugüne kadar kim sevdi.’ diye dertlenirken meyhaneye dönemin külhanbeylerinden Arap Abdullah gelir, rica eder gamzedeyim şarkısını Tatyos Efendinin ağzından duymak ister, okur meyhanedekiler kendilerinden geçer, Ahmet Rasim Efendi ortak dostlarının derdini Arap Abdullah’la paylaşır.
Tatyos Efendi şöyle anlatır durumunu; Kim olduğunu bilmiyorum ama evini biliyorum diyor her gece eve giderken görüyorum onu o da beni görüyor. Bu sözlerden sonra Arap Abdullah şaşkın bir şekilde karşılık veriyor; Orada kimse oturmaz, oranın ışıkları yanmaz, yıllar önce Madam Bella diye birisi orada bir meyhane işletirdi şimdi yok öldü, gitti der. Tatyos Efendi inanmaz söylenenlere; ’Gidelim bakalım ,sizde göreceksiniz orada biri var,her gece beni bekliyor bende ona tutuldum’. Bu sözlerin üzerine gidip bakarlar, Tatyos Efendi bakın orada işte görmüyor musunuz der fakat yanındaki ne Ahmet Rasim Efendi ne de Arap Abdullah kimseyi göremez. Aslında bir hayale aşık olmuştur Tatyos Efendi, konuyla alakalı farklı rivayetlerde vardır, inanılması güç, önümüzdeki günlerde kağıda dökeriz onları da, fakat gerçek olan Tatyos Efendinin yaşadıklarıdır, hissettikleri ve kağıda döktükleridir. Bazı duyguları hissederek yaşarsanız karşınızda ki bir hayal bile olsa, gerçek bile olmasa, siz onu gerçek bir hale getirebilirsiniz ve yüzlerce sene yaşatabilirsiniz. Herkesin hikayesi kendi yüreğinde başlar, kendi yüreğinde biter…
Ahmet Rasim Efendi eseri şöyle özetlemiştir; Gamzedeyim şarkısı Tatyos’un ömrünün hasılasıdır, yani neticesidir.”Koca bir ömürü bir şarkıya sığdırmak …
Üzüntü ve sevince bakma, zevke bak Muhlis, dünyadır bu.)
Es’ad Muhlis Paşa
**
Merhûn-ı gam-i hasret olan hâtır açılmaz
Medyûn olan âdemde şetâret bulunur mu
(Özlem acısına tutsak gönül açılmaz,
Borçlu olan insanda neşe bulunur mu?)
Fâruk
**
Biz ki dilden emel ü râhatı dûr eylemişiz
Çekilip kûşe-i gam-gâha huzûr eylemişiz
(Biz ki gönülden istek ve rahatı uzak eylemişiz,
Çekilip gam köşesine, huzur eylemişiz.)
Halil Fâiz Efendi
**
Sana, gamına ortak bir yar olduğu ümidini verenin sözü yalandır. Sakın bu yalana kanma! O, seni kandırmak için dil dökmededir, sevinç gününde, iyilik ve varlıklı gününde bütün cihan senin dostundur. Fakat, gam gecesinin dostu pek azdır.
**
Gönlüm, gamınla her gün biraz daha sızlıyor, biraz daha inliyor… Sevgilim, merhametsiz kalbim, her gün benden biraz daha bıkıyor… Gamından biz vazgeçtik, ama gamın bizden vazgeçmedi. Gerçekten de, gamın senden daha vefalı imiş.
**
Dervişlikle aşıklık bir arada olursa sultanlıktır. Aşkın gamı, gam değil çok kıymetli bir hazinedir. Fakat bu hazine gizlidir. Ben gönül evini kendi elimle yıktım, viran ettim. Çünkü definenin viranede saklı olduğunu bildim.
**
Vefasız gönül, gamlara batsın, mateme girsin. Kimde vefa yoksa, o kişi dünyada yok olsun. Yaşamasın daha iyi. Gördün ya, beni dünyada gamdan başka kimse hatırlamıyor, bu vefasız dünyada benim en vefalı dostum gamdır. O gama çok çok aferin!
**
İnsana gam acı gelir fakat, aşk gamı şeker gibi tatlıdır! Artık bundan sonra aşk gamına, gam gözüyle bakma!
Aşk gamı, aşığın gönlünden bir an için olsun çıkıp gidince, gönül evi mezara döner; evde bulunanların hepsi de mahzun olurlar, üzülürler!
**
Dün, hayalin bana geldi de; “Gam yeme, üzülme!” dedi. “Ey derdi bana deva olan sevgili; ben, gam yemiyorum!” dedim!
Dedi ki: “Ben, gamı sana gölge yaptım; iki dünyayı da senin emrine verdim! Ama, eğer sen bana kavuşmak istiyorsan, ikisinden de vazgeç; hem dünya nimetlerini, ahiretteki cenneti bırak, hem de gamlara, kederlere dal!”
**
Yine gam askerleri toplanıyor; bana saldıracaklar! Fakat ben, gam ordusundan ürkmüyorum; benim bölük bölük aşk ordularım o kadar çok ki, göklere dayanmış!
**
Ey gam; yürü git! İlahî aşkla mest olmuş kişilerle senin işin yok! Kimi ayık bulursan, onu hırpala, onun başına bela ol!
Mest olmuş kişiler, düşüncelerden, gamlardan kendilerini kurtarmışlardır! sen git de, düşüncelerden, gamlardan kendilerini kurtaramayanları yakala, sıkıştır!
**
Yay gibi gam oklarını başıma yağdırma; kalkanı olmayana niçin oklar atarsın?
Paran olsa da, olmasa da gamdan yakanı kurtaramıyorsun. Hem yaralı, hem gamlı olmadansa, elbette paran varken gamlı olman iyidir.
**
Biz gam yemeyiz. Bunu kim görmüştür? Sen yük çekesin de o ah desin.
Gamdan kaç, padişahın bulunduğu tarafa git! îğreti evden çık, orada oturma.!
**
Kederlere kapılmıştın, gamlara av olmuştun, yardımcın yoktu. Perişan bir halde idin. Hakk’a ulaştın da kederlerden kurtuldun, güç kuvvet sahibi oldun.
**
Neden bir düşünceye takıldın, çaresiz kaldın? Kendi içine kapandın, gamlara battın?
**
Sana can şarabı içirsem de artık gam yeme; kedere kapılma! Gamın da yeri mi? Artık her neşeli kişiden rehin olarak neşe al!
**
Gamdan, ızdıraptan daha tatlı bir şey olamaz!
**
Eğer gam elçisi sana gelirse, tanıdık bir dost gibi karşıla, onu kucakla! Zaten o, sana yabancı değildir; onunla aşinalığın vardır!
Sevgiliden gelen cefaya karşı sakın suratını asma! Onu, neşe ile karşıla; ona “Merhaba, hoş geldin!” de!
Onu güler yüzle, tatlı sözlerle karşıla da, gönül alıcı o eşsiz varlık, hoşa gitmeyen çarşafını üstünden atsın ve güzelliği ortaya çıksın!
Gam çarşafına bürünerek gelmiş olan o dilberin çarşafının ucundan sıkıca tut ve asla bırakma! Onun çarşafının kirliliğine bakma; içindeki dilber çok güzeldir, çok tatlıdır, pek de vefalıdır!
Bu yüzdendir ki, bu mahallede, en çok kadına düşkün olan benim! Böylece ben, her güzel yüzlünün çarşafını çeker dururum!
Güzellerin hepsi de, çirkin görünsünler diye, kirli, biçimsiz çarşaflara bürünerek karşımıza çıkmışlardır! O çarşafın içinde korkunç bir varlık, bir ejderha varmış hissini vermek istemişlerdir!
Gam belası, beni, korkmuş, endişeye kapılmış olarak değil, gülerek görür! Ben, neşe kılığına girerek gelen derdi davet etmem; aksine, dert kılığında gelen devayı çağırırım!
Şunu iyi biliniz ki; gamdan, ızdıraptan daha tatlı, daha mübarek bir şey olamaz; karşılığı sonsuzdur!
**,
Ölüp gidenler (bu dünyaya gözlerini kapayıp da manen öteki alemi görmeye başlayınca) derler ki: “Boş yere ne olmayacak gamlar yemişiz, üzülüp durmuşuz! Ömrümüz, çeşitli vesveselerle geçti gitti!
Coşan, dalgalanan, köpürüp duran denizi hayranlıkla seyrediyor, neşeleniyor, el çırpıyorsun! Seni neşelendiren köpükler, onun denizinin köpükleridir! Bu yüzden, onun neşesine ne gam gelir, ne keder!
**
Ayrılık gamınla inleyerek, sızlanarak ağlayıp durmadayım! Ama sen, benim çektiğim ızdırabı çekme; sen, şad ol, neşeli ol! Bana gamlar, kederler verdiğin için sana darılmadım; yine de seni bekliyorum; sen, şad ol, neşeli ol!
**
Bu kadar kedere kapılma, bu kadar çok gam yeme! Ne zamana kadar böyle yaslara gömüleceksin? Sen, acılar çekmeye, yaslara gömülmeye layık değilsin! Bizim sana bağışladığımız o sevgiyi kaybetmedinse, gamı kederi bırak da, bizimle beraber ol, bizimle aynı renge boyan!
**
Gam neşenin gölgesidir. Gam neşeyi kovalar. Onun arkasından koşar durur. Aklını başına al da kahkahalarla gülmeyi, fazla neşeli olmayı bırak! çünkü neşe ile gam birbirinden hiç aynlmazlar.
**
• Altın gibi çok değerli olan varlığını şu manevî zevk ve safaya ver! Gama, kedere verme! Zevke ve safaya layık olmayan altının toprak başına!
**
Ben bu dünyada dost olarak yalnız seni seçtim. Böyle olmakla beraber, sen benim kederlere kapılmamı, gamlara düşmemi uygun bulur musun?
Gönlüm kalem gibi senin avucunda, parmaklarının arasında, neşelerim de senden gelmede, hüzünlerim, gamlarım da sendendir.
**
Sen verdiğin için, senden geldiği için ben gamı çok seviyorum, daha çok gamlanmak istiyorum. Fakat gamın kıskanıyor da, bana daha çok gam gelmesine müsaade etmiyor. Sevdan da beni bırakmıyor ki, bedenimin aslına döneyim, balçık haline geleyim.
Yalnız ben değil, senin gamını herkes sever. Çünkü bütün dünyanın cezalarını senin gamın diri tutar. Fakat ben senin verdiğin gamı başkaları ile paylaşrnak istemiyorum. Senin bütün gamını tek başıma çekmek istiyorum.
**
Kalpleri kırılmış, gamlara düşmüş kişilere dost olalım. Onların gamlarını paylaşalım. Hor görülenleri, toprağa düşenleri, ayak altında ezilenleri gül bahçesi haline getirelim. Biz, dünyaya bunun için gelmişiz.
**
Aşkın gamı, önünde sonunda beni çeke çeke götürecek. iyisi mi, ben şimdi kendiliğimden gideyim.
**
Ey boş yere kendini gamlara kaptıran, elde edemediği dünya malı için üzülüp duran gafil! Kur’an’ı aç da; “Sizden önce gelen insanlar nice akarsular, nice bahçeler terk edip gittiler!” ayetini oku!
**
• Sen, gamlar içinde bulunduğun halde neşeli ol; vefasız olan, vefa nedir bilmeyen şu dünyada, sen vefalı ol!
**
Sende bulunan hoşluk, güzellik seni bırakıp gidince, sakın gam yeme, kederlenme! İyi bil ki, seni bırakıp giden şey, bir başka şekle bürünerek yine sana gelir!
**
Ey nurlar saçan sabahımız! Gamlı ve kederli olduğumuz zamanlarda gönlümüzdeki gam dumanlarını dağıt, bize şevk ver, neşe lutfet. Tali’imizin karanlık gecesinde; bir gündüz, görülmemiş, işitilmemiş, şaşılacak bir gündüz meydana getir.
**
Ey söylenmemiş, gönülde kalmış gam, ey uyuşmuş akıl defolun gidin!
**
Gece, geçip gitti, sabah şarabının içilme zamanı geldi. Gam defolup gitti, neşeler, feyizler yüz gösterdi. Mutluluk güneşi doğdu. Parıl parıl parlamaya başladı. Ben bütün zamanların böyle olmasını dilerim.
**
Haydi bu kederlerle, gamlarla dolu olan bu alemi bırakın da, bu alemin ötesine doğru yola düşün!
**
Şunu iyi bil ki, gamın, kederin arkasında neşe vardır. Neşenin arkasında da gam ve keder pusudadır.
**
Gönlündeki gamları sil süpür! Orası tertemiz olsun! Çünkü gönül dostun hayalinin evidir.
**
Ney sesini dinle! Aslında o ses ney’in değildir. Ona üfleyenin duygularının ney’den duyulan nağmeleridir. Sen aşk şarabını içmeğe bak! Gam kendi derdine düşmüş, çırpınıp duruyor.
**
Ey gönül! Hakk’tan gelen gamı, kederi bir lütuf olarak bil de, ondan yüz çevirme! Onun içine gir! Çünkü sabır sıkıntının anahtarıdır. Onun gönülde açtığı yaraya katılan ki merhemi yüz göstersin! Şunu aklından çıkarma ki sabır, ızdırabın, acının anahtarıdır.
**
Aşk insana en güzel arkadaştır. En iyi dosttur. Onun sevgisinin içine gir; elinde ateş bile olsa gam yeme!
**
Geceleyin uyumak bir çeşit ölümdür. Sabahleyin uyanmak ölümden sonra dirilip yaşayışa kavuşmaktır. Ey gam, beni öldür! Ben Hz. Hüseyin’im, sen ise Yezid’sin!
**
Nefsanî arzulardan temizlenmiş gönle, elem, keder, gam, gussa giremez. Dünya gamları onun neşesini artırır.
**
Derken gönüle hatiften, ötelerden bir ses geldi. “Sevdiğinin adını an, ey inatçı şaşkın, korkma, adını an, gam yeme; kimseden çekinme!
**
Gönüle bir hırsız gibi girerek bütün gece orada gizlenen gam, sevgilinin, vuslat polisinin eline düştü de darağacına çekildi.
**
Senin sevgi darağacına asılan “Hallac-ı Mansur”un gönlü, başına gelen büyük belalardan, felaketlerden gam yemez, gam yemez!
**
Bütün dünya, gamın elinde esirdir, zebündur. Bilmiyorum ki, neden herkese doğru giden gam, beni görünce, onu özlediğim halde bana gelmiyor, benden kaçıp gidiyor?
Gam, benden o kadar korkuyor ki, ben göklere yükselsem, beni orada görünce o aşağılara, yeryüzüne kaçıyor. Ben aşağılara inince, bu defa o göklere yükseliyor.
Susayım artık, belki gam, kaçmayı bırakır da gelir, benimle savaşa girer. Hayır, yanlış söyledim, gam, zaten söylemeyenden, şikayet etmeyenden kaçar.
**
Ölüm günümde tabutum götürülürken, bende, bu dünyanın derdi, gamı var, dünyadan ayrıldığıma üzülüyorum sanma, bu çeşit şüpheye düşme!
Sakın, öldüğüm için bana ağlama; “Yazık oldu, yazık oldu!” deme. Eğer nefse uyup Şeytan’ın tuzağına düşersem, işte hayıflanmanın sırası o zamandır!
Cenazemi görünce; “Ayrılık, ayrılık!” deme! O vakit, benim ayrılık vaktim değil, “buluşma, kavuşma” vaktimdir!
Beni toprağın kucağına verdikleri zaman sakın; “Veda, veda!” deme! Çünkü mezar, öteki alemin, cennetler mekanının perdesidir!
**
Ey gam; ne kadar da aptallaşmışsın! Neden bana, kapıma düştüğünü söylemezsin de, kapımdan içeri girmeye çalışırsın!
Ey gam! Sonunda, senin ateşinden kurtulacağım da, cana canlar katan sevgiliye teslim olacağım!
Mevlâna Celâleddîn
Divân-ı Kebîr
**
مَنْ اٰمَنَ بِالْقَدَرِ اَمِنَ مِنَ الْكَدَرِ “Kadere imân eden gam ve hüzünden emin olur..”
O halde her sabaha ve akşama girdiğinde, ‘Allah’ım! gam ve kederden sana sığınırım. Acizlik ve tembellikten sana sığınırım. Korkaklık ve cimrilikten sana sığınırım. Borç altında ezilmekten ve düşmanların bana galebesinden sana sığınırım. ‘ de!”
**
Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Bir Müslümana herhangi bir musibet, bir sıkıntı, bir gam dokunursa, hatta kendisine bir diken dahi batsa, mutlaka Allah bunları onun günahlarına kefaret yapar.”
**
“Allah, devamlı istiğfar edenin, her (dünyevî) üzüntüsünü sevince dönüştürür. Her zorluktan çıkış yolu verir. Ummadığı yerden ona rızık kapıları açar.” (Ebû Dâvud)
Rasûlullah’a böyle bir üzüntü geldiğinde nasıl davrandığını da biliyoruz: “Bir iş, kendisini üzdüğünde, Rasûlullah namaz kılmaya sığınırdı.”(Müsned) “Üzüntü ve kederi artan bol bol ‘lâ havle velâ kuvvete illâ billâh = Allah’ın dışında güç ve kuvvet kaynağı yoktur’ desin.”(Buhârî) Ve, hâlâ geçmeyen ciddî bir dünyevî üzüntü varsa, onun da ilacını belirten bir tavsiyesi: “Cihad yapın. Çünkü o, cennet kapılarından biridir. Allah onunla nefislerden üzüntü, gam ve kederi uzaklaştırır.” (Taberânî)
Kalmak -evet!- Ve kendi hüznünü akşamları Terkedilmiş kuyulara bırakmak, Kendi acının feryadını Fırtınanın kükreyişine koyvermek, Yerinde duramayan ruhunun inleyişini Yağmurun gürültüsüne katmak. Kalmak evet kalmak Seyre koyulmak evet seyre koyulmak Yalanı: Riyayı kimsenin gizlemediği şehirde Ömür ne şâhâne geçiyor Ve hemşehrilerimin sadâkati yalnızca bunda
Ahmed Şâmlu
Artık yer yok Kalbin hüzünle dolu Sıcak mavi rengini yitirdi senin göklerin.
Ve tepenin üzerinden, Çırpınır birden Acılı ve yanık seslenmek ister yüreğinin derinliğinden, Gelip geçen kuşların, anlamını bilmediği. İşte o zaman içindeki acılarla sarhoş Kendini ateşin heybetine atar Sert bir rüzgar üfler; yanmış mıdır kuş? Biriktirmiş midir gövdesinin külünü? Külünün kalbinden doğar artık onun yavruları.
Selamını alan yok, Başlar yakaların içinde, Selam alıp dostları görmek için başını kaldıran yok. Bakışlar ayakların önünden başka yeri göremiyor, Çünkü yol karanlık ve kaygan. Birine dostluk elini uzatsan, Gönülsüzce çıkıyor eli koynundan, Çünkü soğuk şiddetli ve yakıcı. Nefes, çıkınca göğsün sıcaklığından dışarı, karanlık bir bulut oluyor. Bir duvar gibi dikiliyor gözlerinin önüne. Nefes böyle olunca ne bekleyebilirsin ki Yakın ya da uzak dostların gözlerinden? Ey delikanlı Mesih! Ey gömleği eski püskü pir! Hava kalleşçe soğuk… Ah! Sen üşümüyorsun, keyfin de yerindedir umarım. Selamımı sen al, aç kapıyı. Benim ben! Her geceki misafirin, bedbaht ayyaş. Benim ben! Tekmelenmiş taş. Benim! Yaratılışın utancı, falsolu nota. Ne beyaz bir Romalıyım ne siyah bir Afrikalı, rengim yok benim Gel aç kapıyı, aç, daraldım. Ey dost! Ev sahibi! Her zamanki misafirin kapının önünde denizin dalgaları gibi titriyor. Dolu yağmıyor, ölüm de dayanmadı kapına. Soğuktan takırdayan dişlerin sesi bu duyduğun. Hesabı ödemeye geldim bu akşam, Borcumu bırakacağım kadehin yanına. Diyorsun, vakitsiz geldin, sabah oldu, şafak söküyor, Aldatıcı bir kızıllık bu gökyüzündeki, şafak değil, Soğuktan donmuş kulakların kızıllığı bu, ey dost, kışın soğuk tokadının izi. Daracık gökyüzünün kandili güneş, ölü ya da diri, Dokuz kat ölümle sıvanmış kalın ve karanlık bir tabutta, Ey dost! Bade lambasını yak, gece ile gündüzün farkı kalmamış, Selamını alan yok, Hava karanlık, kapılar kapalı, başlar yakaların içinde, eller saklanmış, Nefesler bulut olmuş, yürekler yorgun ve üzgün, Ağaçlar sivri billurdan iskeletler gibi, Yeryüzü cansız, gökyüzü alçalmış, Güneş ve ayı toz kaplamış, Mevsim kış.
Yağmurun altında yolunu kaybetmiş bir kuş gibi, Düşman çadırına benzeyen bir gecede çölden geçmiş, Ve geceyi tek başına çölde geçirmiş, Şimdi orada beyhude bir gayretin leşi üzerinde duruyor. Her şey yorgun ve ıslak… Mutluluk alevinden haber getiren aydınlık dumanı gibi Seher yükseldi. Karanlığın tozu, su buharı misali, Yeryüzünün üzerinden kalktı gitti. Felek tutuştu bazen kendini gösteren ebedi bir utanmayla. Altın rengi örümcek geldi, Ve gecenin yorgun ıslaklığını ağlattı. O anda ışık suyunu, su ışığı ile karıştıran Nesim yeli esti. Kadifeyi bile ipeksi uykusundan kaldırmayacak kadar hafif bir yel… Ve o zaman sabahın ruhu gözümüm önünde nazlı nazlı soyundu, Ve ebedi saflık pınarında yıkanıp Hasret ve gam tozunu üzerinden attı. Doğruldu ve altından dokunmuş örtüsünü kuşandı, Ve o zaman eteği sonsuzluğa doğru yayıldı. Bu yüce ve pak, ilahi sabahta, Sana soruyorum ey Ahura Mazda! Ey Mazda Ahura! Sen ki ihtiyar feleği yukarıda tutansın! Senin iradendir onun aşağıya kayıp düşmesini, Ve ters duran o tastaki tanelerden birinin bile dökülmesi engelleyen. Sen ki yeryüzünü yerinde tutansın! Senin iradendir onun aşağıdaki yerinden süzülüp, Daha da aşağılara düşmesinin engelleyen. Yüzbinlerce dağ ile yerine mıhlamışsın dünyayı sağlamca, Ne düşüyor ne yukarı kalkıyor. Sana soruyorum ey Ahura Mazda! Ey Mazda Ahura! Bu sabahın, Kime hayrı var? Kime faydası ve hoşluğu? Kimin için, benim gibi, bir başka boş ve beyhude başlangıçtan ibaret. Söyle bana, söyle… bana… Kime ağlama? Kime gülme?
Efsane: evet, evet Kararsız bir aşığın hikâyesiyim. Ümitsiz, ıstırap dolu Üzüntüden gece ayakta kalan Yıllarca keder ve inzivada yaşayan.
Korku dolu bir aşığın hikâyesiyim Sahra devi gibi korkunçsam, Ve eğer beni ihtiyar köylü bir kadın İnsanların kaçtığı bir dev gibi görüyorsa, Cihanın ıstırabının oğluyumdur da ondan