Kalmak -evet!- Ve kendi hüznünü akşamları Terkedilmiş kuyulara bırakmak, Kendi acının feryadını Fırtınanın kükreyişine koyvermek, Yerinde duramayan ruhunun inleyişini Yağmurun gürültüsüne katmak. Kalmak evet kalmak Seyre koyulmak evet seyre koyulmak Yalanı: Riyayı kimsenin gizlemediği şehirde Ömür ne şâhâne geçiyor Ve hemşehrilerimin sadâkati yalnızca bunda
Ahmed Şâmlu
Artık yer yok Kalbin hüzünle dolu Sıcak mavi rengini yitirdi senin göklerin.
Titrek el ve yüreğimde tek korkum Aşkın bir sığınağa dönüşmesiydi Uçuş değil, kaçış olmasıydı. Ey AŞK, ey AŞK! Mavi yüzün görünmüyor
***
Arhk aşk İçimizdeki soğukluğa alev coşkusu değil yaramızın sızısına uyuşturucu bir merhem Ey AŞK, ey AŞK! Kızıl yüzün görünmüyor
***
Güçsüzlük üzerine karanlık tozlu avuntu ve huzurlu kurtuluş varlığın kaçışına. Mavinin huzuruna Karanlık Ve erguvan üzerine EY AŞK, EY AŞK! Yeşil yaprakçık tanıdık rengin, tanıdık yüzün görünmüyor.
Elimde bir kandille, yüreğimde bir kandille: Karanlık’ta savaşmaya gidiyorum yorgunluk beşikleri bırakmış gelip gitmelerin keşmekeşini ve güneş derinden kül olmuş samanyollarını aydınlatıyor. dolunun bulutları tohumlandığı an yıldırımın asi çığlığı duyulur. ve asma’nın sessiz sızısı: kıvrım kıvrım uzun dallarının ucunda filizlenirken küçük koruklar
***
Tüm çığlığım sıkıntıdan kurtulmak içindi, çünkü ben en korkunç gecelerde, güneşi ümitsiz dualarda Sen güneşlerden, seherlerden gelmişsin. talep ettim. Sen aynalardan ipeklerden gelmişsin
***
Ateşin ve ilahın olmadığı bir boşlukta Senin bakışını ve itimadını ümitsiz Dualarda istedim. İki ölüm arasında İki yalnızlığın boşluğu arasında bir esinti senin bakışın ve güvenin böyledir, Senin sevincin acımasız ve uludur. Nefesin benim boş ellerimde, nağme ve yeşilliktir.
***
Elimde bir kandille Gönlümde bir kandille ayağa kalkıyorum Ruhumun pasını gideriyorum Senin aynanın karşısına bir ayna bırakıyorum Senden ebedi bir varlık yaratmak için
Akasyaların rüyasında ölmek istiyorum. Yavaş esen rüzgarda -İkilem arasında gidip gelerek. Akasyaların rüyasında ölmek istiyorum.
Atlas çiçeklerinin ağır soluğunda
ölmek istiyorum. yazın ıslak ve sıcak bahçelerinde. günbatımının ilk saatlerinde atlas çiçeği soluğunda uçmak istiyorum.
Göğsümde hançer yarası süsen gibi açsa da. akasyaların rüyasında ölmek istiyorum atlas çiçeklerine geçit olmak istiyorum. -son fırsatta- akşam vakti, saat yedide.
Nazlı! İlkbahar gülümsedi ve erguvan açtı. Avludaki yaşlı yasemen bile çiçek açtı inat etme! uğursuz ölümle uğraşmal var olmak, olmamaktan daha iyidir, hele ilk baharda. Nazlı konuşmadı, başı dik Yiğitçe sustu ve gitti.
Nazlı! Konuş! Suskunluk kuşu aşiyanda dehşet bir ölümün üzerine kuluçkaya yatmış. Nazlı konuşmadı. güneş gibi karanlıktan geldi. Kan kırmızı oldu ve gitti.
Nazlı konuşmadı Nazlı yıldızdı: Bir an bu karanlıkta parladı ve gitti. Nazlı konuşmadı Nazlı menekşeydi Çiçek açtı, kışın bittiğini müjdeledi ve gitti …
Ahmed Şamlu
• Nazlı: Politik görüşleri sebebiyle Şah döneminde idam edilen yazar ve düşünür.
Taş çekiyorum omuzumda Lâfızlar taşını Kafiyeler taşını Gurûb vakti ter dökerek geceyi Karanlık çukurunda Uyandırıyor Ve renk katran karası oluyor Tabutun körlüğünde Ahenk nefessiz kalıyor Sessizliğin patlaması korkusuyla Ben çalışıyorum Ve sözcük taşlarıyla Yükseltiyorum Sağlam Bir duvar Şiirimin çatısını üstüne örtmek için İçinde oturmak İçinde yaşamak için Ben böyleyim. Ahmağım belki de! Kim bilir Ben Zindanımın taşlarını omuzumda taşıyorum Meryem oğlunun haçı taşıdığı gibi Sizin gibi değil Celladınızın kırbaç sapını yontuyorsunuz Kardeşinizin kemiğinden Celladınızın kırbacını örüyorsunuz Kız kardeşinizin saçından Ve bencillerin kırbaç sapına kaş oturtuyorsunuz Babalarınızın kırık dişlerinden
Ve ben kafiyelerin ağır taşlarını omuzumda taşıyorum Ve şiir zindanına Hapsediyorum kendimi Çerçevesinin zindanında Hapsolmuş resim gibi
Nice Aptal resim vardır Ham insana ait Yıllar öncesinin beninden Kaybolmuş Küçük çocuk bakışım var Gözlerinde Daha eski bir “ben”i yerine koymuş Tebessümünü Dudaklarına Ve bugün ona bakışım Günahlardan Pişmanlık gibi
Benzersiz bir resim Onun tebessümünü unutsaydı Yanakları incelseydi Hayat arayışında Alnı çizik çizik olsaydı Zamanın kölelik zincirine vurulmuş geçişiyle olurdu “Ben”!
“Ben” olurdu Aynen! Ben olurdu. Çünkü zindanımın taşlarını Omuzumda taşıyorum sessizce Ve hapsediyorum ruhumun çabasını Sözcüklerin dört duvarı arasında Onların sessizliği patlıyor Ahenklerin boşluğunda Araştırıyor gözlerindeki bakışsızlığı Renklerin çölünde “Ben” olurdu Aynen! Ben olurdu; gülümsememi unuttum İşte yanağım İşte alnım
Böyleyim ben Dilsiz lâfızların hoş ahenkli duvarlarının zindanı Böyleyim ben Resmimi çerçevesinde hapsettim Ve adımı şiirde Ve ayağımı kadınımın zincirinde Ve yarınımı çocuğumun kendisinde Ve gönlümü sizin pençenizde
Sizinle ortak çabanın pençesinde Sizin sıcak kanınızı İdam mangasının askerlerine içiriyordu Soğuktan titreyen Bakışları Aptallığın donuk şekli olan askerlere
Siz Kendi “şimdi”nizin mezar odası duvarını yıkma çabasında Ve güvenerek yaslanıyorsunuz Dirseklere Kafatasınızın fildişi mecrasını Ve emek penceresinden Yarınınızın aydınlık kasrının tad manzarasını Çabanızın hamâse ağzında mırıldanıyorsunuz
Siz.. Ve ben… Siz ve ben Yapılan başkaları değil.
Hançer Onların ciğeri için Zindan Onların bedeni için Zincir Onların boynu için
Ve daha başkaları değil Sizin cellat potanızı yakanlar Bahçenin odunuyla Celladımın ekmeğini pişiriyorlar Doğup büyüdüğünüz külde Yarın ateşli, kanlı toprağa girince İndirirsiniz duvardan resmimi Evimin duvarından
Aptalca sırıtan resmi Karanlıklarda ve yenilgilerde Zincirlerde, ellerde
Söyleyin ona: Benzersiz resim! Neden güldün? Asın onu Bir daha Baş aşağı Duvara.
Ve ben öylece gidiyorum Sizinle ve sizin için Sizin için. Çünkü bu şekilde sevdiğinizim. Ve geleceğimi geçmişim gibi gidiyorum omuzumda taş Sözcükler taşı Kafiyeler taşı Bir zindan yapıp orada hapis kalmak için Sevmek zindanı Adamları sevmek Ve kadınları
Kavalları sevmek Köpekleri Ve çobanları Gözü yolda beklemeyi sevmek Yağmurun billur parmak darbesini Pencere camında
Fabrikaları sevmek Avuçları Tüfekleri
Beygir resmini sevmek Dişlilerinin yörüngesinde Leğen kemiğinin dağlarıyla Kırbaç ırmağı Ve kızıl suyuyla Senin gözyaşını sevmek Benim yanağımda
Ve benim sevincim Senin gülümsemende
Devedikenlerini sevmek Isırganları, yabanî kekikleri Ve klorofilin yeşil kanını Tekmelenmiş yaprak yarasında
Şehrin ergenliğini sevmek Ve aşkını Yaz duvarının gölgesini sevmek Ve işsiz güçsüz dizleri Koltukta Sorguçu sevmek Onunla avucun tozunu sildiklerinde Ve çelik başlık İçinde mendil yıkadıklarında Çeltik tarlalarını sevmek Ayakları ve Sülükleri
Köpeklerin yaşlılığını sevmek Ve bakışlarındaki yakarışı Ve kasap dükkânlarının tezgâhında Tekme yemek Ve kemiğin uzak düşmüş sahilinde Açlığın verdiği susuzlukla Ölmek
Gurûbu sevmek Bulutlarının zincifresiyle Ve söğüt sokaklarındaki sürü kokusu
Halı dokuma atölyesini sevmek Renklerin suskun mırıltısını Düğüm damarlarında yün kanının akışı Ve parmağın nazenin canları Ayak altında kalan canlar
Kinleri sevmek Hançerleri Ve yarınları Gök gürültüsünün boş fıçılarının koşmasını sevmek Gökyüzünün taş döşemeli inişinde
Liman göğünün tuzlu kokusunu sevmek Ördeklerin uçuşunu Kayık fenerlerini Ve dalganın yeşil billurunu Gece lambasının gözleriyle
Hasatı sevmek Ve mırıltı sokaklarını Başka feryatları sevmek
Koyun leşlerini sevmek Et satan herifin kanarasında Müşterisiz kalır etler Kokuşur Çürür
Balıkların kırmızısını sevmek Çinili havuzda
Aceleyi sevmek Ve durup düşünmeyi İnsanları sevmek Ölürler Erirler Ruhsuz kuru toprakta Deste deste Öbek öbek Yığın yığın Batarlar Batarlar ve Batarlar Sessizliği, mırıltıyı ve feryadı sevmek
Şiir zindanını sevmek Ağır zincirleriyle Sözcükler zinciri Kafiyeler zinciri
Ve ben öylece gidiyorum Benimle birlikte olan Zindanda Ayağıma bağlı zincirde Gözümle birlikte olan koşuşta Fethimle birlikte giden yakînde omuza omuza Dünkü duvarda aptalca bir resmin Gülümseyiş goncasından Bir gömleğin kızıl çiçeğine kadar Bir idam çalılığında Yarına kadar
Böyleyim ben Kibirli hamâselerin kalesinde oturan Vahşi öfke atının gurur dolu toynak darbeleri Takdir sokağının taş döşemesinde
Bir esinti kelimesi Bir tarihin büyük şarkısının fırtınasında Bir mahpus Bir kinin zindanında Bir yıldırım Bir intikamın hançerinde Ve bir gömleğin kızıl çiçeği Bugünün kölelerinin yarınki yol kenarında
Önceki şairin şiirinin konusu, Hayat değildi. Kuru hayal dünyasında o, Şarap ve sevgili dışında bir şeyden söz etmezdi. Gece gündüz hayal eder dururdu: sevgilinin komik zülüflerinin ağına düşmüş, öte yandan başkaları da; bir elde şarap kadehi, bir el sevgilinin zülfünde sarhoşça Allah’ın mülkünde nara atıyorlardı!
Bugünün şiirinin konusu bambaşka bir konudur… Süngüsüdür şiir bugün halkın! Çünkü şairler, Daldırlar halk ormanının Gül bahçesinin yasemin ve sümbülü değiller falanların! Yabancı değil bugünün şairi Halkın ortak dertlerine: O, halkın dudaklarıyla birlikte güler, Halkın derdini ve umudunu İliklerine kadar hisseder…
Başka bir baharın gürültüsü
Haftalar ötesinden
duyuldukça,
Gitmekte olan
eski kara
Ölümümden
söz ettim.
Kafile ulaşıp yükünü çözdükçe
Ve her yerde
ovada
Kiraz ağaçlarından
misk kokulu ateşler yaktıkça
Bahçenin mangalına
Ölümümden
söz ettim.
*
Tozlu ve yorgun
Uzak yolundan
yaşlı yaz
çıkıp gelince
Duvarın gölgesinde
Ağırca oturup yaslandı
Ve çocuklar
sevinerek
çevresini sardılar
Eski âdet uyarınca
Eski heybenin
Düğümünü çözmesi
Ve ceplerini ve eteklerini hep
kırmızı elma
ve taze cevizle doldurmak için.
Sonra
Ben kendi ölümümü bir sır kıldım
Ve onu sırrıma ortak;
Ve ona
Ölümümden
söz ettim.
Her evin bahar uykusunu
Ustaca birbirinden ayıran
Sarmaşığa,
Ve susuzluğa
Her küçük şelâlenin
Onunla bir başka bezendiği yangıya
Ölümümden
söz ettim.
*
Hazan vaktinde
ondan
Kuyuya
söz ettim,
Ve ölümsüz söyleşmelerinde
sese yer olmayan
Göletin küçük balıklarına,
Ormanı yağmalayan
Ve yaşlı bal satıcısını
Kendi dönüşünü bekliyor sanan
Altın bal arısına.
Ve ondan kuru yaprağa söz ettim
Kuru elleri
umutsuzca
tutacak dal arayan yaprağa
Acımasızca bomboş olan
Ortamda.
*
Bir başka kışın hışırtısı
Yakın haftaların ötesinden
duyuldukça
Samur ve kumru
Sersemleyerek
ininden yuvasından
başlarını uzattıkça,
Bahçenin son kelebeğine
Ölümümden
söz ettim.
*
Ben kendi ölümümü
Mevsimlere açtım
ve geçen mevsime;
Ben kendi ölümümü
Karlara açtım
ve tutan kara;
Kuşlara ve
Karda bir yem tanesi arayan
Her kuşa.
Gölete ve
Suskunluk balıklarına.
*
Ben kendi ölümümü bir duvara açtım
Sesimi
bana
geri vermeyen duvara
Çünkü kendi ölümümü
Benim de kendimden gizlemem gerekiyordu.
Kısa bir misafirhanedir dünya
Günah ve cehennemin arasında
Güneş,
Yeni bir hakaret ve küfür için doğmakta
Ve gün
Üzerimize telafisi mümkün olmayan bir utanç taşımaktadır.
Ah!
Gözyaşlarımın sularında boğulmadan önce
Bir şeyler söyle!
Ağaç,
Ataların günahkâr cehaleti
Rüzgâr,
Sürekli kötülüğü soluyan bir vesvese
Sonbahar mehtabı,
Dünyaya bütün kirini seren küfürdür
Bir şeyler söyle
Boğulmadan önce gözyaşlarımın sularında
Bir şeyler söyle
Bütün kapılar güzel
Açılır azabın ülkesindeki ovalara
Aşk, yapıştıkça tene,
İnsanı bunaltan kirli bir rutubettir
Ve gök
İnsanı toprağa yerleşik kılıp
Kaderine ağlayış akıtan
Bir tavandır
Ah!
Sularında gözyaşlarımın boğulmadan önce bir şeyler söyle!
Ne olursa olsun
Pınarlar
Tabutların arasından çalarlar sularını
Ve saçlarını dağıtan ağıtçılar yalnız gururu kalmıştır dünyanın
Paklığını ve temiz kalan kaldıysa neyin
Satma artık aynalara
Facirlerdir yalnız, gün be gün
ihtiyaç duyan aynalara
Sessiz oturma öyle
Allah aşkına
Önce boğulmadan sularında gözyaşlarımın
Aşka dair