Rüzgâr bu şiiri sana götürsün
kâğıttan yaptığım
o işlemeli
kayıklar
fırtınalara
dayanan
koş rüzgâr koş
Yazmadan edemedim…
Behçet Aysan

Rüzgâr bu şiiri sana götürsün
kâğıttan yaptığım
o işlemeli
kayıklar
fırtınalara
dayanan
koş rüzgâr koş
Yazmadan edemedim…
Behçet Aysan
biliyorum bunu, gideceksin
gideceksin yine yakında
seni artık hep uzak şehirler
anacak
en son okuduğum
romandaki
kahraman da, santiago’da
sisli bir kasımdı, belki
ankara’da.
ya da güzel bir mayıs günü
ve ben yazıyormuşum bu romanı
oturmuş
bir gürgen
ağacının
altında.
ne cepheye giden
savaş trenleri olurdu
ne bir dilim kurumuş ekmek
ne ayrılık ne ölüm.
mor menekşeden aşklar
bir avuç bulut, dünyada.
her bahar ilk işimdin
sana yağmur getirirdim
güvercin
kanatlı mektuplarda
yasak kitaplarda, yasak
anılarda, tozlu tavan aralarında
sararmayan.
yorgun yaşamaklar gibi
örümceklenip, yasak aşklar
gibi tavan aralarında.
gökyüzüne
ve sevgilim
kendine
iyi bak
hani nerde
o kayan parlak yıldız, mavi taslak.
giderken kazağını unutma sakın
ölüler de üşür, ölüler de.
son konuşmamız bu, güz geldi
düştü yaprak.
Behçet Aysan
kasım’81
unutulmuş bir akşamdı, solmuş
çiçekler arasında, gölgesi
duvara vuran yüzün bir eski
fotoğrafta.
unutulmuş bir akşamdı, siyah
sular yürürdü, güz yürürdü
gülümserdi bize hayat, ince
tüller ardında.
unutulmuş bir akşamdı, ruhum
acıyla bağırırdı, çığlık çığlığa
aşk fazladır bize, koşar hemen
gelir ayrılık.
unutulmuş bir akşamdı, düşler
anlam buldu uzaklaştıkça
bizden, güzel düşler bıraktıkça
yerini kedere.
unutulmuş bir akşamdı, anladım
bir kez daha ne yazık ki yine
olmayacak hayatımızda hiç o
parlak sözcükleri
mutluluğun.
Behçet Aysan
parçalanmış bir aynada
nakışları esmer bir yüz
yansısını görüyorum
perçemleri akdenizli
bakışları simli sündüs
parçalanmış bir aynada.
ah! benim bu deliliğim
ıssız bir ada arıyor
yanaşıp çıkınca, şaşkın
dolaşmış çok önceleri
yabanıl ayak izleri
ah! yazık orda binlerce.
titrek bir mum ışığında
yeniden sarsak yüreğim
asla anmayacak aşkı
bir kez daha yapmayacak
yine çarpıp kayalara
su almakta, su almakta
batmaktadır köhne kalyon
yıldızları sönmüş gece.
bir yaz günü oldu bunlar
gri yağmurlar yağıyordu
çekildi bütün kılıçlar
ben bir yanda rakip hayat
denizse köpürdüyordu
ve şarkılar söylüyordu
alabildiğince bir siren
ölmemi istemiyordu.
ne parçalanmış bir ayna
ne mum ışığı kalacak
birazdan gün ağaracak
her gece yeni bir düello
her sabah yeni bir ölüm
hepsi bu şiire sığacak.
Behçet Aysan
her sabah
uyandığımda,
gördüğüm düşü hayra yorarım
açmasına açarım da
göğsümün altın kafesini
korkarım
ya bu gece
güvercinler
yüreğimden başka bir ülkeye
göç etmişlerse.
çünkü, ben ilyas
hasköy’lü –
kör ilyas,
şu koca istanbul şehrinde
yenicami önünde
sanki dünyanın bütün
açlarını
doyuruyormuş gibi
gururlanan bir sevinçle
darı satarım
savrulması için güvercinlere.
orada duruyorsun, fırtınalar tanığımdır
terkedilmiş
beyaz ve nazlı,
yorgun bir hallacın
attığı
yünler
gibi
dokunaklı.
git diyorlar gidiyorsun
kal diyorlar
ne bir ses
ne bir şarkı.
ey saçlarına ak kuşlar üşüştüren
yüzünü peçesine saklamış
ayın altında
çam dalına asılan
gümüş
gölgesi
göle düşmüş.
kendine bıçaklar bileyen
devrilmiş
kağnı
gibi
yolda kalmış
sevgilim.
altın benekli
fundalıklarda
pusuya düşürülen
geceleyin gözleri bağlı
götürülen
karaca.
inilmedik ne bir deniz
çıkılmadık ne bir dağ
uğranmadık han
bırakmayan
yaralı koşma
sevdalı
im
halkım, sevgilim.
saz yok
mızrap yok
hep konmuş
hem göçebe
hem balık hem kuş
hem ingin hem yokuş
yanık otlar gibi
kavrulmuş
esmer ve yoksul.
iner şafağın alacasında
karıncalar ordusu
şehre
kenar
mahallelerden
yürüyerek
ve trenlerle.
su satan çocuklarıyla
kapılarında vagonların
çamaşırcı
kadınlarıyla
iner
şehre
sincan’dan
iner mamak’tan
battal gazi
destanı ve
kan kalesi
ve kılıcıyla alinin
mızraklı ilmihalle.
yok başka bir cehennem
yaşıyorsun işte
ellerine
bulaşmış
kara incirin sütü
ve kardeşinin
kanı
habil ile kabilin.
yaşıyorsun
sarışın
onurlu ve aşık
karasevdalar
içinde
aydınlık.
yok senin kayan bir yıldızın
puslu
ssekendizin
çolpanın
görünmüyor.
bu gökyüzü
sana
bana dar
telliturnam uçamaz
gelinkuşum konamaz.
tel örgüyle
çevrilmiş
onlara
mavi ve alabildiğine
geniş.
hasretin çırağı
gurbetin
kalfası
ve aydınlıkların
ustasısın
sönünce
mum
sönünce
çarağı
karanlıklara
çarpan
pervanem.
halkım
sevgilim
yanar
güneşte etin kehribar
bir üzüm
çıngılı
gibi.
çıkrık iner
çıkar
çıkrık
varılmaz
dibi görülmedik
korkuyum.
süngerdedir
vurgun yemiş
tütün
düzer
inci
gibi.
karabükte
duman olur
savrulur
gıslavette işçi.
yıllar yılı
bilirim
döne döne
yıllar yılı
aynı
kitabı okur
adı acılarbilgisi
adı acılarbilgisi
acılarbilgisi.
bir gün girit’e geri döndüm.
tam üç uzun yıl geçti, deniz
orda her gün köpürürdü.
ve yaşlı bir kadın her gün ağlardı
hiç dönmeyecek olan
bir balıkçı teknesini bekler gibi
aynı kıyıda.
çakıl taşlarıyla
rengarenk,
kırmızı mendil ve usul sesli türküleriyle
oğlundan,
bir tutukevinden gelecek
mektubu.
üç uzun yıl
benim kapımı çalan güneş
onun konuk gecesiyle durmadan yer değiştirdi.
fesleğenler kırağılarla
eski gemi artıkları
saban demirleriyle
yer değiştirdi.
beklediği mektup
hiç gelmeyecekti.
biraz önce nikos’u tuvalete götürdüler
hücremin önünden geçerken
ıslık çaldı
ve korkunç güzel
bir portakal kokusu yayıldı ortalığa
nikos’un ıslığından.
oysa sıcak bir geceydi ve yazdı.
işte o portakal kokusu
hatırlattı bana
bir gün dönmüştüm diye başlayan
selaniğe, pireye, atinaya, pireye
barba hristos’un dönüş öykülerini.
gece yarıları başlayan
gece yarısı götürülmelerle
dönüş öyküleri.
karlı ve tipili
bir gece yarısı
bir eski dost
çaldı kapımı
bıyıkları mavi
buz sarkıtları
eskimiş kaputu
yırtıklı postalı.
-tak tak, kimdir o
kim, ya gelmişse
gecelerin kara
yüzlü konukları.
-yabancı değilim
benim
sana kalbimi
getirdim
konacak yer arayan
ürkek bir kuş gibiyim
bu aldığım kapı da
paslı bir kilitse
unutup koştuğumuz
delikanlı aşkları
kırmızı bir balık
yaşamı akvaryumda
-içeri gir
üşümüşsün
sen bizim
türkümüzsün.
Dağılınca atkısından
Odaya kar parıltıları
-karşılaştı
-bakışlarımız
-bakışların
-parıltıları
gülümsedik gelincik
karanfil nakışlarda
gülümsedik birlikte
yürüyüp sobaya doğru
közü küllenen ateşe
yeniden odun attık.
1982
ay düşünce denize
seni hatırlarım
ince ince yağan yağmur,
iskeleye yanaşan vapur
haydarpaşa garı
seni hatırlarım
ay düşünce denize
kalbim çarpar, telaşlı
bir kuş olur, siyahlar içinde bir kadın
ve yakasında ipiri kırmızı bir gül
seni hatırlarım
ay düşünce denize
söylenmemiş sessiz
bir şarkıydım, tozup
giden bir ilk kar
solgun begonya
kalkmak üzere bir tren
seni hatırlarım
Behçet Aysan
yağmur dindi sevgilim, küf mavisi bir yağmur
dingin ruhumun
tınazını susturan ve aç çocukların
iniltilerini, bu yüreğimize yürüyen
yağmur,
gecenin yağmuru dindi.
bütün bir gece
düşman pusularına, vişneliklere
ayağı çaputa sarınmışlara
kör bir kuyuya ve dinamite
inen bu yağmur
gecenin
yağmuru
söndüremedi pırnal ateşin soluğunu
kozalak yaktım ben de sessizlikte
ömrümün kozalaklarını
küllere sıvanmış
baştan başa dolaşıp ağrıyan ormanı
yağmur dindi sevgilim bak dinle
her şey dindi, acıysa dinmemiş halde.
Behçet Aysan