O gidiyor gevşek ve titrek adımlarla O gidiyor, elinde eski bir bavul Kar başladı ve derin bir gece yeni başlıyor O işin sonunu böyle bir başlangıca bağladı
O gidiyor, ama nereye? Bir dostun semtine mi? Bir misafirhaneye mi? Ya da akrabalarının yanına mı? Acaba kim hiçbir şey söylemeden kabul edecek Onun böylesi karışıklığını, şaşkınlığını, perişanlığını?
Onun her adımındaki uzunluk bir cadde kadar Tereddütler içinde yüz hikâye bırakıyor yere Uyurgezer gibi istemeden yürüyen beden Bir dükkânın tezgâhına geçiyor
Camlarda perişan görüntüsü beliriyor Gece renkli saçlarına çöken karla birlikte O tatlı düğün gününü akla getiriyor Siyah saçlarında tül gibi duran kar
O gün, o çiçek, o tüy ve danteller arasında Beyaz teni, şirin dudağı büyüleyiciydi Coşku ve mutluluk içinde göz açıp kapayıncaya kadar Adı deftere yazıldı eşinin adının yanına
Ertesi gün küçük aşk yuvasında Yüksek arzularıyla bir kadın oldu Çabaladı, koşturdu, emek verdi Ve o yuva, aydınlık ve yüksek bir saray oldu
Onun dünkü eşi, bugün başka bir adamdır Sermaye ve kar sayesinde yüzlerce gümüş tenlinin taptığıdır Ama şunu kim bilir ki bu kadın Onun yanı başında çalışmaktan bir an bile geri durmamıştır
O adam ve o yüksek (köşk) ev, o sıcak kalp Bugün kapılarını onun yüzüne kapalı tutar Yarın başka bir kadın dantelli elbiseyle Onun dünkü evine adım atacak
Zengin adamın bu dul karısı Kanunun kör gözünün önünde durmuş (beklemekte) Servetinden, malından, nikâh ve nikâh akçesi olarak Kanun onun eline birkaç metelik koymuş
Ey sıcak yuvalar ve sevgi dolu gönüller Köşelerimizin birinde bile ona yer yok Gözyaşlarıyla yıkanmış bu gözlerin temizliğinde Yarının kirinden başka bir şey yok
Gökyüzü boş, bomboş, onun aydınlığını kim götürdü? Ay’ın tacı olan Samanyolu’nu kim götürdü? Gecenin saçları karışıklıktan perişandır Nil Nehri’nin saçının süsünü kim götürdü? Kavisli yıldızını kimse görmüyor Onun karanlığını kim kırdı, onun yayını kim aldı Bahçıvan yalnız, onun çevresinde dikenden başka bir şey yok Söğüt ağacını, gülü, erguvan çiçeğini kim götürdü? O çınar yıllarca beyhudelikten yorulmuş Nağmeler söyleyen kuşların yuvasını kim götürdü? Irmak hayat arkadaşlarının hazzıyla dolup taşmıyor Yumuşak ve akışkan civanın kayganlığını kim götürdü? Bunlardan önce yer gök yeşildi Şimdi karanlıktan başka bir şey yok, onun gökyüzünü kim götürdü?
Gücünü bitiren bu zor işin ücretini Bir ayın sonunu elle geçirdim Arzu dolu ve sıcak bir gönülle Hemen eve yöneldim
Fakat, Ne yazık ki, azıcık ücretim Biriktirdiklerimin hepsi alacaklılara gitti! Gözüm açılınca gördüm, Ah Neyim varsa gitmiş
Çocuğum geldi, şaşkınlıkla gözlerime baktı Onun iki siyah elmas gibi gözleri vardı Arzuyla yanan gönlünün kıvılcımları Günahsız bakışlarıyla isyan ederek:
“Ah anne! Geçen ay demiştin Bana elbise alacağını söylemiştin Süreyi uzattın, şüphesiz Şimdi ne istersem getirmelisin.
Elbiselerim paramparça oldu, peki ayın sonu nerede? Yeni ve güzel elbiseler nerede?” Utanarak ve yavaşça dedim: “Sabret çocuğum, gelecek aya kadar.”