RSS

Etiket arşivi: Ahmet Oktay

BİR KEDERİ DUYUMSAMAK

Mutfağa girdim üçüncü sabah,
açık kalmış o günden indirdim perdeleri,
yansıyıp durdu bir kaşığın üstünde
aralıktan sızan güneş.
Çayı demledim, kurdum sofrayı,
pembe çiçekli fincan, tuzsuz
beyaz peynir, zeytin ve gül reçeli.
Tarifini kimden almıştın hiç sormadım.
Biraz gürültü ettim ekmeği keserken,
“dur kalktım, dağıtma ortalığı”
diye seslenmedin içerden.

Anladım
sessizliğin dilini öğreneceğim.
Bardağı, iskemleyi, saati dinlemeyi,
“Sözcükler gerek bana” dedim birden
“gecemsi, zamanlardan süzülmüş
bazaltsı yeni sözcükler”;
bağırıyor muydum, mırıldanıyor muydum?

Usulca topladım sofrayı, fincanını
çatal bıçağını sakladım mutfak
dolabının en alt gözüne. Yatak
Odasına geçtim. Yastığını, yakası oyalı
geceliğini dolaba kaldırdım, elinle
işlediğin örtülerden birini yaydım üstüne,
kilitledim kapağı. Bilmem açar mıyım bir daha?

Çalışma evime yöneldim: Üç dört adım,
Elpenor’u dinleyerek geçtim avluyu;
bunca yıl hangi sılayı özledim ben
hangi çehreyi? Torunum yok
bilmem yaşadım mı oğlumla?
Kitaplardan doğdum ben,
sayısız sayfadan edindim kederlerimi,
aşklarımı devşirdim dizelerden, öykülerden;
bir pelür kâğıdıyım artık
yürürken görünüyor içimin harfleri;
sonunda döneceğim yer
zamanla tozlanacak bir raf.

Sözcüklere tapındım. Anlam kendisiydi imgenin,
yaşadıklarım değil yazdıklarımdı gerçek;
öyle sandım kururken ırmak yatakları.
Üzünçle bakarken kışa yürüyen bahçeye
Anladım; Ipıssız kaldım artık;
bir sözcük değil sadece
çürüyecek bir gövdesi var ölümün.

Ahmet Oktay

 
Yorum yapın

Yazan: 12 Ağustos 2023 in Türk Şiiri, Şiir

 

Etiketler:

YILLIK BAKIM

İnsan çekmecelerini de temizlemeli zaman zaman, Kalbini de! Çürüme içerdendir çünkü: Zarf ve Kabir, sararsa da kunt görünür. Mürekkep ve Beden kayıptır.

Sevinçli bir gündü ve hazırdım her türünden cenaze törenine. Daha dün birinden dönmüştüm ve mazî kadar uzaktım ölüden. Kimden duymuştum anımsamıyorum; ama şöyle bir özdeyiş yazmak istiyordum yatak odamın duvarına: Anılardan Kurtulun!

Ama anılarım neydi benim? Babamdan, amirlerimden, karımdan, polislerden ve komutanlardan kurtarabildiğim ne kalmıştı?

Nive erkeklerin de bir çeyiz sandığı yok acaba? Niye gömülmüyoruz onunla ve sevdiklerimizle? Ah! Mansur’u kiminle gömeceksiniz? Nesimi’yi kiminle gömeceksiniz? Kendi fetvasını veren Bedrettin’i kiminle? Onlar hâlâ kıyamdalar ve gül kokuyorlar.

Ben de tek hazinemi açtım: üç çekmece. Kurtulmak için. Mutad yıllık temizlik. Herkesin pisliğinden, kendi pisliğimden. İnsan etrafıdır elbet. Mansur uğulduyor işte

“Dostum ve üstadım İblis’le Firavun’dur”.

Ahmet Oktay

 
Yorum yapın

Yazan: 12 Ağustos 2023 in Türk Şiiri, Şiir

 

Etiketler:

Az Kaldı Kışa

Gitti son leylekler. Az kaldı kışa;
bir ayin sesiyle indi pancurlar;
içimde bir sızı, çöktüm bir taşa,
dönüyordu tepemde aç martılar:
Ürktüm de kumsaldaki tenhalıktan:
medet umdum aşkların anısından,
ne yazık, ne yazık! Siyahtı aşklar.

Sessiz, önünden geçtiğim bahçeler;
poyrazla kımıldıyor bir salıncak;
gidiyordum hayallerle beraber;
neyin imiydi birden düşen yaprak?
Dedeevini özledim içimden,
karaduta uzanmak pencereden;
çalarken komşuda eski taş plak.

Sırrın dibine bak! Igvadan ürkme,
diri ve ölü gör Eurydike’yi;
Gömülecek kendi efsanesinde
her insan, olgunlaştıkça ezgisi.
Ayna açıldı artık. su damıtık.
birikirken bellekte kalabalık;
anladım, kederdir her kalbin içi.

Gördüm kırık bir ayna parçasında
solgun yüzümü. Karaduygulu
bir suret: Zamanın kadranında
mıhlı, uyuyor eski bir uykuyu.
Baktım kalıntısına yanık köşkün,
küller parçası dantel bir örtünün:
sezdim varoluşa sinmiş korkuyu.

Lüksler yanan köy kahvelerinde
demiryolcularla rakılar içtim;
kendimi dinlerken kederlerinde,
yanayım, külüm kalmasın istedim.
Gövdeler gördüm han odalarında,
sallanıyorlardı ipin ucunda;
“yalnızlıktır en büyük dehşet” dedim.

Şimdi dinlerken bu tenha kıyıda
denizin iniltisini, kavradım;
insanın özü, çekilen kaygıda;
ben de düş üretmek için yaşadım.
Gördüm karabasansı olsalar da,
yıkımdan geçiyor çünkü kurtuluş da;
kitaplarda en çok bunu anladım.

Yaşadık: hem iyiydi tarih hem kötü;
bir bilgelik damıttık acılardan,
ordan kalma gözlerdeki ürküntü.
Ama mutluluk da sızdı yazlardan;
Kınalı’nın oralardayız işte,
gülüyor Oktay Bey. Edip dümende;
özgürdük, kurtulmuştuk yasaklardan.

Güzeldir bazan, anlık her aldanış!
Oysa tanklarla tutuluydu yollar;
kuşkuyla, veda doluydu her bakış,
“cemse”lere yüklenmişti kitaplar:
Nerde bulacaktık doğadan başka
özgürlüğü, yaşarken gözaltında?
Ve yazdık, akkor kesildi sayfalar:

Tuhaf: Bu kasvetli günde farkettim:
“yaşlanıyorum” diye geçirirken:
tutmuş çelik. ön bahçeye diktiğin.
Bir tebessüm kalsın sana benden:
bir güle değmiş gibi ol masamda,
her sabah o ciltlere dokundukça:
tozlarım evrende kımıldanırken.

Üşüdüm, lodosa çevirdi rüzgâr:
kumdu sanki, ayetler akıp gitti:
gönlümde açıyorken uçurumlar.
bilemedim en çok kimi sevdimdi.
Hazırım gelecek olan kargışa:
son leylekler gitti. Az kaldı kışa:


duydum: tıkır tıkır ölümün saati.

Ahmet Oktay

 
Yorum yapın

Yazan: 12 Ağustos 2023 in Türk Şiiri, Şiir

 

Etiketler:

Kırlaştı Saçlarım

Seviştik. Sonra sokuldum kokuna
su orguydun, efsaneni dinledim
“ayrılık günü bir gül getir bana”
diyen karlamış sesinle ürperdim.

Kırlaştılar; saçlarımı okşadın
şefkatle; ışıdı o solgun suret
bir ormanın ruhuydu parmakların
dağıldı sesimdeki şikayet.

Ayrılık bilemem ne zaman gelir
sen bir okul defteri getir bana
çünkü sadece yazmak tesellidir
çektiğimiz acıya bu dünyada.

Kırlaştı saçlarım, yakınmıyorum
ölüme yargılı insan doğumda
yeraltı mı daha korkunç bilmiyorum
Dünya mı? yaşadım yaşadığımca..

Sen de erken dolarsa vade eğer
ne olur “beyaz bir gül at” ardımdan
bomboş sokağa; dağılsın her keder.

Ahmet Oktaykirlasti-saclarim

 
 

Etiketler:

İnsanın Gurbetleri içinde

Gecesel bir yer altı sesiydi
kehanet fısıldaşmasındaydı kökler, kemikler;
açıkta lüfercilerin parıldayan
lüks’leri. Av vakti, o tedirgin
kaşılıklı bekleyiş; gövdemdi sanki
oltadan ışığın yalımına kapılan.

Yanılsamalar ve aldanışlar.
Beklediğim inmedi trenden
bir söylen olacaktı dönüşü;
kara büyülere çarpılmaya hazırdım
dönsündü yeter ki.
Oysa kıpırtısızdı istasyon;
öyleyse kırmızı bir mendille
kimdi el sallayan geçen akşam?

İnsanın gurbetleri içinde;
sürgün yeri bu yüzden tanıdık
ayrıldığı günkü gibi dönüyor kişi.
Gide gide, yata yata bitmeyen
yol değil, zindan değil;
bedenin ve kırılgan sözlerin
bahçıvanın budadığı dalın
suladığı fidanın içinden geçen
o karanlık menzil.

Ezberimde tüm zulümler
belleği öyle beslemez
çünkü aşklar.

Sevgililer! Bazılarınızı unuttum
burnumda tütüyor bazınızın kokusu.
Terk edilmenin acısı dinliyor, aldatılış
gülümsetiyor: parmakların arasında
buruşturduğum hercai menekşenin
o tuhaf hışırtısı.

Vahşet vahşetle açıklanmalı.
Tazeyken yanık et kokusu
kılınabilir mi beş vakit namaz?
Hangi kösnü, hangi düş, hangi dua
unutturabilir toplu mezarları?

Kardeşler! Çoktan verdim
vereceğim filizi. Gittim gideceğim
yerlere; döneceğim yerlerden
döndüm. Yol alırken değiştirdi
görüntüleri, biçimleri, çelik
keskisi zamanın ve güzergâhın.

Kazınıyor anılar, bir gül
sesiyle birbirinin üstüne;
son eskinin, artık unutulmuşun
bir yorumu en yakın katmandaki
yara gibi taze anı.

Anımsadıkça bilecek insan
neyi unutmaması gerektiğini.

Ahmet Oktaykizkulesi-fotograflari

 
 

Etiketler: