RSS

Etiket arşivi: Şükrü Erbaş

Otların Uğultusu Altında

1.
Hangi hayal hangi hatıranın yerini tutar
Bir gövdeden ötekine gölgelenen zamanlar
Ey çaresizlikten yapılmış yaşama bilgisi
Taşların taşlarla konuştuğu bu yalnızlıkta
İnsan üzüntüden başka nedir ki…

11.
Hepimiz kendimizi gömdük geliyoruz.

Yakamızda birer gözyaşı fotoğrafı
Avuçlarımızda ölümden soğuk bir dua
Toprağın merhametine inanarak korkuyla
Birbirimizin omuzları üstünden
Mezarlığın dışındaki hayata bakarak
İçimizde dünyadan yapılmış bir keder
Bizi yaşamakla cezalandırmış bir tanrı
Gömdük kendimize geliyoruz.

23.
Birinci konuşmacı, “şiir okunmuyor” dedi.
İkincisi, “şiir ayağa düştü” dedi.
‘Şiirin okunması için bir şeyler yapmalı’ dedi, üçüncü.
Dördüncü ‘şiirin hiçbir zaman çok okuru olmamıştır’ dedi.
‘Yeni bir şiir yazılmıyor nicedir’ diye bitirdi sonuncuları.
Konuşmaların altında kaybolmuş altı dinleyici, kargacık
burgacık bir yazı gibi çıktı. Birisi ‘şair olmak ne zormuş’ dedi.
Diğeri ‘asıl okur olmak ne zormuş’ dedi. En sessiz duranları
‘biz şimdi şiir okuyalım mı okumayalım mı’ dedi.

24.
Ömür Hanım…
İçinden geçmediğin zaman
İçinden geçmediğin söz
İçinden geçmediğin rüya
Sana karşı işlediğim
Bir unutma suçudur.

25.
Ne olurdu kokunun da fotoğrafı olsaydı
Sesinin fotoğrafı. Boşluğun fotoğrafı.
Parmak uçlarındaki karıncanın,
Ruhtaki üşümenin…

Ölüm kimseyi bu kadar yalnız bırakmazdı.

26.
Sana benzemeyen gül olmaz olsun.

Üç yıldır ağzın çiçek açmıyor
Üç yıldır odalarda kokun yok
Üç yıldır dünyayı sevmiyorum
Yoksa benim gül ile ne davam var.

27.
Ayrılık derdine doyamadığım

Bütün fotoğraflarının altına kirpiklerimle kazıdım
Bundan büyük sevgi sözü bilmiyorum Hatice…

28.
Sözlerimi toparlıyorum usul usul
Dünya, seni sevdiğim dünya değil.

43.
Güzellik…

Başka duam kalmadı.

62.
İnsanlar çocuklarını severken bile gülümseyemiyor
Nasıl bir gelecek, öyle mi…

64.
Üç yıldır bütün sesler senin yarım kalmış sesin
Üç yıldır yüzün dünyanın tek fotoğrafı
Üç yıldır senden yapılmış bir kapıyım.
Bunu da sen öğrettin biliyor musun
Sevmek ölümden uzun sürüyormuş.

70.
İnsan -dedi- ağaçlar, otlar, çiçekler gibi
Her bahar yeniden başlasaydı sevmeye
Ne güzel olurdu değil mi?

İyi ki hatıralar bir yere gitmiyor…

Biz onlara tutunarak unutuyoruz ölümü
Biz onlara tutunarak dünyaya inanıyoruz
Biz onlara tutunarak yalnızlığı seviyoruz.

71.
Sonra insan bir gün
Yalnızlığını gösterecek kimseyi bulamıyor.

Ah ey zaman ölüleri
Var mıydınız, yaşadık mı
Şimdi herkes nerede…
İnsan bir gün yalnızlığın da dışına düşüyor.

87.
Ölüm… kapım ardına kadar açık

Şükrü Erbaş
Otların Uğultusu Altında
2017-2018ögretmenler-gunu-intihar-mehmet-erbas-manavgat-dolbazlar-1

 
Yorum yapın

Yazan: 27 Şubat 2019 in Türk Şiiri, Şiir

 

Etiketler:

Köylüleri Niçin Öldürmeliyiz?

Köylüleri niçin öldürmeliyiz?

Çünkü onlar ağır kanlı adamlardır
Değişen bir dünyaya karşı
Kerpiç duvarlar gibi katı
Çakır dikenleri gibi susuz
Kayıtsızca direnerek yaşarlar.
Aptal, kaba ve kurnazdırlar.
İnanarak ve kolayca yalan söylerler.
Paraları olsa da
Yoksul görünmek gibi bir hünerleri vardır.
Her şeyi hafife alır ve herkese söverler.
Yağmuru, rüzgarı ve güneşi
Bir gün olsun ekinleri akıllarına gelmeden
Düşünemezler…
Ve birbirlerinin sınırlarını sürerek
Topraklarını büyütmeye çalışırlar.

Köylüleri niçin öldürmeliyiz?

Çünkü onlar karılarını döverler
Seslerinin tonu yumuşak değildir
Dışarda ezildikçe içerde zulüm kesilirler.
Gazete okumaz ve haksızlığa
Ancak kendileri uğrarlarsa karşı çıkarlar.
Adım başı pınar olsa da köylerinde
Temiz giyinmez ve her zaman
Bir karış sakalla gezerler.
Çocuklarını iyi yetiştiremezler
Evlerinde, kitap, müzik ve resim yoktur.
Bir gün olsun dişlerini fırçalamaz
Ve şapkalarını ancak yatarken çıkarırlar.

Köylüleri niçin öldürmeliyiz?

Çünkü onlar köpekleri boğuşunca kavga ederler.
Birbirlerinin evlerine ancak
Ölümlerde ve düğünlerde giderler.
Şarkı söylemekten ve kederlenmekten utanırlar
Gülmek ayıp eğlenmek zayıflıktır
Ancak rakı içtiklerinde duygulanır ve ağlarlar.
Binlerce yılın kalın kabuğu altında
Yürekleri bir gaz lambası kadar kalmıştır.
Aldanmak korkusu içinde
Sürekli birbirlerini aldatırlar.
Bir yere birlikte gitmeleri gerekirse
Karılarından en az on adım önde yürürler
Ve bir erkeklik işareti olarak
Onları herkesin ortasında döverler.

Köylüleri niçin öldürmeliyiz?

Çünkü onlar yanlış partilere oy verirler
Kendilerinden olanlarla alay edip
Tuhaf bir şekilde başkalarına inanırlar.
Devlet, tapu dairesi, banka borcu ve hastanedir.
Devletten korkar ve en çok ona hile yaparlar.
Yiğittirler askerde subay dövecek kadar
Ama bir memur karşısında -bu da tuhaftır-
Ezim ezim ezilirler.
Enflasyon denilince buğday ve gübre fiyatlarını bilirler.
Cami duvarı, kahve ya da bir ağaç gövdesine yaslanıp
Onbir ay gökyüzünden bereket beklerler.
Dindardırlar ahret korkusu içinde
Ama bir kadının topuklarından
Memelerini görecek kadar bıçkındırlar
Harmanı kaldırdıktan sonra yılda bir kez
Şehre giderler!

Köylüleri niçin öldürmeliyiz?

Çünkü onlar otobüslerde ayaklarını çıkarırlar
Ayak ve ağız kokuları içinde kurulup koltuklara
Herkesi bunalta bunalta, yüksek perdeden
Kızlarının talihsizliğini
ve hayırsız oğullarını anlatırlar.
Yoksulluktan kıvrandıkları halde, şükür içinde
Bunun, Tanrının bir lütfu olduğuna inanırlar.
Ve önemsiz bir şeyden söz eder gibi, her fırsatta
Gizli bir övünçle, uzak şehirdeki
Zengin bir akrabalarından söz ederler.
Kibardırlar lokantada yemek yemeyi bilecek kadar
Ama sokağa çıkar çıkmaz sümküre sümküre
Yollara tükürürler..
Ve sonra şaşarak temizliğine ve düzenine
Şehirde yaşamanın iyiliğinden konuşurlar.

Köylüleri niçin öldürmeliyiz?

Çünkü onlar ilk akşamdan uyurlar.
Yarı gecelerde yıldızlara bakarak
Başka dünyaları düşünmek gibi tutkuları yoktur.
Gökyüzünü, baharda yağmur yağarsa
Ve yaz güneşleri ekinlerini yetirirse severler.
Hayal güçleri kıttır ve hiçbir yeniliğe
-Bu verimi yüksek bir tohum bile olsa-
Sonuçlarını görmeden inanmazlar.
Dünyanın gelişimine bir katkıları yoktur.
Mülk düşkünüdürler amansız derecede
Bir ülkenin geleceği
Küçücük topraklarını ipoteği altındadır.
Ve birer kaya parçası gibi dururlar su geçirmeden
Zamanın derin ırmakları önünde…

KÖYLÜLERİ, SÖYLEYİN NASIL
NASIL KURTARALIM?

Şükrü Erbaşkoyluleri-nicin-oldurmeliyiz

 
Yorum yapın

Yazan: 10 Aralık 2017 in Türk Şiiri, Şiir

 

Etiketler:

Çırpınma

Sen evden çıktın ya, eşik önünden aktı, pencere ardından koştu. Kalabalık içinde yabancı kalma diye aynadaki gülüşün, kâküllerindeki rüya, sandıktaki kokun, üstüne gökyüzü oldu. O uzak, soğuk, kocaman şehir birden ev içine döndü. Ben titreyerek baktım ardından. Kötü bir yalnızlık seni incitmesin diye avuçlarındaki hayat çizgisinden sessizce öptüm. Hatırlar mısın, sokağın başında bir kadın, ölüme bakar gibi bakıyordu çocuğuna. Sen korktun, ben korktum. Kar mıydı, akşam mıydı, büyümüş müydük, zamanın sahibi kimdi, gelecek nerelerden gelecekti, bilmiyorduk. Sen sakindin, ben kötü bir telaştım. Sen güzeldin, ben katıydım. Sen kalbine tutunmuştun, ben öfkemi seviyordum. Dünya bir kibir fotoğrafıydı. Kocaman bir yapının önünde durdun. Bütün pencereler sana baktı. Sen bütün güzelliğinle onların geldikleri yerleri gördün. Ben o gün orada öğrendim, çocukluğu olmayanın büyüklüğü de olmazmış.

Akrep de yelkovan da iki kaşının arasında durdu.

Şimdi dünya herkesten yapılmış bir gönül yorgunluğu. Şimdi dünya soğuk. İnsan büyüdükçe bir bir ayrılıyormuş sevdiklerinden. İnsan güzellikten önce korkuyu görüyormuş. Şimdi dünya eşiklerde bir salkım gözyaşı. Kimse odalara sığmıyor. Yollar bir yalnızlık ıslığı. Herkes topuklarında bir tomurcuk arzuyla uyuyor. Şimdi dünya başsız sonsuz bir alın çizgisi. İçinde bütün kadınlardan bir anne. İçinde bütün babalar sigara dumanı. Sen bir basma entarisin ki gittiğin her yer eteklerinde çiçekleniyor. Gülmüyorsun da gökyüzü yıldızlarını döküyor üstümüze. Kömür kokularını sevdiğim kadın, sen ne zaman büyüdün. Ne zaman bütün şarkıların kederi oldun. O yoksulluk içinde bizi ne zaman doğurdun. Nasıl sevdin bu kadar yalan insanı. Köpükler, gamzeler, menevişler… ölümü nerende sakladın.

Şimdi dünya evlerde bir ayrılık ayini.

Sen evden çıktın ya, önce duvarlar nemlendi. Çatı, odalara indi. Pencereler birer örümcek ağı. Eşik çoktan darağacı. Sokaklar zülüflerinden esmiyor artık. Zaman eşyada boğuldu. Ev değil, yaprak döken bir hatıra. Yalnızlık her yerden ses veriyor. Bunaldım diyorum, herkes biraz daha kabuğunun içinde. Bir elim ötekinde çırpınıyor. İnsanın yalnız ağlaması ne kadar acıymış.

Sen evden çıktın ya, kırk beş yıl çıkmıyor işte…

Mayıs, 2017

Şükrü Erbaşgidenin-ardindan

 
Yorum yapın

Yazan: 17 Haziran 2017 in Şiir Gibi

 

Etiketler:

Uğultu

Yıllarca yalnızlık şiirleri yazdım.
Kalabalıklardan yapılmış bir ceza
Kalabalıklarda boğulmuş bir arzu
Tanrının sureti, ormanların uğultusu
Seslerden soğuk bir sessizlik
Çıngıraklı zamanlar
Boyasız evler, çatısız duvarlar
Bir şey söylemeden gidenler
Bir şey söyleyip de unutanlar
Sokak köpeklerinin ıslık çalan gecesi
Ağaçların sabah rüyası yollar boyunca
Yoksulluğun çarşılarda döktüğü yaprak
Ayrılık dedim, kavuşma dedim
“İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi” dedim.

Şimdi içimde kirpiklerinin uğultusu
Ağız dil vermez bir dünya cezası
Başkalarının kaderlerinden soğuma
Bir öksüz ruh, bir gönül acısı
Toprağın bedeninde bulutların kefeni…

Ölümünü bırakıp odalarımıza
Uzun yanlışımızı düzelttin sonunda:

Tanrı yalnızlığı senden yaratmış.

Şükrü Erbaşsukru-erbas-siirleri

 
Yorum yapın

Yazan: 09 Kasım 2016 in Türk Şiiri, Şiir

 

Etiketler:

Sonsuzun Uçları

1.
Neden kimse sana benzemiyor Hatice?

2.
Gözyaşımın sahibi
Ne zaman alnımı camlara dayasam
Kanatlarını batıra batıra
Sana uçuyor bütün kuşlar.

3.
Ölümü senden mi öğrenecektim
Soluğu canımdan çekilen kadınım.

5.
Çocuklar geldiler mi hiç?

Geldiler Hatice
İçimize baktık uzun uzun
Sana geldik
Tek tek odaları kokladılar
Bizimle ağladın sen de
Sonra yine ikimiz kaldık.

6.
İster ölüm olsun ister ayrılık
İnsan unutur mu var olduğu bedeni.
Dünya sözüm, can evim
Bir gün ağzından uzak gülerse ağzım
Tanrı gökyüzüyle boğsun beni.

12.
Ömür Hanım
Çıkarıp çerçevesinden o hayal zamanları
Silmezsem eğer hayatın harfleriyle
Her gün biraz daha tozlanacak evimiz.

14.
“Evden uzaklaş biraz
Antalya’dan çık
Mezarlığa gitme her gün
Fotoğraflar dünyayı örter
Acı soğusun
Sen Tanrı değilsin
Ölülerden değil
Dirilerden geçer zaman
Git, bir başka insana dokun…”

Ben de öyle yapıyorum
Harflerden binlerce Hatice yaratıp
Tek tek dokunuyorum hepsine
Büyüyorum, büyüyorum
Nasılsa ölüm var değil mi
Binlerce hayatla gülüyorum zamana
Gülüyor benimle birlikte Hatayi de:
Bir dedim var bin dermana değişmem.

18.
Odalardaki boşluğunu topladım geldim
Neşet’in bütün seslerini topladım geldim
Yalnız uçan kuşların gökyüzünü topladım geldim
Yastığında solan tülbendin kokusunu topladım geldim
Çocuklar aradı, sslerinin aştığı yolları topladım geldim
Bir kadın ilaç soruyordu eczanede, elleri yok
Alın çizgisinde yanan kandilin fitilini topladım geldim
Sen nasıl yok olursun anlamıyorum, topladım geldim
Gül bozuk, kadife soğuk, karanfil gözyaşı kurusu
Limoni bir selvi bütün armağanım, geldim…

Şahgülüm, başucundayım, sevgililer günün kutlu olsun…

20.
Tuhaf bir adam oldum
Kendimle konuşuyorum evin içinde
Biraz da şu koltuğa oturayım, diyorum
Perdeleri ne kadar zamanda yıkardın, diyorum
Bir gün olsun açık bırakmıyorum yatağımızı
El ayak değmeyen yerler nasıl tozlanıyor böyle
Merak etme, mutfağı tertemiz ettim
Terlikler senin istediğin gibi duruyor
Çamaşır ipini silmeden asmıyorum çamaşırı
Bir kahve yapayım diyorum
İki fincan koyuyorum, süt hazırlıyorum sana
Sessizlikten mi nedir
Bütün bunları yüksek sesle söylüyorum.

İnsan başka nasıl katlanır ölüme, bilmiyorum.

21.
Misafirler gitti
Biz kaldık yine.

Eşyaların düzeni bozulmasın diye
Çırpınıp durdum sessizce.

Yeri değişen her şeyin
Sen biraz daha uzaklaştırdığını söyledim
Öylece baktılar yüzüme.

İnsan anıları nasıl korur başka
Bilmiyorum
Duvarda kocaman bir çivi deliği.

Yollarımın sahibi
Ben ölene kadar
İkimiz de bir yere gtmiyoruz.

24.
Ömür Hanım
Seni çok özledim, çok
Ben gelene kadar çürüme ne olur.

Yüzüm kuyular mührü
Ellerim iki turna uyuduğun sonsuzlukta
Odalar toprak döküyor üstüme.

Ölümü de dünyada yaşıyormuş insan
Gövdem kalbimin darağacı
Şahgülüm… uzun sürmeyecek yalnızlığım…

25.
Sarkaç durdu. Kapı yok.
Ayna buğulanmıyor.
Tanrı bitti.

Ölüm değil büyük ceza
Her zerresi yalnızlık
Bir dünyayı sevmek hâlâ.

Ayrılık burcum…
Parmaklarım birer mihrap çırası
Gövdem bitene kadar tüteceğim başında.

27.

Ömür hanım, iyi ki ben de seninle yaşadım dünyayı.

29.
Dünyanın bütün seslerini alıp götürdün
Mezarından başka harf kalmadı ağzımda.
Yoruldum kalabalığın hayatından
Yaşamak diye el çırptığım ne varsa
Şimdi bir ölüm türküsü, bir hatıra yangını
Yalnızlık çark dönüyor üstümde.

Yeryüzü şarkım, sürmeli pencerem
Her sabah aynı soğuk
Her akşam aynı keder
Yastığını koklaya koklaya öğrendim
İnsan bir kere ölmüyormuş meğer…

30.
Ölüm evini buldu.

Ağzımızda son bir dünya hecesi
Yüzümüz, suyuyla boğulmuş bir göl
Kirpiklerimizde
kurumuş arzular
Geçip oturdu “ılık minderimize”

Ben şimdi o bağbanım Hatice
Kemiklerin çiçek açsın diye
Çırpınıp duran başında…

36.
Ölüler yaşlanmazmış
Yalan
Sensin canımda çırpınan zaman.

Bir gün ben de
Senin kış bahçende–

Sevmek başka nedir Ömür Hanım…

38.
Ayrılık mı olur seninle benden
Meğer başım düşe meydan içinde.

Harfim, hecem, cümlem
Bütün hatıralarımızı toplayıp geleceğim
Ayrılık o zaman tamam olacak.

39.
– İçme şunu, beni ortada bırakacaksın.

– Biraz toparlanayım da Karadeniz’e gidelim.

– Gittiğin yerde bir gece kal. Bne iyiyim. Yazık sana.

– Gelmiyorlar diye söylenip durma insanlara.

– Kimseye borcumuz kalmadı değil mi?

2014-2016

 

Şükrü Erbaş
yaşıyoruz sessizce / Kırmızı Kedi Yayınevi / 2016hatice-erbas

 
Yorum yapın

Yazan: 09 Kasım 2016 in Türk Şiiri, Şiir

 

Etiketler: