Ben bütün yenilgileri yaşadım Kalmadı sana hiçbir şey Oğlum, biricik muradım Bir su damlasıdır kapıyı gözler
Tükürür gibi bakıyor yüzüme dünya Kırılmış ağacımın o tek sürgünü Oğlum, biricik muradım Benden ötelere döndür yüzünü
2
Uzun bir sözcükse ömrüm Oğlum, son hecesin sen Günüm geceye ilikli Yanımda yok bir kimsem
O küçücük odada soluğun Mavi resimler çizer havaya Avludaki kiraz içini çeker Elma, armut, akasya
Artık evin erkeğisin sen Erkencisin bu konuda Seninle büyüyecek bil ki Uzaktaki şu baba
3
Geçip gidiyor günler Boğuk bir sis altında Elimin ucunda defter Köpürüp duruyor boyuna
Ne yazdımsa oğlum Bugüne kadar böyle Sanki bir yaz günü Savruldu akşam esintisinde
Geçip gidiyor günler Evim uzak, yol yakın Ölüme kedere, acıya Cinnet, cehennem, intihar…
4
Gecenin son otobüsü Hoşça kal oğlum Alnımda bir seğirme Yüreğimde hüzün
Gecenin son otobüsü… Şimdi soluk bir ışık Gençliğimin kenti Dönüş yok artık
Gecenin son otobüsü Götür beni uzaklara Gecenin son otobüsü Oğlum gelir nasılsa .
5
Yağmurun diliyle konuştum Uzandım taşların eliyle Oğlum seni düşündüm Galata’ da eski bir evde
Denizin dikeninde uyudum Uyandım ter içinde Oğlum seni düşündüm Geçmiş zaman kipinde
Yolların arklarından baktım Gözyaşlarının merceğiyle Oğlum seni düşündüm Hasretlerin ikliminde
Deniz… ölümde bile…
6
Oğlum unutma adını Sana boşuna konulmadı o Oğlum unutma adını Göğe çizilen resimleri hatırla Oğlum unutma adını Dağları teyelleyen suları Oğlum unutma adını Kardeşliği, cesareti ve yanılgıyı Oğlum unutma adını Tarihe karşı yürüyen bedenleri hatırla Oğlum unutma adını Ve tarihi olan sonra Oğlum unutma adını Hep ipte olacak boynun Oğlum unutma adını Yaralı, acılı bir yurdun Oğlum unutma adını Kanı, çiçeği olarak…
Hayatı bir gömlek gibi sıyırsam mı üstümden Yüreğimde, kuyruğunu bırakıp giden bir kertenkelenin tedirginliği Ya da yollar, yollar, yollar boyunca Bastırıp dursam mı yarama ellerimi? O kadar kolay değil unutmak Ölüm bile istemez olur adamı gün gelir Son anda göze ilişen bir çiçek, Uzaktan duyulan bir çocuk sesi… Kan mı tutuyorum avuçlarımda? Yoksa ufaladığım güller mi? (Nerden geldi bu kırmızılık?) Ölüme en uzak bildiklerimiz bir bir ölüyor. Mezarlığa giden yolda ayak izlerimiz çoğalıyor. (Nerden geldi bu karamsarlık?) Bağırıp çağırmayı o ölülerin anılarına yakıştıramıyorum Söylevleri de dinlemiyorum artık Sen ölmedin, yaşıyorsunları… O ölüleri yaşatacak olanların çoğu Kapılarını erkenden örtüyorlar akşamları.
O kadar kolay değil kurutmak Yaşlarla dopdolu gözlerini anaların Yumruklarımız bir bayrak gibi dalgalansa da Bakışlarımız uzak bir yerde, dişlerimiz kenetli… Ölümse eşikte soluk soluğa Ve nicedir silah sesleri boğuyor Bu dünyanın en güzel sözlerini.
2
Her yazdığım şiiri bir kez okuyup, sonra yakmak isterim Ya da son bir şiir yazıp, bırakıp gitmek Beynimde yaralı bir cırcır böceği var Tek dileği, bir türkü daha söyleyip ölmek.
3
Yaşamayı nasıl kanıksıyorsam, ölümü de kanıksıyorum artık (Başkalarının değil, kendi ölümümü) Şurda bir silah patlasa, onun önüne ilk atılacak olan benim Şurdan bir tren geçse, ancak beni ezer bu dünyada.
4
Belki bu, kapanan bir dönemdir hayatımda Bilmiyorum belki de hayatımdır kapanan Belki ölür, bir kurt olurum kırmızı bir elmanın içinde Yaşarım ya da, ve taşırım o kurdu ölünceye dek yüreğimde.
5
Ölümle hayatın arasında bir yer varsa ben oradayım Bekliyorum, gökyüzüne doğru açmayarak ellerimi Ve bilmeyerek neyi beklediğimi.
6
Sözcükler taşa dönüşüyor boğazımda Ve sular akıyor dört bir yanımdan iğrendirici, bulanık Herkes o sulara girip yıkanıyor güle oynaya Ben mırıldanıyorum: Şiir yazmayacağım artık! Beynimdeki yaralı cırcır böceğini usulca elime alıyorum O bulanık sulara alıyorum…
7
Beni bir denizin kıyısına bırakın, Bir portakal ağacının dibine ya da Ne olur, onun dallarına uzanıp kalayım Belki yeniden bulurum türkümü – O yitirdiğim türkümü Bütün bu sözler benim değil çünkü Beni bir denizin kıyısına bırakın Bir çakıl taşının içine gömün orada O zaman ölmüşsem bile ağlamayın Deyin: – Son türküsü ölümdü!
8
Bir sevgilinin yüzü sızar gecenin karanlık duvarlarından Benim ol, ve beni bir gecede yeniden doğur, derim ona Mezarım ve beşiğim olsun rahmin Bir gecede sevgilim, sabahında anam ol Sana hiç dokunulmamış şiirler söyleyeyim. Seni, uçurumun dibinde tutunduğum dal bileyim
9
Geceydi. Aldı başını avuçlarına. Serdi sonra kucağına, bugüne dek yazdığı bütün şiirleri Gün ışıyana kadar hepsini bir bir okudu. Sabahtı. Ki sabah yeniden başlamanın öteki adıdır çoğu yerde O, bunu da tersinden anladı Kibriti çaldı, yazdığı bütün şiirlere. Sonra, ağlarmışçasına kendi ölümüneUzun uzun ağladı…
10
Uzun bir şiirin son dizesindeyim Bir sağnağın son damlası kaldı içimde Bağıracak gücüm yok, fısıldasam kimse duymuyor Sokaklara çıkıyorum ellerim yüreğimde Benim gördüğüm şeyleri kimse görmüyor. Bir nehir denize kavuşuyor düşlerimde Kanım damarlarımdan sessizce çekiliyor Bir şeyler sorup, yanıtlıyorum kendi kendime: – Ölümün olmadığı o ülke nerde? – Ölümdür, ölümün olmadığı tek ülke! Uzun bir şiirin son dizesindeyim. Artık yeni bir şiire başlayabilir miyim?
11
Bitiriyorum burada Bütün silahlarımı içime akıtarak Beni bu hayata bağlayan halat, gitgide inceldi Ve gitgide soldu yüzüm Aramam gereken dostlarımın adreslerini unuttum. Ayışığı alnıma vurmuyor geceleri Yıldızlara artık bakamıyorum. Bitiriyorum burada Bütün işlerimi görmüş gibiyim Yazmış gibiyim bütün şiirlerimi Bakıyorum tamamlanmış bir yapıya Artık sevmiyorum dalgalı denizleri Kuşların kanat çırpışları da içimi gıcıklamıyor Beklemiş gibiyim yıllar boyu Bulmuş gibiyim özlediğimi. Bitiriyorum burada Boğazımda patlamamış bir çığlık Bağırmak, ağlamak yok artık Uzun bir şiirin dizelerini bir bir yaşadım Uzun bir şiir oldu hayatım Ben niye kimselerin ağlamadığı yerlerde ağladım? Kopardığım çiçeklerden niye hep kan fışkırdı? Ben sokağa çıktığımda kapılar kapanır, Anneler içeri çekerlerdi çocuklarını Irmak aktı denize, yaprak toprağa düştü Bana çakıl taşları, bana kuru dallar kaldı. Bitiriyorum burada. Artık hiçbir şey sorma.
12
Dindi türküsü yaralı cırcır böceğinin Sesini arıyor şimdi, unutulmuş bir yazın kuruyan dallarında Masasını topluyor, kitaplarını, sigarasını Yazı makinasını kapatıyor usulca Dindi türküsü yaralı cırcır böceğinin Onu artık kim sorar, kim anımsar? Soluk dergi sayfalarında kalmış birkaç şiiri Nasılsa bir yerde su eritir, ateş yakar. Dindi türküsü yaralı cırcır böceğinin Bir portakal çiçeğinin koynundaydı doğumu Karlarına gömülürken dumanlı bir kentinBelki bundan, uzak bir denizin inleyişleri duyuldu Dindi türküsü yaralı cırcır böceğinin Bir yaşam boyu yarasını sözcüklerin ardına sakladı Sevdi çoğu insanı, tükenircesine sevdi Çoğu sevgisinde yanıldı Sorarlarsa, onun karların üstüne düştüğü yerden Bir portakal ağacı fışkırdı, dersin Kanı özsu oldu, dallara yürüdü Öldü dersin, ölümü uzun bir gülümseyişe dönüştü.
Kilisenin avlusunda bir melengiç ağacı titriyor Metruk kalbim, damar damar oluyor alnım upuzun bir suda Birdenbire atıldığı koca bir taşın, patladığı, dağıldığı Metruk kalbim. O suda, o upuzun suda eksik bir damla Gitgide eksilen bir damla gibi. Metruk kalbim. Kalıyor Koca bir halkın gün yüzü görmemiş aynasında metruk Kalbim, çoğaldıkça yeniliyor tarihin kadranında…
2
Yalnızlığı gün gibi aşikâr; iner çıkar, iner çıkar Merdivenleri – gözucuyla baktığı şehri, o Süryani Toprağı son kez sürer gibi oynattığı kirpiklerini Tutar derin kuyulara batırır – sizin hiç ülkeniz öldü mü Ey gönülsüz pasaportlara uygun adım mihmandarlar Hani her şey vatan için’di… Saplar ve samanlar Ayrışırdı zamanla kendiyle barışık bir kimya gibi
Bir geceyarısı merdivenleri ine çıka gitti.
3
Zulmün artsın! Gördün ya, dağların arasında incecik Bir su inadına akar, mazlum ve çevik Zulmün artsın! Duydun ya, göğümde dolaşır üç beş üvevik Edirne’den Ardahan’a, Sinop’tan Anamur’a selâm götürür Çapraz ateşinde devletlü gecelerin, pul ve mühür Ve faili meçhul bir kalem elinde, yazar durur
Zulmün artsın! Ki ben de korkup adam olayım.
4
Ateş yakar, su boğardı, geç anladım Metruk kalbim. Cesaretim uçurumlar boyuncaydı korkum dar’ül mekân Soğuk üşütür, bıçak kanatırdı – o ki meramım Göğsümdeki ayların yıldızların meseline kandım Yoktu, hiçbir şey yoktu – metruk kalbim Kuyuya atılan taş boşlukta uçtu durdu Yaprak kımıldamadı, su titremedi, onca isyan Bir yarasa telaşıyla derinliklere doldu Saçlarımdaki akların bağırtısına uyandım
Bir Kalbimi dağladıkça, bombalandı dağlarım.
ek
Fazıl Hüsnü Dağlarca’ya
Türk olmak, yenilmek demektir Dağbaşlarında, ıssız bir çoban yalnızlığında Sabah ayazında üşümüş, yorgun Upuzun bir vicdan sızlamasında Türk olmak, acı demektir Seviyorum ülkemi, Sinoplu bir balıkçının sevdiği kadar Alnımda yağmur lekeleri, gözümde bir zeytin tanesinin kederi durur Seviyorum ülkemi: Denizler, ırmaklar, dağlar Kalbimde bir saka kuşu büyür Ama yalnızım, konuşmuyor sokaklar
Acıyor çocukların gözleri: Baba öldü! Acıyor anaların gözleri: Oğul öldü! Acıyor, hep acıyor, hep acıyor acıyor… Türk olmak, Plaza de Mayo’yu kıskanmak demektir.
Dağlar ıssız, ovalar boş, rüzgâr dinmiş Ülkemin göğsündeki kanser dal budak salmış Kalemim üşüyor, parmaklarım köz Ve sürek avlarında yorgun düşmüş… Gazetenin en derin köşelerinde insanlar ölüyor
Kuyruğumda arkadaş ölülerinden bir mahya Alkolik bir babadan ıslaklık Polis korkusundan bir çelenk Askerlik şubelerinden bir son yoklama Boynumda işsizlikten bir kement Oğlumun sorularından bir yanıtsızlık Karımın sabahlarından bir suçlama Annemin hafta sonlarından bir hayırsızlık kaldı…
– Bu oyun burada bitti mi amca? – Hayır, yönetmen yeniden başa aldı.
Yenilgimin oyuncularını ıslıklıyorum Hücrelerimi haykırıyor: Bir yerde yanıldın sen! Belki de her yerde yanıldım ben Şunun şurasında kaç yıl yaşadım
Bağışlayın beni Çünkü bağışlanabilecek pek çok şey yaptım…
Şair, dünya sana küsmüş diyorlar Sen barışamazken kendinle bile Her varlık beyninin bir uzantısı olsa neye yarar Çığrından çıkmış bu evrende?
Doğanın bir anlık dalgınlığından doğdun Suyun ve toprağın yalnızlığından Hep kendi içinde yürür durursun Tanrılarının gücenik kalması bundan
Kumdan kaleler yapıp bozmakta üstüne yoktur Beş duyunu yüzle çarptığın görülmüştür Şimdilik yirmi dört bilinmeyenli bir denklem yaşamın Bir gün elbet aylara, günlere de bölünür
Şair, dünya sana küsmüş diyorlar Enlemleri, boy lamları birbirine karıştırdığın için Bizimle uzlaşmadı, diye bağırıyor dinibütün olanlar Sonun kötüye varacak, bildiririm…
Damarlarıma yeniden yayıldığını duyuyorum kanımın İçtenlikle söylüyorum, seviyorum bu hayalı Ölmek istemiyorum ama ölebilirim şimdi Varsa ölümümün bu dünyaya bir yararı.
Koca bir çınar gibiyim, az da olsa yaşım Kopmaz köklerim var hayatın yüreğinde Şimdi ağlayıp sızlanan körpe dallanın Onlar toydur biraz, başları gökyüzünde.
Yaşamak, bizim en büyük özgürlüğümüz artık Acıların, gözyaşlarının da bilincine vararak Bağırıp çağırmadan, boyun büküp ağlamadan Yaşamak… enginlerde salınıp, yücelerde coşarak.
Bağırıyor içimde bir kuş, durmadan bağırıyor: Şair, bir taşı oyup da içine girmenin zamanı geçti! Bir kez daha gülümseyerek yanıtlıyorum onu: Ağladım. Biraz rahatladım. İyiyim şimdi.
Hiç söylenmeyecek sandığım sözler Bir bir kayıyor artık dudaklarımdan Hiç ayrılınmayacak sandığım dostlar Gülümsüyorlar şimdi kendi yollarından
Avuçlarıma çeşmelerden su dolduruyorum Üstüne tutuyorum yazdığım şiirlerin Yazılar silinmiyor, daha belirginleşiyor O buruk anıları yaşanmış günlerimin
Hayata da ölüme de öylesine uzağım ki Yüreğim eski bir duvar gibi delik deşik Bir sevda mı onaracak şimdi onu Geçip gitmişken benden sevgililik?
Bir çocuğun resmi üstüme örtülü kaldı Kalbimin çıkınında tıkış tıkış anılar Kolalı yakasının beyazı keşke alnına vursaydı Şimdi yıllardan kaç, kocaya mı vardı rakamlar Oğluma ne kadar benzermişim, o bana benzemiyor Bende tavanarası küfü, onda uysal isyanlar Külümü karıştırsam hemen yalazlanıyor Sanki her köşebaşında babama bir sözüm var Yaraya tütün, kalbe hüzün adamım, ömre ölüm yakışır Bul karıştır, tak takıştır, sonra bir de kaşın üstüne Bütün cinnetlerine tamah ettiğim Hayat Babamı ne kadar severmişim ah, oğlum beni sevmiyor Şimdi yıllardan kaç? Şimdi yıllardan kaç?
2
Tesbih nerde koptu kesin bendedir Babam külhanbey adam, sol taşağı mühürlü Binüçyüzotuzsekizden beri Cumhuriyet çocuğu Anası Rum, Dede Kafkaslar’dan, yüzbaşı… Tesbih nerde koptu, kesin bendedir Kırma döllerden karılmış şu Anadolu harası Söyle şimdi oğlu Boşnak, babası devrimci midir? Kırk yaşını aşarken kişneyerek ağladı Tesbih nerde koptu, kesin bendedir Ahmetler’den bir safkan, yüreği akıtmalı Yine de oğlum iyi bak, adama benzer baban
Kirlenmemek için kendini alkolde saklar Şu godoş dünyaya şu kazığı çaktık madem Kişne sen de kendince, anlayan anlar Tesbih bende koptu, elim sendedir
3
Fahişe yüzyıl, üç nesli emzirdin Çoktan şiirden nesre göçtü adamlar Elinden hiç değilse oğlumu kaçırdım Sütübozuk yüzyıl, saat onikide donunu çıkar donan Göndere çek, rüzgarlar bütün gece kussun Geride boğulan bir Ahmet Erhan kalsın
4
Kara Mersin taşından üç kara boncuk İzzet ve Deniz –iki cami arasında beynamaz bendeniz Otuzyedi kardeştik, derdi babam İki babadan ve bir çuval anadan Ölüp gideceğim tapularıma bile kavuşamadan Reddi miras eylesem belki gücenirsiniz Biliyorum, biliyorum Mersin’i biz kurduk Denizi gördük, asamızı taşa vurduk Otuzyedi kardeşmiş… ben kendimi yolda görsem tanımam
5
Ben bu şiiri yazar mıydım hiç, azıcık drink alsam Yetmişaltı yılında, bir haziran ayazında alkolden öldü babam Bayrağı kaptığım gibi meyhaneye koştum O gün bugündür camlarımda bir buğu Boynum kırıldı kırılacak yetim bir kuğu Ben bu şiiri yazar mıydım hiç, azıcık ayık kalsam Şeytan diyor ki, yürü bre dağ bayır, bağır da bağır Bir yerinde saklı tut solgun yüzünü Ölünce kağıtlardan kazıyıp, kendime gömün beni…
6
Tarihim solgun:Milenyum! Milenyum! Talihim beşte kalmış bir ganyan Oğlum, tam şurada durup, boynuma sarılsan ‘Artık adam oldu diye babam.’ Şimdi yıllardan kaç, ne umurum?