RSS

Etiket arşivi: A. Ali Ural

Çamur

sıkıntı basıyor yolcuları
yanaşamıyor gemi
kıyı az ötede
yanaşamıyor

azapların en elimi
kıyı yanındayken yanaşamamak
kaptan çabuk tut elini
kaptan elini

gemi dokununca iskeleye
kanatları dökülecek kuşların
iskeleye dokununca gemi

birer birer düşecekler denize

yanaşamıyor gemi, gemi yanaşamıyor
nefessiz kalıyor yaşlı bir kuğu
ah çamur!
toprakla suyun çocuğu

A. Ali Ural / Körün Parmak Uçlarıakdenizde-facia-700-umut-yolcusu-hayatini-kaybetti

 
Yorum yapın

Yazan: 06 Eylül 2015 in Türk Şiiri, Şiir

 

Etiketler:

Hükümdar

hükümdar, hükmü geçmeyince dar
dar kapılardan geçmeli başı eğik
yalanla murassa tacını
çember gibi çevirmeli yollarda
hükümdar hükmü bir masal bilip
ne tuhaf mührün leke kokması

ağacın sudan korkması ne tuhaf
ne tuhaf yüzde kum fırtınası
bir hükümdarın ağlaması ne tuhaf
uçar kokusu haşebî tespihlerin

vezirlerin elinde zergerdan, mercan
şahmaksut, kehribar, akik, kantaşı
sırtında otuzüç kere şaklayan
tane, durak, imâme, kamçı

tombak ibriklerden soğuk su akar
cariyeler kalkmaz mangal başından
bir gelincik fıdıldar sarkıp ebrudan
abdest alırken üşür hükümdar

küreklerini hatırlar gölde kayıklar
koşmayı unutur av köpekleri
gülmeye başlar birden hükümdar
soyatarı denerken yeni giysilerini

ne çeşnicibaşı yemeği tadar
ne tellallar okur hükümlerini
gülabdândan gül dökülmez hükümdar
sahibine gösterir atlar yelelerini

kararır telkârî fincan zarfları
kahve kadar makbuldür köpüğü kanın
yorulup taşımaktan hatıraları
topukları toprakla tanışır hükümdarın

A. Ali Uralhukumdar

 
Yorum yapın

Yazan: 06 Eylül 2015 in Türk Şiiri, Şiir

 

Etiketler:

Islak Bez

ıslak bezde kalır alnın sıcaklığı
cam arkasında kıpırdar buğu
ümmîdir okuyamaz dudaklarını
nasıl bir alfabe bu

anahtar söz verir anahtarlığa
kapıda uyur geceler boyu
şiir küser koştuğu dağa
nasıl bir alfabe bu

ah bu müflis tüccarı ayıplamayın
bir vitrinden seçtim ben onu
fiyatını bilmiyordum
etiketi yoktu

A. Ali Uralislak_bez

 
Yorum yapın

Yazan: 06 Eylül 2015 in Türk Şiiri, Şiir

 

Etiketler:

Edebiyat Karın Doyurmaz Çay İçirir 1

‘Yalnızım Çünkü Siz Varsınız’

Murat Dölek’e

Her şeyi anladığından, bildiğinden gitti. Her şeyin farkına vararak gitti. Gidişin kolay olmadığı, dönüşün imkânsız olduğu yere gitti. Anlamsızlığı anladığından gitti. Tarafsızlıktan nefret ettiği için, taraf olmak, tavır almak için gitti.Savunmaktan yorulduğu, savunmayı gereksiz bulduğu için gitti. Gittiği yeri bilerek gitti. Kırgın gitti. Başka çıkar yol bulamadığından, tek bildiği bu olduğu için gitti. Artık değiştirmek istemediğinden, buna gücü olmadığı için gitti. Tüm bunları anladığı için, hiçbir şey söylemeden gitti. Sessizce gitti. [1]

‘Maaşı bir balıkçı kazağına denk gelmeyen adamın gücenik dudaklarını, bir şehri her zaman tutuklu olarak da sevilebilme hünerini leyla sayarı her gördüğünde bir hoş olan inşaatçı mardinlinin fazla üstelemeyin bu şehirde yalnızım der gibi’[2] duruşunu anlatmak için gitti. Askerken yaptırdığı dövmesinden terhiste utanan delikanlılar- bilek güreşinde yenilince sokağa çıkamayan çocuklar …- Konuştuğu çocuğu kız-kıza dans edilen düğünlerde görebilen kızlar- Çayına pişti oynarken kağıt çalan adamlar’[3] için gitti. Çocukların gözlerinden masallar biriktirmek için gitti. Akşam haberlerinin üç numara tıraşlı yasak suret’leri için gitti. Yolculuk defterlerini, terk edilmiş kışlalara bırakmak için gitti! ‘sıvası dökülmüş kahpe bir duvar gibi / sıvas’ı dökülmüş bir Türkiye kaldı içimizde’ [4] diyerek Sivas türkülerine kırgın gitti.

Çocukluğunun yağmurlu sabahlarına dönmek için gitti. Çatıda bir serçe okunaksız ötüşüyle mutsuzluğunu boşluğa yazarken ‘kimsenin adını bilmediği, kimsenin çözemediği geometri problemlerinde matematiği sevmeyen çocukları’[5] sevmek için gitti.

Koşuşturmaktan bıktığı için, yavaşça, acele etmeden, kararlı gitti. Yüzünde bir gülümsemeyle, her şeyi arkasında bırakarak gitti. Kimsenin anlamayacağını, anlamaya çalışmayacağını, herkesin yargılayacağını bilerek gitti. Yürüdü, hep yürüdü. Taşra kasabalarının kapakkızı pozundaki kar altı yalnızlıklarından geçti. ‘Mavzerinin demirini alnına dayamış – Yüreği susuzluktan bunalan – İçinden mahpushane çeşmeleri akan – Ansızın parlayan keklikleri jandarma baskını sanıp –Apansız silahına davranan –Nice delikanlıların figüranlık yaptığı yaz’[6]lardan geçti. Sınavlara ve sevdalara geç kalmış orta halli esnaf çocuklarının, arkasında ‘kaderim’ yazdıkları mavi minibüslerinde müsümgürses dinledi. Sonra, ayaklarının altındaki düzlük bitene kadar yürüdü. Beyaz Mantolu Adam gibi gitti.

Gitmek eyleminin çekimlerini bütün zamanlarla deneyerek ‘sonsuz zaman’ı seçip gitti. Gitmek sözcüğünü güzel bir nedene bağlayarak gitti. Sigarasını behçetnecatigil inceliğinde tutarak, uzun bir Samsun yakarak gitti.

Bir akşam yağmur yağarken gitti. Ağlar, saitfaikçe çekilirken, aynalar orhanvelice gülerken gitti. “Gökyüzünden senin için kopardığım o dalı bana geri ver ya da yağmurlu akşamüstleri artık beni arama.”[7] diyerek gitti.‘Mahallenizde çıkan yangın gibiydim’ [8] diyerek gitti. ‘Bütün güzel kızlar nişanlı mıdır bu şehirde?’[9] diyerek gitti.

Ellerini geç kalmış bir yaz yağmuru gibi yüzüne sererek[10] gitti. Devesinden ve duasından başka bir şeyi olmayan bir bedevi gibi yalnızlık çölünün ölgün neonlarına ‘ben bazı baharları hep yarım bıraktım’[11] yazarak gitti.

Bir gece treniyle gitti. ‘Suların da bir arkadaşlığı olur diye’[12] yağmurla gitti. Bir telgraf teli çizip giderken karanlığı, gelmesini istemediği bir türkü sonuyla gitti. Farkın fark edilmez suskun tiradıyla gitti. Cildi parçalanmış bir beckett kitabıyla gitti. Dostkukların Son Günü’ne Cumartesi Yalnızlığı’nı ekleyip az selimileri, az oğuzatay, az edipcansever derleyip panaitistrati’yi hep okumadan severek gitti. İddiasız ama yüreği bulutlandıran şiirler gibi gitti.

Yüzünde hak edilmemiş acıların acemiliği, elinde okunaksız adresler kendinin peşindeydi

‘Bunalıyoruz çocuk, bunalıyoruz / Biçim veremediğimiz
şeylerin / biçimini alıyoruz’[13] der gibi gitti.

Edebiyat karın doyurmaz, çay içirir; hangi şiiri, hangi şehri sevdiysem evli ve iki çocuklu çıktı diyerek küçük acıların bilgeliğiyle gitti.

Gözlerinin hatıra defterinde özlem’ini özetleyen bir fotoğrafla[14] gitti. ‘Bir başka kentte, bir başka insan olmanın umutları’[15]yla gitti. “Yalnızım, çünkü siz varsınız.”[16] diyerek gitti.

En son, kentin en kalabalık caddesinde kendisiyle karşılaşınca bir yere gidemedim galiba, diye söylendiği, A t ö l y e’m dediği bir mekanda eşyaya ruh vermeye başladığı rivayet edildi.

[1] Ayşe Sarısayın
[2] Cafer Turaç
[3] Yücelay Sal
[4] küçük İskender
[5] küçük İskender
[6] Erdem Bayazıt
[7] Nihat Behram
[8] Akif Kurtuluş
[9] Turgay Gönenç
[10] Salih Bolat
[11] küçük iskender
[12] Abdulkadir Bulut
[13] Şükrü Erbaş
[14] Sevgi Soylu Koyuncu
[15] Murathan Mungan
[16] Orhan Alkaya

Sıddık Akbayırmurat-dolek

 
Yorum yapın

Yazan: 15 Mayıs 2015 in Şiir Gibi

 

Etiketler: ,

Sevgili Dost

Sevgili Dost,

Zarfın üstüne ismini yazıp postanedeki memura uzatıyorum. Memurda zarfı geri uzatıyor bana. Bunun üzerine yaşadığın şehrin ismini yazıyorum. Memur başını iki yana sallayıp, geri veriyor zarfı. Bu defa oturduğun semtin ismini ekliyorum. Hayret, zarf yine karşımda.. Cadde ismi de yetmeyince, sokağın adını yazıyorum. Fakat, memur ısrarla kaşlarını havaya kaldırmaya devam ediyor. Bu sefer apartmanın ismini yazmak zorunda kalıyorum. Memur “numarası” diye azarlıyor beni. Apartmanın numarasını da yazıp hışımla veriyorum zarfı. Memur ayağa kalkıyor… Bir adım geri çekiliyorum. “Daire numarasını da yazacaksınız!” diyor, nazikçe.. Daire numarasını da yazıyor, sonra kendimden emin bir şekilde gülümseyerek uzatıyorum zarfı.. Memur önce cebinden bir mendil çıkartıp alnındaki terleri siliyor. Sonra sesini kalınlaştırarak: “Pul” diyor.”Pul!”

Demek yazdıklarımı sana ulaştırabilmek için küçük bir bedel ödemem gerekiyor. Elimi cebime atıp bozuk para arıyorum. Bozuğum yok. Cüzdanımdan çıkarttığım kağıt parayı uzatıyorum memura.O, kağıt parayı önce parmaklarıyla yokluyor,sonra ışığa tutuyor. Aman ALLAH’ım! Yüzündeki ifade değişiyor memurun. Bağırmaya başlıyor:

-“Sahte bu, sahte! Bu mektubu gönderemezsin!”

İkinci cümlede gizli bir sevinç hissediyorum.

Sevgili Dost,

İşte eline geçmeyen son mektubumun hikayesi bu. Postanedeki memur haklıydı. Çünkü Sokrates’in; “Hiç bilmemek eksik bilmekten yeğdir” sözünü bilmese de, eksik bir adresle gönderilen mektubun yerine ulaşamayacağını çok iyi biliyordu.

Sevgili Dost,

Hayat, bilgi istediği gibi bedel de istiyor. Ekmeği tanıman yetmiyor, onu sofrana götürebilmek için bedel de ödüyorsun. Postanedeki memurun “pul!” diye feryat etmesi boşuna değil… Hayat bedel istiyor…

Sevgili Dost,

Postanedeki memur, kağıt parayı ışığa tutarak “sahte” olduğunu anladı. Sen nasıl ayıracaksın sahteyle gerçeği. Acaba nasıldır sahtesi basılamayacak dostluğun resmi..?

Sevgili Dost,

İnsan bir bakışla ne görebilir..?

A. Ali Ural
Posta Kutusundaki Mızıka
Şule Yayınları 59. Baskısevgili_dost

 
Yorum yapın

Yazan: 25 Nisan 2015 in Şiir Gibi

 

Etiketler: