RSS

Etiket arşivi: Metin Altıok

Soneler

I

Sevgilim bak, geçip gidiyor zaman;
Aşındırarak bütün güzel duyguları.
Bir yarım umuttur elimizde kalan,
Göğüslemek için karanlık yarınları.

Ağzımda ağzının silinmez ılık tadı,
Damağımda kösnüyle gezinirken;
Yüreğimde yılkı, aklımda ölüm vardı,
Dışarda rüzgar acıyla inilderken.
Unutulmuyor ne tuhaf dünya işleri,
Seninle bir döşekte sevişirken bile.
Düşünüyorum hüzünlü genç anneleri,
Çarşılarda, pazarda ellerinde file.

Bu kekre dünyada yazık geçit yok aşka;
Bir şey yok paylaşacak acıdan başka.

II

Nasıl bir acıdır bu bir düşün;
Yüreğimin yumruk kadar çaresizliği,
Sığlığı alışılmış bir günün,
Gecenin karanlık belirsizliği.
Yarın, yarın ve yine yarın;
Hep bugün olan aynı yarınlar.
Düş kırıklığı gibi kötü gelen zarın,
Varımı yoğumu elimden alırlar.

Ve ben dönüp yine sana gelirim;
Elimde somun, gözlerimde mıh.
İşte bugün de kaybettim derim,
Aklımda dimdik duran bir çarmıh.

Güler yüzle karşılama beni sakın;
Güzel sonuma bırak ölümüm yakın.

III

Bu uydu çağında çaresizliği gördüm,
Sinekler konarken insan yüzlerine.
Hastane kapılarında ağıtlar duydum,
Gözü yaşlı kadınlar vururken dizlerine.

Soğuk kış günleri karla kaplı yollarda,
Gördüm hata çıka yürüyenleri.
İple dikilmiş yırtık lastik ayaklarında,
Yaka bağır açık bir ceketti giydikleri.
Ve akşamla birlikte gelirdi adama alkol;
Sahada yanarken kuru meşe odunu.
İç dostum derdi beni, iç ve yok ol.
Silerdi içimdeki utanç duygusunu.

Acının dudakları varsın benimle solsun;
Kapım açık her ölüme nasıl olursa olsun.

IV

Bende vardı, ama ben yıllar yılı,
Bende olanı hep sizde de aradım.
Biraz ürkek, biraz suçlu, kaygılı,
Yüreğinizi sezdirmeden yokladım.

Dem çekse bir güvercin karşı çatıda;
Sizdekini arardım bırakıp bendekini.
Böyle böyle gördüm işte sonunda,
Bir yılanın deri değiştirmesini.
İnsanın talihsiz oyunudur bu,
Yıkımı yine kendi elinden olur.
Engelleyemez paylaşmak duygusunu;
Gün gelir yorulur, kendini de unutur.

“Ben buraya bebe hakkı için geldimdi;”
Ben kimdim unuttum, bebeler kimdi.

V

Beraberken kıymetini bilemedimdi;
Elim ayağımdın sanki, zora koştuğum.
Bir yetim şiir kaldı yanımda şimdi,
Kaybetmekten deli gibi korktuğum,

Bir kum saatıyım sensiz geceden gündüze,
Altı durmadan üstüne getirilen.
Bu nasıl zaman ki çakılıp kalmış güze,
Doğmamış çocukları evlatlık verilen.
İşte böyledir gülüm bazı şeylerin
Hiç hissedilmez varlıkları ama,
Yoklukları bir uçurum kadar derin
Baş döndürür kıyısında nasıl da.


Ey bir hüznü büyüten solgun anne!
Sen de düşün benden sana kalan ne.

VI

Sen ey kendine bölünen, gel beni dinle;
Kurtulmak için benliğini saran kederden,
Bir terminal büfesi ol yüreğinle
Ve açık tut gece gündüz demeden.
Hesaplaş yüzyüze karşılıklı ölümle,
Vakitli vakitsiz seyret gelip gidenleri.
Gurbetle sılayı birbirine düğümle,
Bir gözün ağlarken varsın gülsün diğeri.
Sen ki banarsın altın suyuna,
Yıllardır bir ziynet gibi kendini;
Bırak lağım karışsın bundan sonra kuyuna,
Biraz da pislikle sına erdemini.

Hasrete, açlığa, yokluğa dokun;
Bakalım o zaman neye benzeyecek kokun.

VII

Başımda siyah şapka, elimde çiçek;
Bekliyordum ikide bir saatıma bakarak.
Yüreğim dalından düştü düşecek,
Çıplak bir ağaçta sanki tek yaprak.

Derken sen geldin bir sis içinden;
Serildi dürülüm, dolaşığım çözüldü.
Bir mavilik yayıldı etrafa gözlerinden,
Yalnızlığım çaresiz bir köşeye büzüldü.
Ne ben bekledim oysa, ne de sen geldin;
Gerçekleşmedi henüz söz ettiğim buluşma.
Çünkü sen benim hak edilmiş ecelimsin,
Nasibim olacak ömrümün sonunda.

Herkes kendince göçer bu yeryüzünden;
Kimse pay çıkarmasın başkasının ölümünden.

VIII

Neden diyorum kendi kendime hep;
Üstelik param da varken ve tokken karnım,
Acaba nedir duymama sebep
Gülmek eğlenmek isterken canım,
İğneden geçirip ebruli bir ipliği
Ucunu düğümler gibi birden,
Duyuvermem içimde o kekre garipliği
Rengi değişmiş ter ve kirden.
Neden, neden diyorum ama;
Ekmek almaya gönderen çocuğunu,
Dul bir kadın geliyor aklıma
Ve ben bilmiyorum o kadının kim olduğunu.

Demek ki benim içimde bir ben daha var;
Hem ben olan, hem siz, hem onlar.

IX

Anılar geliyor bazen ister istemez akla;
Burnumdadır kokusu cumbalı evimizin.

Taş sektiriyorduk büyük bir mutlulukla,
Çalkantısız yüzünde dupduru bir denizin.
Metal paralar sektiren biri vardı aramızda;
Bir testere ağzı olurdu onu görünce sular.
Yaylanıp parayı çalımla savurunca,
Kanardı denizin sırtına açılan yaralar.
Tadarak güzelliğini Türkçenin kana kana,
Taşlarımız sözcükler oldu şimdi irili ufaklı.
Söz sektiriyoruz artık kimimiz imgeden yana,
Kimimiz kılavuz etmiş kendine aklı.

Denizde para sektirenler ortalardadır hâlâ;
Ben diyorum henüz erken, vakit gelmedi daha.

X

Öyle bir taş yapı ki yuğrulmuş nakışla;
Onun yüzü bir Selçuklu kapısıdır yumuşacık.
Hiç girmedim içine yetindim salt bakışla,
Öpüp geçtim önünden bazen de usulcacık.
Çünkü benim yüreğim bilirim cehennemdi.
Onunsa gül bahçesi hoş kokulu, rengarenk;
Yoktu bu cihanda bence eşi menendi.
Hem insan yaşar mı sevdiğine zarar vererek!
O dedi ki bana boşuna kandırma kendini;
Umurumda değil aslında gül bahçem benim.
Koruyorsun sen kendi cehennemini;
Alevinle gel varsın kül olsun bedenim.

Düşlerimde şimdi kıpkızıl cehennem gülleri;
Soğuyup buz kestim bense, gövdem zemheri.

XI

İster sevgili, ister dost olsun,
Ayrılmak saati gelip çattı mı, sakın gizleme;
Sen omuzdan kesilmiş bir çaresiz kolsun.
Eskiye de boş ver onu da eşeleme;
Ne iyiydik’ler, yine görüşürüz’ler
Dikenli tel gibi takılmasın boğazına.

Biliyorsun bu sözler inandırıcı değiller.
Çoğaltmadan katlan acının en azına;
Bekleme aracın kalkmasını, ayrılıklar götürü.
Karış telaşlı bir kalabalığın içine,

Yürü ardına bakmadan, durmadan yürü;
Yeni aşkların, yeni dostlukların geleceğine.

Alıştır kendini her şey biter ve gömülür;
“Ve nice yazlardan sonra kuğu da ölür.”

XII

Hangi baş güzeldir bir kafatasından;
O bembeyaz yontudan eti soyulmuş?
Bir kuytu loşluk yayılır göz çukurlarından.
Ki bütün kötülüklerden soyunmuş.
Ne güzel durur bir konsolun üstünde,
Sessiz, vakur ve yaşamış ölümünü.
Konuşmayan yine de hiç hayatı üstüne,
Ne övünür, ne yerinir, deyip kesmiş sözünü.
Ben de isterdim kafatasım alsın yerini,
Bir kitaplıkta şiir kitapları arasında.
Biri anlasın ürkmeden onun güzelliğini,
Bir karanfil iliştirsin arasıra ağzına.

Desin ki; iyi veya kötü bu baş da yaşadı.
Sevdi sevildi, ömrünü bir top kemikle noktaladı.

XIII

Birbirine benzer bütün ara istasyonlar;
Sarıya boyanmış yapılar arasında,
Yutkunup duran huzursuz ağaçlar
Ve paslı bir hüzün bulaşığı her yanda.
Katardan ayrılmış yük vagonları
Yorgun beygirler gibidir raylar üzerinde.

Uzaklardan sürekli köpek havlamaları
Karışır bir trenin isli düdük sesine.
Bir adam dolaşıp durur kendine konuşarak,
Bekler belki de bir posta trenini.
İçinde bir deniz kayalara vurarak,
Parçalar hışımla kendi kendini.

Arasıra giderim o küçük istasyonlara;
Ağzımdan dilsiz bir çığlık karışır rüzgarlara.

XIV

Aklım yitirdi o parlak yalımını;
Hoş çok az güvenirdim ben ona zaten.
Gözlerim görmez oldu uzağı yakını,
Başladı sulanmaya okur yazarken.
Kendime yakıştırmalıyım yaşlılığı,

İki gözlük kullanıyorum artık.
Yaşıyorum çift başlı saçmalığı;
Yorgun bir yürekle ölesiye aşık.
Yüreğim benim, yüreğim, yüreğim,
Cesur ol ve yüreklendir beni;
Ki ona kanatlı sözler söyleyeyim.

Olgun bir elma gibi sunayım seni.

Sevda demişler buna zaman dinlemez;
Erken ya da geç gelir, bazen hiç gelmez.

XV

Bir ters iki yüz dizlerinin üstünde,
Şimdi sen çaresiz mutsuzluklar örersin.
Bir usanç büyütürsün göğsünde,
Kilitlenmiş talihine elbet küsersin.
Çünkü mürai bir kandil akşamı gibi,
Günlerin sonu hep pişmanlık getirir.
Yosun tutar umudun nazlı dibi,
İçindeki hevesi başlamadan bitirir.

Anlayamazsın nerde yanlış yaptığını.
Elindeki pelteleşmiş anahtar,
Döndürür durmadan kendi sapını;
Ömründe kapanmaz derin girdaplar açar.

Sen gel bu oyunun kuralını değiştir;
Mutsuzluk ceza değil ehven bir iştir.

XVI

Gözünde kısık bir kar gözlüğüyle,
Önlemle bakıyor dünyaya herkes.
Yüreğinin zorunlu kör düğümüyle,
Sevgisine olabildiğince nekes.
Oysa şimdi yatağında yalınayak,
Bir akarsu denize koşmaktadır.
Umudun işlek kenar süsü olarak,
Kendini özlemle çoğaltmaktadır.
Elde değil biliyorum hak vermemek,
Kıstırılmış bu ezik insanlara.
Buz üstünde düşe kalka yürümek,
İzin vermiyor ne yazık coşkulara.

Ama sen yine de kendini sınırlı tutma;
Sevgilim, akarsuları sakın unutma.

XVII

İstersen ayıpla beni, istersen bağışla.
Bilmem ne yapardım sen olmasan.
Sen ki keyif getiren yalnızlığıma,
İncecik bir kadınsın çamaşır asan.
Beni tılsımıyla bozgunlardan koruyan,
Ömrüme asılı ışıldayan nazarlık.

Seni kösnüyle düşündüğüm zaman,
İçimde fışnayıp köpüklenen sıcaklık.
Yayılırdın atlasında ürpererek tenimin,
Ürkek ve narin kuş ayaklarıyla.
Örgüsü gibi kanayan bir kilimin,
Yüzümü al basan akışkan nakışlarıyla.

Hangi suç taşır cezasını yanında?
O suç ki insanın tenini yadsımasında.

XVIII

Kuşkuyla morarırken önlerinde günleri,
Dünleri yamrı yumru kararır arkalarında.
Şu vurdumduymaz uzun ömür düşkünleri,
Pıtrak gibidir zamanın saydam kumaşında.
Uzun ömre böylesine düşkün olanlar,
Daha fazla kötülükse görmek istedikleri;

Hele bir dönüp geçmişlerine baksınlar,
Kaç bin yıllık çamurdur kişilikleri.
Korkunç gelmiyor bana hiç ölüm düşüncesi;
Bir ömrün hak edilmiş hasatıysa eğer.
Yaşamın o devingen yenilenme hevesi,
Erken bir ölüme bence her zaman değer.

Ben bir ejderin parlak pulum sırtında,
Birim düşer yerine birim çıkar sırasında.

XIX

Engel tanımaz saraylara bile girer acı;
Solgun bir oteldir yine de meskeni.

Üreyip zenginleşmektir çünkü onun amacı,
Çatlak aynalardan alır kendine gerekeni.
Özümler titizlikle aşkı da sevgiyi de,
Göz göz odalarıyla acının otel peteği.
Ürpertiyle geçen o pıhtı gecelerinde,
Konuk etmiştir kimbilir kaç kırık yüreği.
Otel ki, ebruli bir gurbet kamaştırır,
Sürme çeker yalnızlığın şehla gözlerine.
İnsanı seçsin diye ölümlerle tanıştırır,
Uyuşuk bir zamanın seğiren derisinde.

Ey otel; ülkemin ta kendisisin sen benim!
Bazen seni küçültmek için otellere giderim.

XX

İki türlü acı var, biri güncelden doğar.
Acıdır günbegün kararan gazete haberleri;
İnsanı çözümsüzlüğün acziyle boğar.
İçine kanatır sessizce umurlu yürekleri.

Bu acı her zaman umut taşır yedeğinde,
Tutunur var gücüyle zamanın akışına.

İkincisi nakıştır duygunun gergefinde,
Kök salmış özümüzün karmaşık kumaşına.
İnsanın önüne geçilmez o kavrama isteği,
Acıya dönüşür doğanın dipsiz giziyle.
Hem odur hem de değil bir kuşun teleği,
İşleviyle çakışan kusursuz biçimiyle.

Hiçbir şeyi tam anlayamaz bilinç dediğin;
Acıyla tümlenir ancak türsel eksikliğin.

XXI

Düşünde görmüş beni doğurmazdan önce;
Mahallemizdeki çeşmenin yalağında,
Suyun dibinde yatıyormuşum öylece.
Hayıra yormuş annem bu düşü uyandığında.
“Sonra bir gün gerçekten doğurdum seni,
Yalakta gördüğüm o çocuk gibiydin.”
Diye anlatırdı titreterek sesini.
“Tuhaf ama sen bana önceden gösterildin.”
İşte bu gizemli düş-gerçek yüzünden;
Evlere taşınan sevecen bir suyun,
Çalkalanıp göz göz olmuş künhünden,
El almış yüreğimle ben her evin oğluyum.

Akıl seçiklikle gösterse de yokuşu düzü;
Bazen belirsizliklerdir yönlendiren ömrümüzü.

XXII

Kendine yöneliktir sevda dediğin,
Sevgili onu varetmeye yarar ancak.

Açılır üstünde tensel isteğin,
Kılıfında bunalan bu tinsel sancak.
Sense ta derinden bütün benliğinle,
Hazırsındır birine adamaya ömrünü.
Sevdayla buğulanmış gözlerinle,
Görmezsin aynaların sana güldüğünü.

Ama diner zamanla içindeki fırtına,
Toz duman dağılır durulur ortalık.
Bakamazsın bile artık suratına,
Bir hiçtir sevgilim sandığın alık.

Gönlümdeki sevda seli taştan taşa atladı;
Ne kadınlar sevdim de haberleri bile olmadı.

XXIII

Birdenbire olur, beklenmedik zamanda;
İçinde belirsiz bir şey sezersin.
Yüreğinin yankılanan tınısında,
Bir şeydir de ne olduğunu bilmezsin.
Ne hüzündür, ne kederdir, ne acı;
Yalnızca kendisidir, kendine benzer.
Şöyle bir yoklamaktır sanki amacı,
Karıştırıp aklını geldiği gibi gider.

Ama ben inatla tetik durup bekledim;
Biraz daha bildim ki her seferinde,
İçimde bir taraz gibi sezinlediğim,
Hiçlikti özümün duygusal çeperinde.

İşte ben yıllar yılı yarı ölü yarı diri;
O hiçliğe yazdım bunca harlı şiiri.

XXIV

Durup geçmişe baktım hüzünle bugün;
Bir otele iner gibi kendime indim.

Kunt acılarla incinmiş ve ölgün,
Sağnaklardan geçtim de sonunda dindim.
Yıllardır unutulmuş suskun varlığı,
Kanepenin altından bir cam bilye
Ve bir ilk öpüşün gizemli sıcaklığı,
Seslendiler derinden bizi de an diye.
Nedir ki zaten geçmiş dediğimiz,
İçinde közler bulunan külden başka;
Zaman zaman ürperip eşelendiğimiz,
Gereksinim duydukça sevgiye ve aşka.

Geçerek dününün puslu kapısından,
Geçmişle kurtulur insan dağdağasından.

XXV

Bir iblisim, bir meleğim var benim;
Aşk ve şiirdir gizli değil adları.
Bazen iblisim melekleşir, iblisleşir meleğim,
Dilimde dolaşır acı zakkum tatları.
Titrerim bir hullalı gibi,
Ateşler içinde seğirir der

Sevgilim bak, geçip gidiyor zaman;
Aşındırarak bütün güzel duyguları.
Bir yarım umuttur elimizde kalan,
Göğüslemek için karanlık yarınları.

Ağzımda ağzının silinmez ılık tadı,
Damağımda kösnüyle gezinirken;
Yüreğimde yılkı, aklımda ölüm vardı,
Dışarda rüzgar acıyla inilderken.
Unutulmuyor ne tuhaf dünya işleri,
Seninle bir döşekte sevişirken bile.
Düşünüyorum hüzünlü genç anneleri,
Çarşılarda, pazarda ellerinde file.

Bu kekre dünyada yazık geçit yok aşka;
Bir şey yok paylaşacak acıdan başka.

Metin Altıok

 
Yorum yapın

Yazan: 11 Kasım 2022 in Türk Şiiri, Şiir

 

Etiketler:

Yerleşik Bir Yabancı: Metin Altıok

’Ben Metin Altıok, adanmış yüreği imgelerin.

Türkçenin gece gezen mahalle bekçisi’’

İzmir’in Bergama ilçesinde 1941 yılında Göçbeyli isimli bir köyde dünyaya gelir Metin Altıok. Orta halli bir ailenin ilk çocuğu. Yaradılış itibari ile içe dönük, çok konuşmayan, çok konuşulmasına tahammülü olmayan, utangaç bir çocuk. Fiziksel olarak yaşıtlarının gerisinde, cılız ve ufak tefek bir görünüme sahip.

Metin Altıok’un şiirinde ve kişiliğinde çocukluk döneminde yaşadığı travmaların etkisi büyük. Anladığımız kadarıyla annesi Melahat Hanım çocuklarıyla sağlıklı bir iletişim kuramayan; otoriter, sert, hırslı ve sevgisini göstermeyen bir anne. Yoksulluğun ve memnuniyetsizliğin getirdiği öfkeyle bu olumsuz özellikleri giderek artar. Altıok’un, annesinden çok dayak yediği bilinir. Yaşadığı bu acılar onu yalnızlığa itip iç dünyasıyla muhasebe yapmasına, şiir yazmasına ve tavan arasındaki odasında resimler yapmasına neden olmuştur. Annesizliğin o derin üzüntüsünü yaşayan Altıok’un dünyası çocukluk döneminde kelimeler ve renkler üzerinde kurulmuş olur.

Küçük Tragedyalar (Tan, 1982) adlı kitabındaki Bir Gün Ölürüm başlıklı şiirde şöyle diyor: ‘’Ölümü arayarak geçti / Bunca yılım / Kötü annem / Beni komşunun oğlu kadar seven’’Bir insanın annesine böyle hisler beslemek zorunda kalması fazlasıyla yıpratıcı, kendisini annesinin gözünde komşunun oğluyla denk gören ve o kutsal anne sevgisinden uzak yaşamak zorunda kalan Altıok, ruhunu acılarla yoğurmaya erken başlıyor ve bu yalnızlığını Sarıl Bana adlı şiirinde şöyle anlatıyor: ‘’Bu yaşa geldim içimde hep bir çocuk hâlâ / Sevgiler bekliyor sürekli senden / İnsanın bir yanı neden hep eksik / Ve o eksiği tamamlayalım derken / Var olan aşınıyor azar azar zamanla / Anamın bıraktığı yerden sarıl bana’’.

Altıok’un, arkadaşı Mehmet Taner’e anlattığı bu hikâyelerden birini Mehmet Taner yıllar sonra şöyle nakleder: ‘’Biliyor musun, beni kaynar kazanda kaynattılar’’ dedi birden. Yüzü karmakarışıktı. Mecazi bir şeyler söylüyor sanmış ama anlamamıştım. Anlatmıştı. Küçük bir çocukken, İzmir taraflarında, annesi ve babası tarla işleriyle meşgul olurken, onu bir ağacın altına bırakmışlar. O yaz sıcağında bir akrep tarafından sokulmuş. Akrebin zehrini alsın diye çevredekiler, ateşin üzerine koydukları bir kazan suya sokup Altıok’la birlikte suyu kaynatmışlar. Gözyaşlarına boğulmuştu. ‘Küçük yahu, daha küçücük bir beden suda kaynatılıyor, düşünsene’ demişti. Yaşadığı bu travma ise Yolcu, Acı ve Yılan başlıklı şiirine şöyle yansıyor: ‘’Acı, ah acı; sokabilseydim seni / Zehirim bu kadar yük olmazdı bana’’.

Gençlik yıllarında Metin Altıok’u herkes ressam olarak bilir. Hatta Altıok bireysel olarak ya da arkadaşlarıyla beraber resim sergileri açar. Bu sergilerde sattığı resimler onun üç-dört aylık geçimini sağlar ve bu dönemde bir işte çalışmayacak olması Altıok’u mutlu eder. Çalıştığı hiçbir işte mutlu olmaz, zaten disiplinli bir çalışma ona göre değildir, üniversiteyi tam sekiz yılda bitirmiştir. Füsun Akatlı’yla beraber bir yuva kuran şairin bu yuvayı idare etmesi için para gereklidir. Füsun Akatlı’nın babasının ayarladığı bir işte memur olarak görev yapar, bu arada da okumaya, yazmaya ve çizmeye devam eder. Geniş bir okuma yelpazesi bulunan Altıok şiirde en çok Lorca, Ezra Pound, Nerval, T.S. Eliot gibi isimlerden etkilenir ama bu etkiyi şiirine yansıtmaz.

Edebi Yolculuk

O dönemde İkinci Yeni rüzgârı esmektedir, toplumsallıktan uzak biraz daha bireysel ve anlaşılması güç şiirler yazılmaktadır. Altıok’un şiirleri biçim olarak değilse bile anlayış olarak İkinci Yeni’ye yakın özgün bir şiirdir. Eşi Füsun Akatlı ise bu konuda: ‘’Metin Altıok şiirde kendini İkinci Yeni kuşağına yakın görmüştür. Şiiri onlarınkine benzemez ama şiiri onlar gibi anlar, onlar gibi yaşar’’ demiştir. Şiirlerini Soyut Dergisi’nde yayınlamayı sürdüren Metin Altıok’un henüz kitabı yayınlanmamışken 1976 yılının Nisan ayında Milliyet Sanat Dergisi’nde Behçet Necatigil, Altıok’un Soyut’taki şiirleri için: ‘Dergilerde şiir konusunda en çok onunkiler düşündürdü, zenginleştirdi beni. Soyut Dergisi’nin Ocak ve Mart sayılarında taze bir duyarlılığın sekiz şiiri. Meseledir.’ der, Behçet Necatigil o sekiz şiire bakıp Altıok’un derin bir ‘mesele’ olduğunu anlar, derin ve acı bir mesele.

1976 yılında ilk şiir kitabı olan Gezgin, Dost Yayınları’ndan çıkar. Daha sonra; Yerleşik Yabancı, Kendinin Avcısı, Küçük Tragedyalar, İpek ve Kılaptan, Gerçeğin Öte Yakası, Dörtlükler ve Desenler, Süveyda, Alaturka Şiirler adlı kitaplar şairin edebiyat yolculuğuna eşlik eder. Bu kitaplarda ağırlıklı olarak; acı, aşk, ölüm, yalnızlık, yabancılaşma ve kaçış temalarını işler. Metin Altıok bu kitaplara ek olarak Şairin İlk Atlası adlı deneme kitabını da okuyucuya sunar.

İlk kitabı Gezgin, 35 yaşında yayınlanıyor bu kitap yayınlandıktan sonra Politika gazetesinde Turgut Uyar kitap hakkında şöyle bir yorum yapıyor: ‘’Metin Altıok birden yetkin bir ozan olarak karşımıza çıkıyor. Kusursuzluğun o ürkütücü sessizliğiyle… Metin Altıok şiire başkaldırmıyor, sanki ona boyun eğiyor gibi. Büyük bir tatla okudum Gezgin’i. Uzun zamandır duymadığım bir şiir tadıyla’.

Öğrencilik yıllarından itibaren sürekli siyasetle iç içe olmuştur Altıok. Bir parti üyesidir ve bu partinin çalışmalarına aktif bir şekilde katılıp ömrü boyunca da desteklemiştir. Burada enteresan olan şey siyasetle bu denli içli dışlıyken şiirine yansımayan siyasi olgulardır. Şiirlerinde sosyalizmden, savaşlardan, ekmek kavgasından ya da gelecek için umutlu günlerden bahsetmez. Düşüncelerini ve politikaya dair fikirlerini düz yazılarında okuyucuyla paylaşan şair, şiirlerinde bu tutumdan uzak durur. Bunu, ‘kimliğini şiir okuyucusundan kaçırma’ ya da ‘kendini gizleme’ olarak yorumlama hatalı bir çıkarım olacaktır. Zira Altıok, şairin nasıl olması konusunda şunları söylüyor: ‘‘Şair, iç yaşantısını ve iç değerlerini dışa vurmalıdır. Çünkü her şair şiiriyle olunması gereken bir insan modeli çizer. Duygudaşlık yoluyla okuru bu modele yönlendirir. Şairin nasıl biri olduğu bu insan önerisinde gizlidir’’. Tüm bunlar Altıok’un şiire verdiği önemin bir göstergesidir, şiiri siyasi propaganda aracı olarak kullanmak ona göre değildir, çünkü şiir daha naif, daha ulvi bir meseledir, günlük siyasi uğraşlar şiirin bu hassas dokusuna zarar verebilir.

Pars ve İntihar

Çalkantılı bir hayat yaşar Metin Altıok, çünkü ait olduğu bir yer yoktur. Kendini hiçbir yere ait hissetmez sürekli bir yolculuk ve arayış halindedir. İlk kitabının adı Gezgin ikincisi ise Yerleşik Yabancı’dır. Şair, Yerleşik Yabancı adını ‘Meteque’ sözcüğünden alır, bu kelimenin manası bir kente yerleşip orada ticaret yapan yabancı kişidir. Altıok dünya denen bir yere yabancı olarak yerleşmiş ve hayatla alışverişini devam ettirmiştir. Bu gezgin ruh ve yabancılık hali günlük problemlerle de birleşince şair Metin Altıok eşi Füsun Akatlı’dan ayrılır ve Bingöle’e felsefe öğretmeni olarak atanır ya da sığınır.

Küçük Tragedyalar (1982, Tan Yayınları) Altıok Bingöl’e gittikten yayınlanan ilk şiir kitabıdır. Kitap kızı Zeynep’e ithaf edilmiştir. Altıok kitabın başında Ernest Hemingway’in içinde on tane kısa öykü bulunan Klimanjaro’nun Karları adlı kitabından bir pasaj aktarır okura: ‘’Klimanjaro 6500 metre yükseklikte karlı bir dağdır… Tepeye yakın bir yerde kurumuş ve donmuş bir pars iskeleti vardır. Bu kadar yüksek yerde pars ne arıyormuş, kimse akıl erdiremiyor’’Kitabın Bingöl’de yazıldığını bilmeseydik eğer bu küçük alıntı bizler için pek bir şey ifade etmeyebilirdi. Ama bu bilgiden sonra taşlar yerine oturuyor ve şairin kitabına neden böyle bir başlangıç yaptığını anlıyoruz.

Altıok Bingöl’e öğretmen olarak atandığında yeni bir dünyaya adım atmış gibi olur. Tek başına etrafında hiçbir tanıdığı yokken, iklimine, insanına ve hatta diline yabancı olduğu bir şehirde yaşamaya alışmak onun için zor olmuştur. İlk aylarda maaşını alamadığı için ucuz, kirli ve soğuk otel odalarında kalmak zorunda kalmıştır. Kendi deyimiyle Bingöl onun için berbat bir yerdir. Şairin hayatında bir kırılma noktası olmuştur Bingöl’e gidişi. Toplumun diğer yüzünü, acılarını, sorunlarını, kavgalarını daha yakından görmesi bu gerçeklikleri şiirine ustaca taşımasına yardımcı olmuştur. Artık kullandığı imgeler daha karanlık ve umutsuz bir hal almıştır; yabancılık, korku, ölüm, yoksulluk, otel odaları Altıok’un şiirinde belirgin bir hale gelmeye başlamıştır.

Bingöl yıllarında ilk defa intihar eylemini şiirine konu etmiş ve Tezgahında Acının adlı şiirinde şöyle demiştir: ‘’Bunun için intihar / Parçasıdır hayatın’’. Yazarın yoğun olarak yaşadığı bunalım ve yalnızlık onu intihar düşüncesine sevk etmiş ve intiharı bir kurtuluş olarak görmüştür. İlerleyen zamanlarda intihar düşüncesi aklında iyice yer etmiş ve bileklerini keserek bu acıdan kurtulmak istemiştir. Yaşadığı bu acı olayla ilgili şu dizeleri yazar Altıok: ‘’Köstekli şiiri ikide bir / Cebinden çıkarıp bakan / Şair ne oldu sana? / Kaç dikiş atıldı / Bileğindeki çentiklere? / Örselenmiş onurunla / Şimdi nerdesin?’’

Metin Altıok Bingöl’ün karlı dağlarında kendini yabancı bir pars olarak hisseder. İzmir Karşıyaka’da ömrünü denizle iç içe geçirmiş birinin bu karlı dağlar altına ne işi vardı? Hikâyede Hemingway’in de sorduğu gibi ‘Bu kadar yükseklikte o pars ne arıyormuş?’.

Kendini arıyordu Altıok, hiçbir yerde bulamayacağına emin olduğu kendini. Düşüp kalmaz o karlı dağlarda şair, alışır bir zaman sonra Bingöl’e. Hatta bir zaman sonra sevmeye başlar o karlı dağları, ikinci eşi Nebahat Hanım’a şunları söyler gülerek: ’’Beni hâlâ şaşkınlığa düşüren şey Bingöl’de gördüğüm şair muamelesiydi. O muameleyi bir başka yerde görmedim’’.

Acı Üzerine İnşa

Türkiye’de yavaş yavaş bir burjuva sınıfı oluşmaktadır, toplum siyasetten uzaklaşıp bireyci bir tüketim toplumu haline gelmektedir. Bir ‘meselesi’ olan şair bu gidişattan son derece rahatsızdır ve bu durum onun için acı vericidir. Kızı Zeynep’e yazdığı bir mektupta şöyle der: ‘’Zeynep’ciğim, seni bilmem ama ben hayata karamsar bakıyorum ve bu karamsarlığımın nedeni gittikçe çoğalıyor. Çünkü her saati pislik ve kan, konserve kutusu, naylon poşet, şampuan; her saat gırtlağımızı zorlayan bir çöp yığını oldu şimdilerde yaşanan. Çünkü spor toto, loto, altılı ganyan; iğdiş bir umutla sahici kılınan bir yalan oldu hayatımız’’. Toplumun bu hali onu yazmaya yönelten temel sebeplerdendir. Dışarıdan bakıldığında daha çok bireysel bir şiir olarak gözüken Altıok şiiri aslında toplumcu bir şiirdir. Bu toplumsal temalara açık olarak değinmese de anlattığı bireysel temalar ortak bilinçaltımıza hitap etmektedir yani evrenseldir. Bu konuda şunu söylüyor Altınok: ‘’Ben demek öznel duygularla dolu bir bencillik anlamına gelmemekle beraber, yığına değil insana seslenen şair için ben demek sen demekle eş anlamlıdır’’.

Herkesten çok kendini hırpalayan, hayatla bir türlü barışamayan Altıok kısaca acı üzerine kurmuştur şiirini. Ölümünden sonra, 1998 yılında Yapı Kredi Yayınları tarafından basılan toplu şiirlerinin adı, tam da şaire yakışacak bir biçimde ‘Bir Acıya Kiracı’ olarak seçilir. Acı, Bir Acıya Kiracı, Yolcu Acı ve Yılan, Tezgâhında Acının, Acılarla Sorularla isimli şiirleri bile Altıok’un şiiri hakkında bir şeyler söyler bize. Bu temadan yola çıkarak şiirlerine yön vermesi kuşkusuz çocukluk yıllarına dayanır, sorumsuz bir anne, silik baba imajı ve yoksulluk.

Metin Altıok, Füsun Akatlı ile evlendikten sonra çevresi büyük bir değişime uğramış ve burjuva diye tabir edilen bir kesime yakınlaşmıştır. Oturup kalktıkları mekanlar, dostları ve vakit geçirdikleri kişiler ‘kentli’ insanlardı. Tüm bunlara rağmen Altıok doğayla arasındaki ilişkiyi sıkı tutmuş ve bunu şiirine büyük bir incelikle yansıtmıştır. Göç şiirinde: ‘’Bir daldan bir orman çıkaran / Usumuza her zaman’’, Bir Hüznün Dokusu şiirinde: ‘’Değiştirir senin de sesini / Bir akşam vakti iniltili ağaçlar’’, Ormanların Gümbürtüsü şiirinde ise şöyle diyor: ‘’Bir yüzük yaptım sana, bir yüzük ki / Yıllardır dinmeyen ormanların gümbürtüsünden’’.

Madımak’ta Ölüm

Bulunduğu ortam, hayatındaki insanlar, evlilikleri her ne olursa olsun Metin Altıok bu toprakların insanıdır, bu topraklarda yaşayan herkes gibi, bir tarafından toprağa tutunmuştur ve bunu da okuyucusuyla paylaşmıştır. Bu toprak sevgisinin kaynağını ve şiirinde neden kullandığını şöyle ifade ediyor Altıok: ‘’Bir toprağı anlatmak değil mi ki / Bir insanı anlatmaktır biraz da’’. Evet, Altıok bu toprakları anlatıyor şiirinde, yani bizi.

Ama içimizden bazıları Altıok’u ne yazık ki anlamadı. 2 Temmuz Cuma günü Sivas’ta düzenlenecek bir anma etkinliğine gitmeden önce ikinci eşi Nebahat Hanım’a tüm kitaplarını ‘sen de imzalı kitap setim yok’ deyip imzalıyor ve eşine elvedasını böyle yapıyor. Anma şenliklerinin yapıldığı şehirdeki Madımak Oteli’ne yapılan saldırıda acı bir şekilde 33 yazar, 2 otel çalışanı yanarak ya da dumandan zehirlenerek hayatlarını kaybediyorlar.

Madımak Oteli’nden Cumhuriyet Hastanesi’ne getirilen Altıok’u bir gün önce panelde dinleyen bir doktor fark ediyor ve nabzı sıfır olmasına rağmen şaire sahip çıkıp müdahale ediyor. Şair beş gün boyunca tedavi görüyor lakin 9 Temmuz Cuma günü daha fazla direnemeyip hayata gözlerini yumuyor.

Sözlerimizi Altıok’un Birini Bulurum adlı şiirinin son kısmıyla bitirelim: ‘’Biri mutlaka vardır / Zonguldak’ta, Sivas’ta / Yakında ya da uzakta / Binlerce baca arasında / Dumanı lekesiz biri / Ama ben anlaşılan / Kendimi karıştırıyorum’’.

Gökhan Ergür

 
 

Etiketler: ,

Sürgün

Kendine sürgün
Bir garip kişiyim;
Sabah akşam imza veren.
Bilmemem gereken
Şeyler öğrendim;
Taraf tutmaz
Tanrı bilirim
Kaybetmekten
Korktuğu için.
Sorular sordum
Sormamam gereken.
Kendime bir
Kefen biçtim
Kendi tenimden.
Sınırlarımı aşmak
Yasaktır bana.
Yoksul yüreğim
En kuytu kahvem.
Acıya tezhibim,
Hüzne redif.
Yalnızlığın gözlerine
Sürme çeken.
Öyle biriyim ki;
Geceleri uykusuz
Kuyuları dinleyen.
Adım büyücüye
Çıktı bu yüzden.
Kendine sürgün
Bir garip kişiyim;
Kutsallığı zincir gibi
Parmağında çeviren.
Umudu depremden,
Aşkı külden
Bekleyen benim
Aranızda
Yerim yok zaten
Heybesinde yılan
İşaretleri,
Baldıran zehiri
Yüzüğünün içinde
Ve yanında
Kav taşıyan ben;
Tekinsizim size göre
ibret için
Yakılması gereken
Merhabam kalmadı
Kimseyle.
Haç çıkardım
Namaza dururken.
Herkes tanır beni
Alnımdaki döğmelerden.
İnançsızım, dinsizim
Yeminle yalan
İkiz kardeşken
Kendine sürgün
Bir garip kişiyim;
Bulanık sularda
Yüzünü ararken sevda,
Bir tutam saç derisiyle
Uçuşurken rüzgarda.
Her şey ne kadar
Kendisidir düşünün
Hızla kokuşurken dünya!
Rıh dökülürken
Kan damlalarına,
Cesetler gördüm
Irmak boylarında
Çalıların arasında.
Faili meçhul
Cinayetler bilen
Çaresiz bir adamım
Adını bile kekeleyen.
Bilmemem gereken
Şeyler öğrendim.
Sorular sordum
Sormamam gereken.
Gördüm apaçık
Görmemem gerekeni.
Söylenmezi söyledim.
Suçum büyük
Ve taammüden.

Metin Altıok

 
 

Etiketler:

Sone I

Sevgilim bak, geçip gidiyor zaman;
Aşındırarak bütün güzel duyguları.
Bir yarım umuttur elimizde kalan,
Göğüslemek için karanlık yarınları.
Ağzımda ağzının silinmez ılık tadı,
Damağımda kösnüyle gezinirken;
Yüreğimde yılkı, aklımda ölüm vardı,
Dışarda rüzgar acıyla inilderken.
Unutulmuyor ne tuhaf dünya işleri,
Seninle bir döşekte sevişirken bile.
Düşünüyorum hüzünlü genç anneleri,
Çarşılarda, pazarda ellerinde file.
Bu kekre dünyada yazık geçit yok aşka;
Bir şey yok paylaşacak acıdan başka.

Metin Altıok

 
 

Etiketler:

Havı Dökülmüş Sevincin

Zeynep’e

Yeni çekilmiş bir dişin
Yadırganan boşluğu
Dilimin ucunda ismin.
Somunu yitik bir vida
Düştü düşecek yüreğim.
Biran önce gel buraya
Karpuz, kavun yiyelim.

Bilmem ki ne diyeyim,
Sana örselenmemiş;
Dostluğun böğründe sancı,
Sevgi toza belenmiş,
Havı dökülmüş sevincin.
Biran önce gel buraya
Karpuz, kavun yiyelim

Batıp çıkıyorum durmadan,
Ben bilirsin iyi yüzemem.
Çarşafım diş gösteriyor,
Dalgalı bir deniz kaç gündür
Sallanan bir döşeğim.
Biran önce gel buraya
Karpuz, kavuz yiyelim.

Metin Altıok

 
Yorum yapın

Yazan: 03 Haziran 2021 in Türk Şiiri, Şiir

 

Etiketler: