RSS

Etiket arşivi: Cihan Çetinkaya

Harp Baladı

“Birkaç kelime daha sığardı belki şu hayata; birkaç kahkaha ya da gözyaşları belki. Heyecanlar, ümitler ve de hayaller sığardı. Ben sığamadım oğlum! Bilemiyorum; artık o tren kompartımanında cepheye doğru ilerleyen adam değilim sanki. Arzularım, gayelerim ve de heveslerim terk etti beni; kavgam bitti! Yalnızım ve fakat hiçbirine kırgın değilim.

Hayat ne tuhaf; bir ömür peşinden koşuyorsun ve fakat emellerin tükendiğinde, hemen bırakıyor elini. Nihayeti olanın vefası olmuyor oğlum. Bir neden arıyorum ve her nedense, kavuşamıyorum. Bazen düşünürken kendi kendime, nedenin neden olduğu üzerine, vefadan bir iz bulamıyorum. Lakin sitemkâr değilim; çünkü bir vefa beklemekse mesele, onu, ebedi olandan beklerim.

Gecenin en koyu deminde, kelimelerden bir buse konduruyorum suretine. Artık anlıyorum oğlum, anlıyorum; ölüm aslında bir ayrılık hâli değil, belki beklemek, belki de vuslat önünde uzanan bir yoldur, kim bilir. Muhtelif değil elbette, her ihtimalin varacağı menzil bellidir. Semada, kat kat yükselen bir makamın bucağında, meleklerin kalemi keskindir. Yazgımdan şikâyet edemem, ben zamanın şahidiydim; hasret ile acılar tattım ve aldım payımı hayattan. Saadetler, en güzel günler senin olsun oğlum…

Ben ne kayıtsız ne de kaygısızdım. Fakat tüm taraflara ıraktım çünkü sarf edeceğim kelimeler o duvarı yıkamayacaksa, susardım. İçimde ne var ne yok kırsa bile!”

Harp Baladı
Cihan Çetinkaya

 

Etiketler:

Cihan Çetinkaya: Bir nihayeti olmayan ve durmadan devinim eden suni gündemlere itibar etmeyin; beyhude yormayın hem zihninizi hem de yüreğinizi.

Hayat bir mizansen gibi türlü kapılar açıyor sana. Ve her kapının ardında, yeni bir kapı daha! Yürüyorsun; belki yoruldun belki henüz erken vazgeçmek için. Vesveseler de bırakmıyor yakanı. Lakin yürüyorsun; çünkü insan yürümekle mükelleftir, kapılar yürüsün diye var.
*
Kalabalıklar arasında herkes yalnız. Bu kanıya varmak zor olmadı. Yaşadığımız devir, maalesef herkesi yalnızlığa sürüklüyor. Kalbini açmak zayıflık, düşünmek taşlanmak demek. Nezaket gereksiz, anlam değersiz, samimiyetin de bir karşılığı kalmadı. Herkes birlikte ve fakat yalnız.
*
Dünyada gurbette olduğumuza kesinkes inandım; buna, tecrübe ederek iman ettim. Çünkü bütün heyecan ve hevesler vakti gelince terk ediyor insanı. Aradıkları arasında, bu dünyaya ait bir arzu kalmıyor. Kaygılar ve hüzünlerse muhkem, hem de kudretli; tıpkı bir mültecide olduğu gibi.
*
Zamanla hiçbir yere ait olamadığını fark ediyorsun; daima muallakta ve asılısın boşlukta. Ortasındasın ve fakat ne uzak ne yakın, içinde veya dışında da değilsin olanların. Bir şahit gibi müşahede ediyorsun her şeyi, hepsi bu.
*
Hayat mutlak değişkendir; daima bir değişimin merkezindeyiz. Koşullar, zaman, varlık, düşünceler ve dahi hisler bile değişir. Bu da insanı her defasında yeni bir tecrübeye itiyor. Kırk kere aynı yoldan geçse, kırkı da başkadır. Tekrar eden hataların sebebi, işte bu değişimdir.
*
Herkes kendi penceresinden, manzaranın daha doğru olduğunu iddia ediyor. Elbette doğrunun ne olduğuna dair kesin bir kanıya varmak mümkün değil. Lakin bir değil bir’den fazla pencereden bakmak, bizi kesinlikten alıkoyar. Doğru, bir yanıyla veya ucundan değil bütününden anlaşılır.
*
Ümidin tükenmesi için büyük hadiseler gerekiyor. Tekrar yeşermesi içinse, küçücük hadiseler bile yetiyor. İnsan daima tutunmak istiyor çünkü, boşlukta kalamaz. Nihayet içindeki bu dürtü, insanın, yaradılışı itibariyle tutulduğuna, serazad ve/veya boşlukta olmadığına delalet eder.
*
Allah kimseye taşıyamayacağından fazla yük yüklemez. Bakıyorsunuz, kiminin sırtında bir dağ var, kiminin sırtında tüy. Fakat her ikisi de aynı ağırlıkta. Zira yükü sırtlayanın gücü ancak o mesabede. Bu sebeple, kimsenin yükü küçümsenecek kadar az değildir.
*
Daha beteri gerçekleşene kadar, bütün dertler büyüktür. Derdin cüssesi büyüdükçe, evvelki dertler ehemmiyetini kaybeder. Allah bizi, büyük imtihanlardan sakınsın; küçücük dertleri büyütelim gözümüzde, razıyım.
*
Etrafında cereyan eden hadiselerin farkında olmasan, bir yükümlülük sahibi de olmazdın. Lakin aksine, farkındasın olan bitenden ve elinden hiçbir şey gelmiyor. İşte bunun adı çaresizlik. İnsanın en büyük elemleri, farkında olmakla başlıyor.
*
Bir toplumda mâkul insanların sayısı azalıyor veya sözlerine itibar edilmiyorsa, belaların da ardı kesilmez. Kurtuluşu dini, siyasi veya ideolojik zeminde arayanlar, asıl noktayı kaçırıyorlar. Kâinat boşluk kabul etmez; mâkuliyetin olmadığı yerde, her zaman bağnazlık zuhur eder.
*
Mâkul insan bulmak ne kadar zor; ezberleri tekrarlamayan, düşünen, yumuşak sözlü, esnek, prensip sahibi ve de yerinde davranan kimseleri bulmak çok zor. Nesli tükenen bir canlı gibi, kalanları korumaya almak gerekiyor.
*
Hassasiyet sahibi kimseler, düzenin çarkları arasında ezilmeye mahkûm. Zarafetle davranıyor, hissediyor ve düşünüyorlar, lakin dünya katı, nobran ve acımasız. Öyleyse nihayeti nedir bu çıkmazın? Hassas kimseler, bu dünyaya ait olmadıklarını bilsinler.
*
Düşünürsen, dünyada ağlanacak şeyler, gülünecek şeylerden daha fazla. Lakin bir define arar gibi arıyoruz saadeti; bir umut, sıcak bir tebessüm veya gönülden bir söz ile mutlu olmaya çabalıyoruz. Çünkü başka türlü tahammül etmek zor.
*
Bazen iki seçenek arasında kalır insan; hangi birini tercih edeceği hususunda kararsız kalır. Sanıyorum burada doğru olan, masumiyeti yitirmeyeceğimiz seçenek olmalıdır. Elimizdeki en kıymetli nesne masumiyettir. Zedelenirse, hiçbir tercihin nihayeti saadet getirmez.
*
Bunca hırsın sonu hüsrandır. Dünya, kendi için savaşanları, mağlup etmekle meşhurdur çünkü; herkesi cezbeder ve fakat kimseye yâr olmaz. Bazen kılıcı kınına koymalı, kadere teslim olmalı. Nihayetsiz hırs, sahibini tüketir.
*
Karanlıktan daha karanlık veya beterden daha beteri de var. Olmaz artık, dediğin ne varsa olabilir. İmkânsız görünen bile imkân dahilindedir. Daha kötü ne olabilir ki, diyerek ahvali küçümsememek gerek; zira kaderi sınamak tehlikelidir. Daha kötüsü de mümkün.

*
Düşen tutunacağı dalı seçemez, der bilge. Haklıdır, lakin bir yalana yahut günaha tutunmaktansa, düşmek, ayakta kalmaktan yeğdir. Haysiyetiyle düşen, yine haysiyeti ile ayağa kalkabilir. Ve fakat sırf ayakta kalmak için aldanan, düşmese bile her şeyini kaybetmiştir.
*
Aleni ahlâksızlıklar, ümidin azalması, devamlı huzursuzluk, yoksunluk, ardından kapıda bekleyen yoksulluk, aklıselim ve de kalbiselim kimselerin azalması. Gökyüzünden taş yağmaz bazen, depremler sarsmaz üzerindekileri. Belaların cismi değişebilir, lakin manası değişmez.
*
Güzel sözler duymaya ihtiyacı var insanın; umuda, birkaç kelimeye tutunmaya ihtiyacı var. Herkese her şeyin çok görüldüğü bir çağda, bunu çok görmeyin. Güzel sözü esirgemeyin, belki de bir kimsenin ekmek ve su kadar ihtiyacı vardır duymaya.
*
Okumaktan maksat nedir? Bana kalırsa okumaktan maksat, devamlı veya çok okumak değil, okuduğundan anlam çıkarmaktır. Bu zaviyeden; kitabı, insanı ve dahi tabiatı okumak, ondan bir mânâ çıkarmayı zaruri kılar. Yoksa mefhumun adı, okumak değil sade bakmaktır.
*
Kalbimizde bir elek var sanki; incelikler geçebiliyor, kaba veya katı olanlar aşamıyor bu seddi. Sözler, sesler, haller ve dahi eylemler, ne kadar incelirse, kalbe tesiri de aynı mesabede kolay olur.
*
Neticesine tesir edemeyeceğimiz hadiseler için kendimizi fazla yıpratıyoruz. Hem fikri hem de kalbi zahmetle yoruyoruz. Umursama, demek kolay. Umursa, lakin neticeler Allah’ın kudretindedir, bunu da asla unutma.
*
Zamanında tahammül etmek zorunda kaldığımız şeylere, bir süre sonra umursamaz oluyoruz. Aslında tahammül sınırını aşan her ne varsa, alâkamızdan ayrılıyor. Bana kalırsa, neticeler arasında en dehşetli olan da budur. Bir cevaba dahi layık görmezsin. Umursamadığın, yok hükmündedir.
*
Bunca kötülüğün veya ahlâksızlığın ortasında, iyi bir insan olarak kalmak için fazla sebebimiz yok. Ama yine de çabalıyoruz değil mi? Kötülükten sakınıyor ve kirlenmeden, temiz kalmaya çalışıyoruz. Son kişi kalana kadar, bu, dünyada hâlâ bir ümidin olduğuna dair delalettir.
*
Bazı kimseler zamanla insanlara küsüyor, kapanıyorlar kendi içlerine ve artık münzevi bir hayatı tercih ediyorlar. Nedenlerini anlıyorum; onlara kızamaz veya bir mânâda bulunamayız. Maruz kaldıkları kötülüklerden kaçıyorlar; bütün yollar tükeniyor ve inzivaya iltica ediyorlar.
*
Maruz kalıyoruz çoğunlukla. Bir tercih hakkımız olmuyor veya kaçamıyoruz olmakta olandan. Kötü haberlere, sözlere veya nefrete istemeden maruz kalıyoruz. Böyle bir işkence altında, sağlıklı kalmak mümkün değil. Daima güzeli ve iyiyi aramaktan başka çıkar yolumuz yok.
*
Herkes haddini bilse daha yaşanır bir dünya kurabilirdik. Fakat, nasıl olsa utanmayacak, diyerek, birçok hususta susmak zorunda kalıyoruz. Kanaatimi soracak olursanız, yine de muhatap olmayın. Nasıl olsa utanmayacak! Beyhude çabanın bir faydası olmadığı gibi sarf edene zararı var.
*
Memnuniyetsizlik bir huy olarak tezahür ettiği zaman, dünyayı ayaklarına serseniz dahi memnun edemezsiniz. Lakin bazı kimseler küçücük şeylerden bile memnun olabiliyor, çevresine zahmet vermiyor. Zahmet vermeyen, iki dünyada berhudar olsun.
*
Dünyadan bir yolcu gibi gitmekteyiz. Sırtımızdaki yük ne kadar hafif olursa, yolun zahmeti de o kadar az olur. Yükleneceksek, muhakkak bir kıymeti olmalı! Zira kimse yanında fazlalık götürmek istemez; öyleyse, faydası olmayan hiçbir şeyi de kendimize yük etmememiz gerek.
*
Kendini fazla önemsersen, beyhude kırılırsın. Önemsemez isen, yanından değil üstüne basarak geçerler. Aslına bakarsanız, bunun bir kararı var; ne büyük ne de küçük, arada bir yerdedir insan. Anlayabilirse yerini, dünyada daha emin bir yer yok.
*
Musibetlerin; ölümlerin, hastalıkların veya belaların ardından, her şey anlamını yitiriyor. Arzuların, gayelerin bir anlamı kalmıyor. Lakin belki de tam tersidir; musibetlerin ardından, bütün anlamlar susuyor ve hakikat diriliyor. İnsan ne için yaratıldığının anlamını kavrıyor.
*
Büyük imtihanlar, kendinden en emin olduğun zamanlarda vuku bulur. Malûmunuz; insan daima iddiasından vurulur. Böylelikle, kesinlik kavramını lügâtimden çıkardım. Beyaz kirlenebilir, siyah da tozundan arınabilir. Emin olmamanın, emin olmaktan daha güvenli olduğuna inanıyorum.
*
Henüz sınanmadığı sürece herkes iyi ve masumdur. Mühim olansa, sınandığı halde iyi kalabilmektir. Bir çıkar, ikbal veya arzu neticesinde, birçok kimsenin yüzündeki iyilik maskesi yırtılır. Asıl imtihan da burada; kaybetmeyi göze alarak iyi ve namuslu kalabiliyorsan, insansın.
*
Her eylemin veya kimsenin, evveli ve de ahiri vardır. Lakin ona ortasından bakarsanız, muhtemelen yanılırsınız. Maalesef, zanda bulunmanın büyük bir sorumluluk olduğunun farkında değiliz. Ortasından baktığımız herkesi yargılarsak, geriye yalnız pişmanlıklar kalır.
*
İbn Arabî’ye göre, kimi zaman ibadette bulamadığın feyzi, bela ve mihnette bulursun. Zira zahirde durumlar başka görünür, batındaysa bambaşka. İnsan bunu idrak etmekten nakıstır. Lakin bir emniyete sığınabilir: Allah dilediğini, dilediği hâl ile kendine yaklaştırır.
*
Bazı belalar, bizi daha büyük belalardan koruyan sedlerdir. Böylelikle, belanın bizzat kendisi, aslında derman olabilir. Lakin insan bunu hemen anlayamıyor. Uzun bir zaman sonra, yürüdüğü uçurum kenarını görüyor; bileği burkulmasaydı, belki de yürümeye devam edecek ve düşecekti.
*
Bütün samimi insanlar, birbirinin yakinidir; merhamet sahibi ve/veya nefret sahibi kimseler de buna dahil. Burada mühim bir irtibat var! Hiç konuşmadığınız ve hatta hiç tanımadığınız bir kimseye yakınlık duymanız bundan. İnsanda belirgin olan hâl, ancak cinsiyle irtibat kurar.
*
Her devirde nezaket sahibi kimseler azınlıktadır; merhamet, zarafet, hakkaniyet veya samimiyet sahibi kimseler azdır. Elbette, cevherin kıymeti de nadir olmasından kaynaklanır. Kişi kendi kıymetini bilsin, çünkü insanlar bilmezler. Tevazu cevheri parlatır, lakin fazlası karartır.
*
Bütün kederler, beklentilerden doğar; eylemin kendisi ve dahi neticenin beklediğimiz gibi olmaması azaptır. Bu nedenle, daima cebimizde bir ihtimâl daha bulundurmamız gerekiyor; vazgeçmek veya başka bir yol mesela. Ucunda ölüm yoksa, muhakkak bir ihtimâl daha vardır.
*
Bazı hakikatleri insan kendine itiraf etmekten çekiniyor; doğrusunu biliyor, lakin cesaret edemiyor. Çünkü itiraf ederse, bütün koşullar değişir; eskisi gibi düşünemez, hissedemez veya konuşamaz. Belki kavga etmesi gerekir ve belki de bulunduğu yeri terk etmesi gerekir.
*
Kalpte yankısını bulamayan bir sesi türlü hikâyelere veya kimselere benzetmeye çalışırız. Lakin beyhude, benzemez. Sonra kaçarız insanlardan. Herkes hayatının bir döneminde yalnız kalıyor; çünkü bu sesi duymak için çevresindeki herkesin susması gerekiyor.
*
Nasıl bir insan olmalıyım, sorusundan ziyade, nasıl bir insan olmamalıyım, sorusu daha mühim sanıyorum. Böylelikle kendinize yakıştıramadığınız hiçbir şey olmak zorunda kalmazsınız. İyiliğin yolu muğlaksa veya kaybolduysa, kötülükten sakınmak iyiliktir.
*
Doğrusu insan hemen olsun istiyor, arzuları, emelleri hemen gerçekleşsin istiyor. Lakin vaktinden evvel hâsıl olan her ne varsa, muhatabına zarar verir; yanlışlara, hatalara, günahlara sebebiyet verir. Bir emel, demini almadan gelirse, insana müjde değil zulümdür.
*
Bazen kendimi dünyadan ayırmam gerekiyor. Beraber yürüyoruz bu yolu elbet. Lakin boğuyor bazen, sıkıyor insanın içini. Bekle, diyorum burada, bekle. Birkaç satır, biraz müzik ve biraz da gökyüzüne iltica ediyorum. Nasıl olsa insan gelir ve gider, dünya yerinde kalır.
*
İnsan kusurlarından kurtulabilir, lakin kusur arayan bakışlardan kolay kolay kurtulamaz. Kendimizi, insanlara ispat etmeye çabalamakla ömür tüketmek, beyhude kürek çekmektir. Zira insan, ancak Allah’a ispat ile yükümlüdür.
*
Hayatımız boyunca, önem sırası durmaksızın değişir. Bir zamanlar kalbimizi hırpalayan meseleler, artık komik gelir. Veya zamanında umrumuzda olmayan meseleler, birden hayatın merkezine yerleşiverir. Değişen dünya değil, baktığımız yerdir.
*
Sakınmak, insan karakterinin en belirgin özelliklerinden bir tanesi. İnsanın kabul ettiklerinden ziyade, nelerden sakındığına bakarak, onunla alâkalı bir kanıya varabiliriz. Çünkü kabul etmek kolay, sakınmak zordur, irade gerektirir.
*
Bir kimseyi veya nesneyi, hayatınızın merkezine aldığınızda, kendiniz bir merkez olmaktan çıkarsınız. Artık onun bir esiri ya da uydusu gibi bağlı yaşamaya mecbur kalırsınız. İnsan hür yaratıldı, kendini mahkûm etmesi akıl kârı değil.
*
Aklımda sayısız soru ve ihtimâl, kaygılanmam gereken hususlar da var, biriken yapılacaklar, okumalar. Lakin kendime bir fincan kahve alarak müzik dinleyeceğim. Kendine zaman ayırmazsan, zaman sana bu ayrıcalığı tanımaz.
*
İnsanları üslubundan tanıyorum. Bu bir meziyet değil elbette. Hakikaten bir kimsenin üslubu, onun kalbini de ayan ediyor. Üslubu temizse, kendi de temizdir; zarifse, kendi de zariftir. İncitmiyorsa kelimeleri, kalbindeki hisleri de yumuşacık ve narindir.
*
Hayatımızdan beyhude tükenen zamanı çıkarsak, elimizde belki de birkaç gün kalır. Sermayesi hızla erimekte olan bu adama merhamet edin, diyen buz taciri gibi, zamanı faydalı kullanmak zorundayız; çünkü tükenen zamanın telafisi olmayacak.
*
Meseleye uzaktan bakarsanız, daha iyi anlarsınız. Bir ilişkide mesafeyi korursanız, daha az incinir ve incitirsiniz. Birini uzaktan tanırsanız onun tehlikelerinden de emin olursunuz. Yakın kalabilmek için, belirli bir uzaklık gerekiyor.
*
Sabretmek gerekiyor; sabrederken sebat etmek. Onu kalpte korumak gerekiyor. Sahih arzulardan bahsediyorum. Dile getirmemek, vazgeçme ihtimâlini elde bulundurmak ve azimle çabalamak, sebat etmek gerekiyor. Tevekkülse dördüncü kapıdır; açılmadan, diğer kapıların hükmü kapalıdır.
*
Elde etmek mi istiyorsun, ısrar etmemelisin, der Cibran. Arzuyu öldürmeden, nasipler dirilmiyor. İstemenin de bir esrarı var çünkü. Arzular inatla değil ondan vazgeçme ihtimalini ve de dirayetini gösterebildiğin ölçüde gerçekleşiyor.
*
İnsanın idraki, ancak ufku kadardır. okuyarak, dinleyerek veya izleyerek, sınırlı, sığ ve yüzeysel nazarı, geniş ve derin bir bakış açısına devşirmemiz gerekiyor. “Göllerinizi, okyanuslarla değiştirmelisiniz” der Byron; çünkü anlam, göle sığmaz, okyanustadır.
*
Tüketmeden bırakmıyoruz. Bir hissi, nesneyi, sözü veya zevki sonuna kadar kullanıyoruz. Yarım kalanlara dair inancım eskiden başkaydı. Lakin sanıyorum, bazı şeyler yarım kalmalı artık; damağımda hoş bir lezzet bırakmalı. Tükenenin yerine yenisi konmuyor.
*
Kavgalar, ayrılıklar, öfkeler veya sevdalar yeni değil; dünya dönüyor ve durmadan kendini tekerrür ediyor. Kendini sanık zannediyorsun, lakin tanıksın. Bu nedenle kendini fazla yargılama, her olan ve bitene müdahil olup sanık sandalyesine oturma.
*
Bazı kimselerin anlamaktan, inanmaktan, samimiyetten veya sevgiden nasibi olmuyor maalesef. Böyle kimselere kızmanın bir mânâsı yok sanıyorum; çünkü içine düştükleri bu mahrumiyetin azabını en çok kendileri çekiyor. Öyleyse onlar adına ancak üzülebiliriz.
*
Sakalımda beyazlar, İsmet Özel’in şiir yazmayı bırakması, hayat pahalılığı, sokaklarda öfkeli insanlar, betonla katledilen İstanbul ve kalabalık yığınlar, ama herkes yalnız! Savaşlar, yokluklar, yalanlar, türlü ahlâksızlıklar ve karşısında savunmasız insan.
*
İnsan hayatında sürekli bir sükûnet arıyor. Düşünürken, otururken, konuşurken veya yanı üzerine yatarken, durmadan arıyor. Bir masal ülkesi kadar uzakta belki, bazen yalnızlıkta bazen de yakınlıkta belki. Nerededir bilinmez, lakin insanı çağırmaktan vazgeçmiyor.
*
Kaygı, bir kavuşamama korkusu, belirsizlik ve dilemmalar örgüsü olarak tezahür ediyor. Fakat artık anlıyorum; Allah’ın vermediklerine de rıza gösteriyor ve memnun olabiliyorsan, kaygıların azalıyor.
*
Katlanmak, alışmak demek değildir. Alışırsan, vaziyeti kabul edersin ve bu alışkanlığın zamanla karakterinin bir parçası olur. Katlanırsan, burada bir kabul yok; zaruret var. Bu nedenle alışmıyorum dünyada cereyan eden yanlışlara veya günaha. Katlanıyorum.
*
Bazen yadırgıyorum yerimi, ahvâlimi. Sanki olmam gereken yerde değilim; yolu mu şaşırdım, geç mi kaldım, bilemiyorum. Aidiyetten yoksun, bir boşlukta kürek çekiyorum sanki. Fakat bileğimde hâlâ kuvvet var; çünkü umman varsa, dokunduğu kıyı da vardır, inanıyorum.
*
Çaresiz kalınca anlıyorsun, arzunun beyhude olduğunu; emeklerine, kaybettiğin zamana, azmine acıyorsun. Arabî, “Arzun sahih olsaydı, sana çareler gösterilirdi” der. Neyi arzuladığımız ne kadar mühim! Hakiki gerekçelerin olsaydı, çarelerin de olacaktı.
*
Bu dünyada her şey yarım kalır. Bu nedenle, bir yere varmaktan ziyade yolda olmak daha mühimdir. Neden ve neticeden değil niyetinden sorumlu insan. Kesilse nefesi, yarım kalsa da menzili, niyeti dahilinde yolu tamamlamış sayılır.
*
Kimseden bir beklenti içinde olmaz, ümit etmez veya takdir ummazsanız, söz ve eylemlerinizde özgür olursunuz. Esareti bir kafes içinde olmaktan ibaret sanmayın. İnsan, söylenmesi gereken yerde susuyorsa esirdir.
*
Anlayışlı yahut mutedil bir kimse olmanın, bir tür zayıflık olarak görüldüğünün farkındayım. Çünkü anlayışlı kimse hakkından, kârından, yeri gelir saadetinden bile vazgeçer. Bunlardan vazgeçmek inanın hiç kolay değil. Öyleyse zayıf olan kim, kuvvetli olan kim?
*
Anlayışlı insanları çok seviyorum; kimseye zahmet vermeden, hayatı parmak uçlarında yaşıyorlar gibi. Yokuşa sürmüyorlar ya da yük olmuyorlar. Aksine, yük alıyor ve muhataplarını hafifletiyorlar. Kalabalıklar arasında, nadide bir cevher gibi parıldıyorlar.
*
Okuduğun veya duyduğun bir cümle, birden yağan yağmur, hafif bir esinti ya da sıcak bir tebessüm, her şeyi değiştirebilir. Birkaç harfin yanyana gelmesine lüzum yok; sözün sonsuz lisanı vardır. Kimi kulağa kimi akla kimi de kalbe ayan olur. Duyabilirsen, değişir her şey.
*
Huzurun mekândan münezzeh bir tarafı var. Nerede olursan ol, güzel bir gece, sessizlik ve sıcak bir kahve, hatıra gelen birkaç mısra ve ardından ince bir nağme, seni olduğun yerden başka bir yere doğru sürüklüyor.
*
Kendi dışımızda cereyan eden olaylara bir müdahalede bulunamıyoruz. Nihayet sözün tesiri, sıkıca sıktığımız yumrukların da bir mânâsı olmuyor. Kâinatta her şey, zerreden bütüne doğru hareket eder. Kendi içimizde bir sükûnet sağlamadan, dışarı tezahür etmiyor.
*
Küçücük bir zaaf, kırılmaz sandığımız irademizi yok edebilir. Bu sebeple, insanın ancak zaafı kadar güçlü olabileceğine inanıyorum. Kendini bil; zaafını bil ki kudretini de bil. Dikkat ediniz, pek kuvvetli görünen bir zincir bile en zayıf halkası kadar kuvvetlidir.
*
Herkesin nasibine yetecek kadar hüzünler var; kaygılar, umutlar ve saadetler de var. Maruz kaldığınla veya mükâfatınla, hazineden bir şey eksilmez. Böyle olunca, mahzun ve de mağrur olmanın bir mânâsı kalmıyor. Saadetin ardı uzun bir hüzün, hüznün ardı sonsuz bir saadet olabilir.
*
Kaygısız olmaktan bahsetmiyorum lakin biraz umursamaz olmakta da fayda var. Her olan ve biten bizi ilgilendirmemeli mesela; bazı hususlar veya vak’alar müstesna kalmalı. Kaça bölünebilir bir insan? Kaygıya haiz olanın ne olduğunu bilmeli ve geri kalanı umursamaktan vazgeçmeliyiz.
*
Aklımı ve de kalbimi temiz tutmaya dikkat ediyorum. Lakin ne kadar dikkat ederseniz, saldırılar da aynı şiddette artıyor. Fırtınalar, ayakta kalmaya çabalayan kimseyi hırpalar, geri kalanları süpürür ve atar. Yorulacağız ama gene de ayakta kalacağız; bunca yolu boşuna yürümedin.
*
İbn Rüşd, yazdığım her şeyi yangından kaçar gibi yazdım, der. Epey mânidar gelir bana bu cümle. Çünkü dünyada rahat ve uygun bir zaman bulunmaz. Bir eylemde bulunacaksan, koşullar dahilinde bulunman gerekiyor; kısıtlı zaman içinde, kendine bir zaman bulman gerekiyor.
*
Üzerinde uzun geceler ve gündüzler boyu çalıştığım romanım “Harp Baladı” nasipse yakında yayımlanacak. Heyecanlı mıyım, bilemiyorum. Lakin söyleyecek sözlerim olduğu için memnunum. Öldükten sonra bile, birilerine birkaç kelime dokunacağım için mutluyum; hayata bir akis gibi.
*
Samimiyet, salt sıcaklık yahut yakınlaşma mânâsına gelmez; bütün hislerin riyasız dışavurumudur o. Mesela bir muhabbet esnasında, sevgide, öfkede, sözde veya eylemde samimiyet, muhatabımıza güven verir, onu emin kılar. Daha kıymetli bir haslet tanımıyorum.
*
Hiç yoktan, zor sorulara muhatap olmak zorunda değiliz. Hiçbir yere varamayacağımızı bile bile, koşmak zorunda değiliz. Biraz da insanın elinde, kendi hâkimiyeti. Yorulmak hakkımız, gizlemek zorunda değiliz.
*
Söyleyemediklerim söylediklerimden fazla; sustuklarım konuştuklarımdan. Bir terazi kurulsa, gene de sözlerim ağır basar. Çünkü susulanın şahidi yok, bir cismi, ederi yok. Oysa kısacık bir cümlenin bile yükü var.
*
Çabanın bir nihai noktası olmalı. Elinden geleni yaptıktan sonra, daha fazlası insana zulümdür; artık beyhude çabanın bir faydası olmadığı gibi zararı da vardır. Bahsettiğim noktanın ardındaysa tevekkül durur. Çaba bir yerde nihayete ermeli ki tevekkülün kapıları açılsın.
*
Zaman geçiyor ve insan birçok şeye karşı heyecanını kaybediyor. Nihayet kaybedince de anlıyor; hani kalbi cezbeden heyecanın, hevesin ne kadar da güzel bir his olduğunu. İnsanları yaşlandıran seneler değil sanıyorum, azalan veya tükenen heyecanları.
*
Çoğu zaman karıştırıyoruz bu ikisini; tahammül ile sabır, birbirine benzer ve fakat aynı değildir. Tahammül, hamal gibi derdi yüklenmek, sabır ise yükün sırtımızdan kaldırılacağını bilmektir. Bu nedenle tahammülün yükü durmadan artar, sabrın yükü bu teskin ile zamanla hafifler.
*
Dünyadan bir vefa bekleyen, onun cefasına da hazır olmak durumunda. Elbette gönül, zahmetsiz olanı arzu eder, dert çekmek istemez. Lakin insana karşılıksız lütufta bulunan yalnız Râbbidir. Geri kalan ne varsa, diyetini de muhakkak alır.
*
Zaaflarımı seviyorum diyemem, fakat kabul ediyorum. Çoğu zaman, haddi aşmamı engelleyen bir pranga gibi tutuyor bileğimden. Merhamet, nezaket, samimiyet gibi zaaflar, bazen acıtıyor ya da yoruyor ve fakat zalim olmamı engelliyorlar.
*
Bütün mesele, sanıyorum, emin olmak ile alâkalı. Şüphelerden soyunmak ve Allah’ın kudretinden, mağfiretinden emin olmak. Başımıza gelen hadiselerden haberdar olduğunu bilmek ve hayırlısını nasip edeceğinden emin olmak. En mühimi de, yalnız olmadığından emin olmak.
*
Herkes bir tatmin edilme beklentisi içinde. İnanıyorsun, öyleyse ispat et. Düşüncelerini veya hislerini ispat et. Elbette iddia eden, buna mükelleftir. Lakin eyleminde samimi olan kimsenin ispata ihtiyacı yoktur. Kendine inanıyorsa, başka hiç kimsenin takdirine ihtiyacı yoktur.
*
Bir kimseye, kendinizden, çıkarsız bir parça verdiğiniz zaman eksilmez. Samimiyet, merhamet, nezaket veya ilminizden verdiğiniz zaman eksilmez. Bereket mefhumu, sade azıkla anlaşılmaz çünkü. Veren el alan elden üstündür; gönülden verilen her nesne, misliyle sahibine geri döner.
*
Noksanı ve kusuru ile insan insandır; asla mükemmel bir varlık değildir. Bu nedenle, mükemmel olmaya çabalamak, hem beyhude hem de yıpratıcıdır. Aczini kabul et ve kendini tanı; insan için daha yüce bir makam yok.
*
Hiçbir zaman, benim kalbim temiz, diyemem. Çünkü elimde ne bir terazi var ne de bunu belirleyecek ölçü birimi. Günahlarıma bir perde çeksem de böylelikle, vicdanıma bir bardak su olsun serpemem. Kalbimiz ne kadar temiz, bunu asla bilemeyeceğiz. Ama temiz tutmakla mükellefiz.
*
Karar verdiğinde hafifler insan; doğru veya yanlış, sorumluluğu kabul eder. Böylelikle kalpteki şüphelerden arınır. Kararsızlık hâlindeyse malûmunuz, her an ıstıraptır. Nihayeti arzu ettiğimiz gibi olmasa da, kararsız kalmak yerine bir karar vermeyi tercih etmek gerek.
*
Dünya gelir ve geçer. İzler silinmez; kalıcı olanlar hep bizimledir. Birinin hayatına dokunmak, sevindirmek bir masumu veya tutmak elinden düşeni, bizimledir. Kalıcı olmayan her eylem, beyhude erir zamanın dahlinde. Kalıcı olan, ebeden bizimledir.
*
Artık herkes birbirine benziyor; bu suret benzeşmesi, hislerin de aynı kalıp ile benzeştiği mânâsına geliyor. Müstakil zevkleri terk ettik; düşleri ve hayalleri de. Artık herkes, herkes gibi! İnsan, nev-i şahsına münhasır bir varlıktır; bir sanayi ürünü değildir.
*
Lokman Hekim’e, edebi kimden öğrendin, diye sordular. Edepsizden, dedi. Bir mefhumun, düşüncenin, hasletin veya herhangi bir şeyin zıddını bilmek, onu bilmektir. Doğruyu yalancıya, mazlumu zalime bakarak tanıyabiliriz mesela. Kararsız kaldığınız vakit, zıddına bakınız.
*
Güven duymaya ihtiyacımız var; sevmeye sevilmeye, nezakete, zarafete, merhamete ve samimiyete ihtiyacımız var. Fakat ihtiyacımızın ne olduğunu bilmediğimiz için başka şeylerle tatmin olmaya uğraşıyoruz. Malın mülkün elbet yeri dolar, lakin gönüldeki boşluğun yeri dolmuyor.
*
Bütün sağlam ilişkiler karşılıklı güvene dayanır. İki insan arasında, insan ile Yaratıcı arasında ve dahi insanın kendi ile irtibatı noktasında, en mühim mefhum güvendir. Diğer bütün güzel his ve hasletler, ondan yeşerir.
*
Proust’a göre, “Mesele kaybolmak değil, yolunu bulamamaktır” Çünkü hayatın akışında defalarca yolunu kaybeder insan. Bulabilirse istikametini, kaybolmak da bulmaya dahildir. Lakin bulamazsa, bir süre sonra aramaktan da vazgeçecektir.
*
Sanıyorum insan, ancak gecenin derininde kendini dinlemeye başlıyor; kendinden kendine bir yol buluyor. Gündüzün kargaşası, telaşı, keşmekeşi bu vuslata mani. Gece okunan kitap, dinlenen müzik, şiir ya da kısacık bir cümle bile daha tesirli.
*
Bir gayesi yahut kendi gündemi olmayan kimseler, çevrelerinde cereyan eden, her olan ve bitenden kendilerine paye biçerler. Bu vaziyet, bir kısır döngü içerisinde zihni, kalbi ve de azmi israf etmektir. Zamanla mecal tükenir, bu prangadan sıyrılmak artık mümkün olmaz.
*
Neye meyledersen, ondan bir zerre de sirayet eder kalbine. Müspet veya menfi, artık kaçmak istesen bile beyhudedir; kalbinden zihnine, emeline ve dahi eylemine dek yayılır. Kalpteki arzunun devası yine başka bir arzudur. Nihayet başka bir şeye meyledene kadar deveran eder bu hâl.
*
İnsan, elindekinin kıymetini ancak kaybedince anlıyor. Fakat kaybetmeden anlıyorsa daha vahim. Çünkü bu defa, hep kaybetme korkusuyla yaşıyor.
*
Aynı hisleri paylaşan kimseler, aradan yıllar geçse bile yine aynı hislerle kavuşurlar. Zaman mefhumunun örseleyemediği belki de yegâne vak’a bu! Gönülden gönüle muhabbet, bir defa hâsıl olduğunda, artık süreklidir; her dem taze, her dem yenidir.
*
Nefse en ağır gelen, kabul etmektir. Yanıldığını, kalp kırdığını veya haksızlık ettiğini kabul etmek. Çünkü kabul ederse, nefsine başkaldırmak, benlik tahtından inmek zorunda. Kabul edenler, asıl saltanatın, hükmetmek değil, hükme razı gelmek olduğunu bildiler.
*
Kimsenin kalbini açmadan, içinde ne olduğunu bilemeyiz; orada sakladığı ıstırabı, derdi, inancı veya kaygıları göremeyiz. Bunu kabul edelim; her şeyin farkında falan değiliz. Çoğunlukla sade bir zan ile hareket ediyoruz. Bir vebal bu; aslını bilmeden, nice kimseleri yargılıyoruz.
*
İnsan sade doğduğunda başlamıyor hayata; onun hayatında bir’den çok başlangıçlar var; her musibetin ardından, yenilgilerden ve uçurum kenarlarından sonra yeniden başlıyor. Ve her defasında, yeni biri olarak yeniden doğuyor. Bu nedenle, insana inanıyorum.
*
Muhtemelen dünyanın kaderi ellerimizde değil. Beklenen kişi veya tarihi değiştirecek kimseler de değiliz. Erişilmez gayelerin buhranı da büyük olur. Nitekim insana ait misyonlar aslında çok daha basit; iyiden, doğrudan taraf olmak ve de dürüst bir insan olmak, her şeyin üzerinde.
*
Schopenhauer’a göre, “Her belirsizlik güvensizlik doğurur” Güven ile başlayan her ilişki, nihayet belirsizlik ile zedelenir; iyi düşünceler yerini zamanla şüpheye bırakır. Çünkü belirsizlik, kötü düşüncelerin doğduğu ve de büyüdüğü, en uygun zemindir.
*
Kimse yeni bir şey söylemiyor artık; bütün cümleler ezberden ibaret. Fasit bir daire gibi deveran ediyor aynı kelimeler. Dünya menfaate, zulme, dehşete ram oldu. Lakin muhabbet ile, muhabbetten hâsıl kelimeler ile yeniden kurmak mümkün. Dünyanın yeni sözlere ihtiyacı var.
*
Radyoda Feyruz çaldığı zaman, Beyrut’ta bütün silahlar susardı. Bu hikâyeyi çok seviyorum; ölüm ile yaşam arasındaki incecik çizgide, savaşları durduran sesler, şiirler, türküler var. Bu kısacık sükûnet bile, türlü vahşetin arasında, insana insan olduğunu hatırlatıyor.
*
Hava ısındıkça civardaki sis dağılır. İnsanın kalbi de böyledir; Allah’ın muhabbeti ile ısınınca, kaygıları da birden dağılıverir. Takdir edersiniz, ısınmak için kaynağa yaklaşmak gerekir. Dualar ile yaklaşır insan Râbbine; nihayet bu yakin hâl ile ısınır kalbi.
*
Herkes biliyor aslında; mazlumun kim olduğunu ve de zalimin kim olduğunu. Herkes farkında; kimin günahsız ve kimin günahkâr olduğunu. Maskeler takıyorlar ve fakat biliyor herkes, kendinin ne olduğunu.
*
Bir süredir kitap okuyamıyorum; bu, gemisi karaya oturmuş bir kaptanın hâline benziyor. Keşfedilecek nice sır ve diyarlar seni bekliyor, lakin bir türlü açılamıyorsun denize. Hem mevsim de geçmek üzere; yelkenler açık, rüzgârlar beyhude esiyor.
*
İnsan idrakte çok aceleci. Kimi sevinçler, büyük belaların habercisi. Kimi belalar da daha büyüklerini savurmak için geliyor insanın başına. Neyin neden olduğunu anlamak için sade bir akıl yetmiyor. Zamana ve de kalbî bir bakış açısına ihtiyacımız var.
*
Eski bir Kore masalı var; değirmenci şehirden bir ayna alıyor ve köye getiriyor. Aynayı ilk defa gören köylülerin hepsi de, kendi akislerini tanımıyor ve kavga ediyor. Bu minvalde; insan kendiyle sürekli bir hesaplaşma halindedir; çünkü kendini yeterince tanımıyor.
*
Eskiden biri, kendinden bahset, dediğinde, uzun uzun anlatabilirdim. Şimdilerde biri sorduğunda, ne diyeceğimi bilemiyorum; cevapsız ve şaşkın, öylece kalakalıyorum. Zamanla ayrıntıların bir önemi kalmıyor. Geldik ve gidiyoruz; hepsi bu kadar.
*
Bazı yaralar zamanla iyileşir, bazı yaralarınsa sökülüp atılması gerekir. Kalpteki yaralara da bu zaviyeden bakıyorum. Tabip, insanın kendidir. Yara, zamanla acısını yitiriyorsa dokunulmaz, gitgide acısı artıyorsa, onu kesmek ve de atmak gerekir.
*
Bazı cümleleri insan kendinden bile saklıyor; içinde büyütüyor, lakin bir türlü sarfedemiyor. Sanki söylese, yıkılacak şehirler, kopacak kıyamet gibi susuyor. Susuyor ve içinde, taş taş üzerinde kalmıyor.
*
Beklerken düşünürsün, kendinden kendine bir yol bularak sorular sorar, cevaplar bulursun. Vazgeçecek olduğunda, bir ümidin ipine tutunur ve nedenleri sorgular, dönersin kalbine. Kalbinde hisler cevelan eder ve anlarsın sonra; nihayet, beklemek de aramaya dahildir.
*
Düşünürsen, dünyada ağlanacak şeyler, gülünecek şeylerden daha fazla. Lakin bir define arar gibi arıyoruz saadeti; bir umut, sıcak bir tebessüm veya gönülden bir söz ile mutlu olmaya çabalıyoruz. Çünkü başka türlü tahammül etmek zor.
*
Zorlaştırmayınız, kolaylaştırınız, buyuruluyor. Ne çok zorlaştırıyoruz. Bir başkasının sırtından yük almak varken ekliyoruz. Yolu engebeli yerden tarif ediyoruz. Tatlı dil varken zehri tercih ediyor, samimiyet varken mesafeler örüyoruz. Zahmet verince rahmet tecelli etmiyor.
*
Birkaç ay evvel sahip olduğumuz alelade konfordan feragat etmek zorunda kaldık. Dışarıda bir yemek yemek, kahve içmek veya yeni bir kazak almak lüks mesela. Ev, araba, elektronik cihazlar gibi ihtiyaçların tahayyülü bile zor. Yoksulluk, siyasi bir söylev değildir. Acı hakikattir.
*
Kinden ve nefretten, ateşten kaçar gibi kaçınmamız gerekiyor. Bir vesvese ile başlayan düşünceler, kısa sürede duygulara dönüşür. Kalbe inecek olursa, onu teslim alır; çürütür ve kokutur. Nihayet kalbin sahibine ve ardından çevresindeki herkese zarar vermeye başlar.
*
Dünyaya insanları memnun etmeye gelmedik. Onları kırk kere memnun etsen bile, bir defa hoşnutsuz olsunlar, hemen senden vazgeçerler. İnsanların ne diyeceğine göre yaşamak bir zindandır. Her zaman iyi ve güzel hasletler üzere yaşamamız gerekiyor; kimsenin ne dediğine bakmadan.
*
Fazla önemsiyoruz. Her olan ve biten veya devam eden vak’alara, adeta ölüm kalım meselesi gibi dikkat kesiliyoruz. Nihayet yıpratıyor bizi bunlar. Kaygısız olmaktan bahsetmiyorum. Hayatta, bazı şeyleri önemsememeyi öğrenmek zorundayız.
*
Derman her zaman gözümüz önünde olmaz; merhemin nerede olduğunu bilemeyiz. Çoğu zaman derman zannettiklerimiz, zandan ibarettir. İnsan, kendine neyin iyi geldiğini, kalbi sükûna kavuşana dek idrak edemez. Sabrın simyası da buradadır; insan dermanı değil, derman insanı bulur.
*
İbn Hazm, “Gerçeğe daha iyi yaklaşmak için gönüllerinizi geçici şeylerle eğlendirin” der. Sakinleşin, olayın merkezinden ayrılın ve bir fincan kahve için. Güzel bir şarkı dinleyin veya muhabbet edin. Sonra o ayrıldığınız merkeze bir de dışarıdan bakın; gerçeğe yaklaşacaksınız.
*
İnsana ağır gelen kendisidir. Yoksa türlü sıkıntılar veya belalar, misafir gibi gelir ve giderler. Hayatın bir yükü varsa, insanın kendine bin yükü var. Yaşamak, hürriyet ve saadet, bir köşede sessiz bekliyor. Lakin insan, kendini taşımaktan bir mecal bulamıyor.
*
Kitap okuyanları değil, lakin şiir okuyanları okumayanlardan ayırmak istiyorum. Şiir okumayan kimseler ekseriyetle mecaza, tasvire ve en önemlisi, farklı bakış açılarına yabancı oluyorlar. Şiir, okuyanlara, estetik ve derin bir anlayış bahşeder.
*
Bir nihayeti olmayan ve durmadan devinim eden suni gündemlere itibar etmeyin; beyhude yormayın hem zihninizi hem de yüreğinizi. Asıl meselelerin üzerini örten bir perdedir bu gündemler. Günün sonunda, kavga edenler kolkola girer ve siz yorgunluğunuz ile başbaşa kalırsınız.
*
Kısacık bir ömür için çok fazla düşman var; çok fazla öfke, kaygı, çok fazla buhran var. Kavgalar, hesaplaşmalar çok fazla. Meydan okumalar, intikamlar fazla. Kısacık bir ömür için ne kadar fazlalık var.
*
Olanda olduğu gibi olmayanda da hayır vardır. Hayatın yolları türlü türlüdür; bir yol kapanırsa, başka bir yoldan yürümen gerektiği içindir. Sabrı, sebatı, sükûnu ve vakti gelir, idraki öğretir olmayanlar; hayrı, yalnız olanlarda aramak beyhude.
*
Baudrillard sanıyorum, insanları birbirinden ayıran iki hâlden bahseder. Birinin nedeni uzaklık, diğeri fazla yakınlık. Uzaklık yine hasrete gebe, arada bir bağ kalıyor. Lakin fazla yakınlığın neticesinde, kesin ayrılıklar var.
*
Birkaç sene evvel yazdıklarımı okuyorum, sanki yazan ben değilim. Hislerimi ve düşüncelerimi hatırlıyorum, bir başkası gibi. İnsan durmadan değişiyor; zamanla, kendi geçmişine bile yabancılaşıyor.
*
Bir insanın kendi hayatına kastedecek noktaya kadar gelmesi, sadece onun için değil hepimiz için bir imtihan. Seneler evvel bir haberde okumuştum; Amerikalı bir adam intihar ediyor, ceketinin cebindeki pusulada şu yazıyordu, ‘bugün biri bana gülümserse intihar etmeyeceğim.’
*
Zamanında söylenmeyen sözün veya eylemin hiçbir ehemmiyeti kalmıyor. Her şeyin bir zamanı var; bu, bir istasyonda treni beklemek gibi. Tren gelene kadar hiçbir adımın ehemmiyeti yok, gittikten sonra olduğu gibi. Koşullar, zamana bağlı. İnsanın arzularına değil.
*
Her zaman uçurumun kenarındasın; bazen farkındasın ve bazen farkında değilsin. Hayatta bir düzlük yok esasında; attığın her adım senin sonun ve/veya yeni bir başlangıcın olabiliyor. İncecik bir dengede yürüyorsun; bazen düşer ve bazen çıkarsın. Lakin hep uçurumun kenarındasın.
*
Reddetmeyi bilmemek yahut becerememek adında bir mefhum var, biliyorsunuz. Biri sizden olmadık bir şey istese bile reddedemiyorsunuz. Kırılır mı, gücenir mi, isteyenin bir yüzü kara mı, olmuyor. Zahmetini çekeceksin, bunu biliyorsun; ama reddedemiyorsun.
*
İyi bir insana rastlamak, çölde bir vahaya rastlamak gibi. Tam ümidini kaybedecekken uzanan bir el, sırtındaki yüke omuz veren bir dost gibi. İyi insanlar, iyi ki varlar.
*
Bu çağın en büyük belası nedir biliyor musunuz? İnsanı kaygılarla kuşatıyor! Senin hayallerin, umutların veya düşüncelerin var. Ama çağın geçim dertleri, eşitsizliği, adaletsizliği var. Kaygılar tarafından kuşatılmış insan, başını bile kaldıramıyor yerden.
*
Biraz okumaktan, yazmaktan veya ehil bir sohbet dinlemekten uzaklaş, hemen dilin bozuluyor, düşüncelerin karışıyor. İlmin vefası yoktur; biraz ilgisiz kal, hemen tası tarağı toplar terk eder seni.
*
Halkın %10’unun serveti, geri kalan %90’ının servetinden fazlaysa, orada ne adalet ne refah ne de din vardır. Telaffuzu vardır, lakin kendileri yoktur.
*
Güzel bir müziği, kitabı, şiiri veya meskeni nasıl tanırsınız? Defalarca uğramış olsanız bile, ona her kavuştuğunuzda yeni bir keşif gibi şevk ve heyecan verir. Güzel insan da böyledir; her kavuştuğunuzda yeniden keşfeder gibi mutlu ve memnun olursunuz. Güzelin simyasıdır bu.
*
Hayatı sisli bir yolu yürür gibi yürür insan. Hiç durmaz ve yoluna devam ederse, kaybolması muhtemeldir. Arada durmalı, derin bir nefes almalı ve nerede olduğunu sorgulamalı. Çünkü nerede olduğunu bilmeyen, nereye gideceğini de bilemez.
*
En karanlık gecede bile, sabahın doğacağını biliyorsun, ama gecenin buhranını örtünmekten kendini alıkoyamıyorsun. Bilmek yetmiyor çünkü, hatta hırpalıyor ve yoruyor. Rıza göstermek gerekiyor; bu da, insan için en zorlu imtihan.
*
Tatmin edici bir cevabı olmayan her soru, cevabını bulana dek kemirir insanın aklını ve de kalbini. Bütün bu sıkıntılar, aslında cevapsız soruların sancısı. Bu nedenle insan; cevaplar arar durmaksızın, yalan bile olsa bir cevaba tutunmaya çalışır.
*
Kâinat boşluk kabul etmez; birinin yokluğunda daima zıddı tezahür eder. Doğrusunu tercih etmez iseniz, yanlışa kayar gönlünüz. İyiliği terk ederseniz, kötülük zuhur eder. Güzel bakmaz iseniz mesela, çirkin görünür her şey. Öyleyse bu boşluğa mahal vermemek gerek.
*
Hayattan tecrübe edeceğimiz en muazzam düstur şudur: Şer gibi görünen hadiselerde, birçok hayırlar vardır. Zıddı ile kaim; hayır gibi görünen hadisede de şer olabilir. Her iki ihtimâl de vaki. Hüsrana uğramamak için; her hadisenin nihayetine dek, peşin hükümlü olmamak icabeder.
*
Bir şey alışkanlık hâline geldiğinde, artık tabiatımızın bir parçası olur. Bir günah olabilir bu, malayani bir uğraş veya herhangi bir güzellik de olabilir. Bu nedenle, neye alıştığımıza dikkat etmemiz gerekiyor; çünkü alıştığımız şey, nihayetinde mizacımıza yerleşecek.
*
Duaya, şiire, türküye ve de güzel bir söze ihtiyacı var ruhun; bu tıpkı bedenin yemeye ihtiyaç duyması gibi zaruri. Ruhu besleyen simya; kelimelerle, nağmelerle dolar kalbe. Sonra eritir bütün katı hisleri ve incelir; türlü tahammülün altından, böylelikle çekilir.
*
Ümit etmek, bir kapının eşiğinde beklemeye benzer. Kimi onu kilitli zanneder ve çeker gider, kimi de açılacağını umarak sabırla sebat eder. Kimin haklı olduğundan ziyade, dikkatinizi kapının varlığına çekiyorum; açılmayacak olsaydı, kapı değil duvar örerlerdi.
*
Kalbe yerleşen nice duygular, vakti geldiğinde ayrıldılar. Lakin endişe öyle değil. Bir kalbe endişe yerleşti mi, nihayetini bulana dek terk etmiyor yerini. Yürüyor, konuşuyor, gülüyorsun belki, ama o, kalbe batmaya devam ediyor
*
Uzun bir cümlenin ardından, Kierkegaard’ın şöyle bir ifadesi vardı, “kendisiyle değil, kendinde meşgul” İfade oldukça derin. Çünkü kendiyle meşgul kimse; hırpalar kendini, tarumar eder. Kendinde meşgul kimse ise; imar eder kendini, inşa eder.
*
İbn Hâzm’a göre, “Sevgi, açtığı yaralarla birlikte kendi merhemini de özünde taşır.” Zehrin panzehiri, yine kendisidir. Sevmek, kimi zaman acı verse de devası öfke veya nefret değil yine sevmektir.
*
Suni gündem ve kavgalarla zihni ve kalbi felç edilmiş bir millete dönüştük. Artık düşünmek ya da hissetmek, adeta bir mucize beklemek demek. Zamanın, aklıselimin, vakarın kıymetini bilelim. Bizler birilerinin keyfî için ömrünü harcayacak holiganlar değiliz, insanız!
*
Mazi kesindir; artık değişmez veya müdahale edilemez. Akıbetse bir gizde durur; belki bir müjde, belki de bir bela saklar sadrında. Bizler bu ikisi arasında; geri dönemeyiz, ileride ne olduğunu bilemeyiz. Sadece ân var elimizde, şu ân! Daha mühim bir zaman dilimi yok insan için.
*
Ucunda bucağında kalamıyorsun, bir köşesinden sessizce veya uzaktan öylesine seyredemiyorsun bu hayatı. Ortasındasın! Kavganın, kederin, hasretin veya saadetin tam ortasında. Ne kadar kaçmak istesen de her şeyle yüzleşmek zorundasın.
*
Hakikati bile dile getiriyor olsa, beyhude sözün mânâsı yok. Çünkü söz, ancak dinlemesini bilene sarfedilir. Buradaki dinlemekten kastım; düşünmek, idrak etmek veya anlamaya çalışmaktır. Nihayet bir faydası olmayacaksa, bütün sözler israf kisvesindedir.
*
Her nereye gitsen kendini de yanında götürüyorsun. Kaçmak istiyorsun ve fakat kaçamıyorsun kendinden. Bütün bu hisler, düşünceler, tereddütler veya tahammüller, bizden gayrı değil. Sorunları içte çözmeden, dışarıda hürriyet mümkün değil.
*
Umursamadığımız veya öylesine geçen zamanları, bir muhabbeti ya da birer fincan kahveyi mesela, seneler sonra hasretle anacağız. İnsan, bulunduğu anın farkına varamıyor; sıradan zamanların bile aslında sıradan olmadığını, maalesef çok geç anlıyor.
*
Galibiyetin rehaveti, bize hiçbir şey öğretemez. Asıl öğreten yenilgilerdir. Hayatı, aldığımız yenilgilerden sonra tanımaya başlarız. Dostu düşmanı, eğriyi doğruyu, yalnız yenilgiler öğretir bize. Yeryüzündeki en kudretli mekteptir, yenilgiler.
*
Uzun süredir hiçbir şeye şaşırmıyorum. Kabulleniyor değilim ama şaşırmıyorum. Çünkü tanık olduklarımdan sonra, daha başka ne olabilir ki, sorusunu lügatimden çıkardım. Yaşadığım çağ, her türlü tuhaflığa müsait bir çağ. Farkındayım.
*
Kısacık ömrümüzde, gürültüden yoksun bir mesken arar dururuz. Lakin her nereye gitsek, kalabalığı da yanımızda götürürüz. Çelişki ararsak eğer, içimizde. İnsan, kendi içindeki sükûnu sağlamadan, dışarıda sükûnet bulamıyor.
*
Bir toplumda emanete riayet, haramdan sakınmak, hakkı gözetmek gibi birtakım eylemler yüksek teveccüh ve takdir görüyorsa, o toplumda bu tür faziletlerin artık azaldığına veyahut tükendiğine delâlettir.
*
Her hâlukârda, beni gerçekten neyin ilgilendirdiğinden emin değilim, ama neyin ilgilendirmediğinden kesinlikle eminim, der Camus. Sanıyorum, huzurun mühim bir kısmı da burada; bazı şeylerle kesinkes ilgilenmemekte.
*
Nihayetine yaklaştığında anlıyorsun; daha yolun yarısına bile gelmediğini. Yollar yarım, emeller tam değil. Hayat böyledir; tam kavuşacakken, emelin uzaklaşır senden. Bir koşuşturma hiç bitmez. Kavuştuğunda ise artık önemini yitirmiştir.
*
Haklı olmaktan da yorulur insan. Çünkü bir türlü değişmiyorsa değişmesi gerekenler, haklı olmanın faydadan ziyade zararı var. Uçurumu bilmek ve fakat kimseyi vazgeçmeye ikna edememek gibi. Haklısın ve bu nedenle bütün intiharlara tanık olacaksın.
*
Sözler itibar görmüyor, eylemin bir neticesi yok. Nasihatler muallakta, hiçbir şeyin kıymeti yok. Çünkü masumiyeti zedeledik. Herkes bir günahın gölgesinde, sözü de eylemi de öyle.
*
Arabî’ye göre, “Sabrın asıl tarifi Allah’a değil Allah’tan başkalarına şikâyetten nefsini menetmektir.” Çünkü başkalarına şikayetçi olduğumuz vakit, şikayet ettiğimiz aslında yazgımızdır. Dertli insan ile Allah arasında ise perde yoktur.
*
Yürüdüğümüz yol, değiştirmiyorsa bizi; düşüncelerimizi ve de hislerimizi, bir yere de götürmeyecek demektir. Fasit bir daire gibi kendi adımlarımızı takip ettiğimiz her gün, yoruluyoruz ve fakat menzile de yaklaşamıyoruz.
*
Hayatın akışında yürüyoruz; sisli bir yol yürür gibi tehlike nerededir, menzil neresidir bilemiyoruz. Samimi bir insan bulursanız, bırakmayın. Birlikte yürüyün.
*
Şair, “Kalbim ile muhabbet eden bülbül, uçtu gitti” diyecekken duraksıyor, yârini hatırlıyor. Ve bir kahır hâsıl oluyor, kelimelerden; “eyvah, geri dönmeyecek gidenler, eyvah..”
*
İnsanın gerçek yüzünü iki şekilde anlayabiliriz: Kendini çok güçlü hissettiğinde ve de kendini çok güçsüz hissettiğinde. Her iki durumda da insan, kaybetmekten artık korkmaz. İşte bu onun en yalın hâlidir.
*
Teşhir çağındayız; her bireyin kendinde olanı umuma faş ettiği bir çağ. Bu bir beden olabilir, mülk, bilgi, muhit ya da eğitim seviyesi olabilir. Lakin teşhir özü örter. Böylece insan, özü ile değil teşhiri ile kabul görür. Sahte dostluklara ve de sahte sevdalara maruz kalır.
*
Kalbinde bir inziva bulunmazsa, dünyada da bir rahat yüzü göremezsin. İnsanın kendinden kendine sığındığı bir ufacık hane bu; gizli bir kuytu gibi keşmekeşe kapalı ve fakat yalnız Allah’a ayan bir inziva.
*
Huzur ve selâmet çoğunlukla sükuttadır; çareler ile teselliler şikayette değil sükuttadır. Yalnız sözün bir kıymet görecekse konuş, yoksa mânânın onda dokuzu sükuttadır.
*
Hassas kimseleri, tavırlarından tanıyorum; bir çiçeğe bakışından, tebessümünden, sesinin yumuşaklığından mesela. Öfkelerinden tanıyorum bir de; içinde zarafet olmayan her şeye kızgınlar. Çünkü hassas kimseler, her türlü kabalığın hasmıdır.
*
Ruhunuz daraldığında geniş olana bakın; mesela gökyüzüne veya denize. Çünkü ruh latiftir, gazlar gibi yayılma eğilimi gösterir; bulunduğu yerin cismini alır. Küçücük bir odada, türlü buhranı çekerken insan, semayı seyrinde huzur bulur.
*
Bir insanın düşüncelerini, değiştirebilirsiniz; bakış açısını, fikrini, kavrayış biçimini etkileyebilirsiniz. Fakat bir kalbi değiştirmek, neredeyse imkânsız. Kalpler yalnız Allah’ın kudretindedir, insan yaşadıkça anlıyor.
*
İncir çekirdeğini doldurmayacak meseleler ile ömür heba ediyoruz. Başlangıçta her şey muğlaktır; ölüm uzak ihtimâl. Lakin şu hayatın kıymeti, nihayetine doğru anlaşılır. An gelir, anlarsın; pek çok mesele hoşgörülebilirdi, görmedik.
*

Bir zamanlar kitaplarını okuduğum, düşüncelerine kıymet verdiğim, hakkaniyetli olduğuna inandığım bazı kimselere küstüm. Kırgınım ve bu kırgınlığın telafisi de olmayacak. Çünkü ekmek beş lira! Onlarsa başlarını çeviriyorlar, görmemek için.

Cihan Çetinkaya

“İnsan vazgeçer” dedi sonra. “Bütün koşullar değişir ve insan nihayet vazgeçer. Vazgeçmenin geri dönüşü yoktur.”

Harp Baladı, Cihan Çetinkaya

Timaş Yayınları

 

Etiketler: