RSS

Etiket arşivi: Octavio Paz

Güneş Taşı

billûr bir söğüt, bir su kavağı,
yelin büktüğü yüksek bir fıskiye,
iyi dikilmiş bir ağaç, ama oynayan,
çukurlaşan bir ırmağın ilerleyişi,
uzanan, gerileyen, çevrilen
ve yetişen boyuna:
usul bir gidişi
yıldızın ya da evinçsiz ilkyazın,
göz kapakları kapanmış su
öngörülerle kaynaşan bütün gece,
hep birlikte çalkalanan var oluş,
dalga dalga örtünceye dek her şeyi,
alacakaranlıksız, yeşil egemenlik,
göz kamaştırmasınca kanatların
geniş göğe açıldıklarında,

gelecek günlerin çalılıkları
arasında bir ilerleyiş ve uğursuz
patlayışı felaketin tıpkı kuş gibi
taşlaştıran ormanı ötüşüyle
ve nerdeyse gelecek mutluluklar
arasında. yok olan dalların,
kuşlarca, gagalanan ışık saatleri şimdiden,
parmaklar arasından kaçıp giden yoralar,

bir var oluş beklenmedik bir şarkı gibi,
şakıyan yel gibi yangında,
asılı tutan bir bakış
dünyayı dağlarıyla denizleriyle,
bir akikten süzülen ışığın cismi,
ışığın bacakları, ışığın karnı, koylar,
güneşsel kaya, renkli cismi bulutun,
sıçrayan hızlı günün rengi
saat parıldar ve cisimleşir,
evren görülebilir şimdi gövdende,
senin saydamlığında saydam,

girmekteyim ışık geçeneklerine,
çınlayan şimdiler arasında akarım,
saydamlıklar arasında yürürüm bir kör gibi,
bir yansı beni siler, doğarım bir başkasında,
ey büyülü direkler ormanı,
süzülürüm ışık kemerleri altından
saydamca bir güzün aralıklarında,

gövdenle giderim evrene gidermiş gibi,
güneşli bir alandır karnın,
göğüslerin çift kilisedir, orda kan
ulular eş yollu gizemlerini,
bakışlarım örter seni bir sarmaşık gibi,
denizin kuşattığı bir kentsin sen,
bir duvarsın ışığın böldüğü
şeftali rengi iki parçaya,
bir tuz, kuşlar, kayalar yeri
yasası altında devşirilmiş öğlenin,

isteklerimin rengine bürünüp
düşüncem gibi gidersin çıplak,
giderim gözlerinle suda gidermiş gibi,
kaplanlar düş içer bu gözlerden,
sinekkuşu yanar bu alevlerde,
giderim alnınla ay üstünde gidermiş gibi,
bulut gibi düşüncenle,
giderim karnınla düşlerinde gidermiş gibi,

mısırdan eteğin dalgalanır ve şakır,
billûrdan eteğin, sudan eteğin,
dudakların, saçların, bakışların,
yağmursun bütün gece, bütün gün,
açarsın göğsümü sudan parmaklarınla,
gözlerimi örtersin sudan ağzınla,
kemiklerime yağarsın, göğsümün içine
sudan köklerini salar sıvı bir ağaç,

giderim bedeninle bir ırmakla gidermiş gibi,
giderim gövdenle bir ormanla gidermiş gibi,
bir dağdaymış gibi, bir patikada
ansızın bir uçurumla kesilen,
giderim didik didik düşüncelerinle
ve çıkış yerinde ak alnının
kırılır hızla atılmış gölgem,
toplarım birer birer parçalarımı
ve gövdesiz giderim gene, ararım el yordamıyla,
belleğin sonsuz aralıkları,
boş bir salona açık kapılar
içinde çürüdüğü bütün yazların,
mücevherleri parıldar susuzluğun dipte,
yok olmuş yüz ben ansıyınca,
elimi sürsem yiten el,
kargaşalıkta örümceklerin saçları
geçmişin gülüşleri üstünde,

alnımın çıkış yerinde, ararım,
ararım bulmadan, ararım bir anı,
bir şimşek ve fırtına yüzünü
gececil ağaçlar arasında akan,
yağmur yüzünü bir karanlıklar bahçesinde,
yanımda akan ayrılmaz suyu,

ararım bulmadan, yalnızlıkta yazarım,
yoktur kimse, gün düşer, yıl düşer,
düşerim an’la, düşerim dibe,
görünmez yol aynalar üzerindeki
kırılmış görüntümü yansıtan,
yürürüm günlerin, geçmiş anların üstünde,
yürürüm gölgemin düşünceleri üstünde,
gölgemi çiğnerim arayarak bir ânı,

ararım bir kuş gibi diri bir günü,
ararım güneşi saat beşte akşam
ılımış, t e z o n t l e duvarlarıyla:
saat salkımlarını olgunlaştırırdı
ve açıldı mı çıkardı genç kızlar
pembe derinliklerinden ve yayılırlardı
taş döşeli avlularına okulun,
güz gibi yüksek, yol alırdı saat,
bürünüp ışığa, altında kemerin
ve uzayın, onu kuşatır da, giydirirdi
bir saydam ve baştanbaşa yaldızlı deriyle,
ışığın renkli kaplanı, ala karaca
dolaylarında gecenin,
eğildiği şöyle bir- görülmüş kız
yağmurun yeşil balkonlarından,
sayısız ve ergen yüz,
unuttum adını, Melusina,
Laura, Isabel, Perséfona, Maria,
bütün yüzlersin sen, değilsin hiç biri,
bütün saatlersin sen ve değilsin hiç biri,
buluta, ağaca benzersin,
bütün kuşlarsın sen ve bir yıldız,
kılıçtan geçirmeye benzersin
ve cellâdın kan çanağına,
uzanan sarmaşık, saran ve ruhu
kökünden koparan ve ayıran kendi kendinden,

ateşin yazısı yeşim taşı üstünde,
kayadaki çatlak, yılanların kraliçesi,
buhar sütunu, taştaki kaynak,
ay buzulu, kartallar doruğu,
anason tohumu, incecik ve ölümlü
ama ölümsüz acılar çektiren diken,
deniz dibi vadilerinin çoban kızı
ve bekçisi ölüler vadisinin,
baş dönmesinin yarına asılan sarmaşık,
tırmanıcı bitki, ağulu bitki,
diriliş çiçeği, yaşam üzümü,
flütün ve şimşeğin kadını,
yaseminli taraça, yaradaki tuz,
kurşuna dizilmiş olana gül demeti,
ağustosda kar, darağacında ay,
bazalt üzerinde denizin yazısı,
çölde yelin yazısı,
güneşin tütsüsü, nar, başak,

alevlerin yüzü, parçalanmış yüz,
yazıksız ve ergen yüz,
görüntü yıllar, değirmi günler,
düşen aynı avluya, aynı duvarın üstüne,
an tutuşur ve alevin ardarda yüzleri
tek bir yüzdür ancak,
bütün adlar tek bir addır,
bütün yüzler tek bir yüzdür,
bütün yüzyıllar tek bir andır
ve bütün yüzyıllar yüzyılı için
geleceğin yolunu keser bir çift göz,

yok önümde hiçbir şey tek bir andan başka
edinilmiş bu gece bir düşüne karşı
birbirine bağlanmış imgelerin düşte,
uykunun içinde sertçe yontulmuş,
hiçliğinden koparılmış bu gecenin,
kaldırılmış bilek gücüyle harf harf,
dışarda zaman azgınlaşırken
ve ruhumun vururken kapılarına
etsever saatleriyle yeryüzü,

yok bir andan başka şey kentler,
adlar, zevkler, yaşayış
kör alnımın üstüne devrilirken,
gecenin iç parçalayan ağırlığı
hor görürken düşüncemi, iskeletimi
ve kanım daha yavaş yol alır
ve diş!erim çıkar köklerinden ve gözlerim
çarpılır ve günler ve yıllar
boş korkunçluklarını yığarken,

kapatırken zaman yelpazesini
ve kalmayınca hiçbir şey imgeleri ardında,
an batıp gider ve yüzer,
ölümle çevrili, yılgın
geceden, iç karartan esneyişinden,
yılgın anlaşılmaz dilinden
maskeli ve sapsağlam ölümün,
an batar ve karışır gider
kapanır gibi bir yumruk, bir yemiş gibi
yetkinleşen kendi içine doğru
ve kendini içen ve yayılan,
an saydamca kapanır
ve yetkinleşir içe doğru, kökler salar,
büyür bende, baştanbaşa kaplar beni,
sayıklatan yaprakları beni boşaltır,
kuşlarıdır ancak düşüncelerim,
dolaşır cıvası damarlarımda,
us ağacı, zaman tadında yemişler,

ey yaşam, ey yaşamak ve yaşanmış olan az önce,
ileri gelen zaman bir gelgit gibi
ve yüzünü çevirmeden geri çekilen,
bu geçmiş olan şey hiç olmadı, ama gelir
ve boşanır sessizce
yok olan başka bir an üzerine:

önünde taştan ve kükürtten akşamın
görünmez bıçaklarla savutlu,
yazarsın bir kızıl, anlaşılmaz
yazıyı derime ve bu yaralar
bir alev giysi gibi kaplar beni,
yanarım yok olmadan, ararım suyu,
ve yoktur su gözlerinde, taştandırlar,
göğüslerin de, karnın da, kalçaların da
taştandır, bir toz tadındadır ağzın,
ağılı bir zaman tadındadır ağzın,
gövden çıkışsız bir kuyu tadındadır,
susuzun gözlerini yansıtan
aynalar aralığı, böyle hep
çıkış noktasına geri gelen aralık,
bu bitmez: geçenekler arasından
çemberin ortasına doğru ve dinelirsin
baltaca yoğunlaşan bir ışın gibi,
kesip soyan bir ışık gibi, büyüleyerek
ölüm sekisi gibi yargılanmış olana,
kamçı gibi bükülgen ve ikiz
bir ay savutu gibi incecik, uzun,
ve taraz taraz sözlerin oyar göğsümü,
ıssız kor beni, boşaltır,
anılarımı yolarsın birer birer,
unuttum adımı, gönüldeşlerim
bağırır domuzlarla birlikte ya da çürür
güneşle yenip bir yol çukurunda,

yok büyük bir yaradan başka şey bende,
dolaşmadığı bir çukurdan başka artık kimsenin,
penceresiz şimdi, geri gelen,
yenilenen, yansıyan ve yiten
düşünce kendi saydamlığında,
delinmiş bilinç bir gözle
öz bakışıyla bakan yok oluncaya dek ışıktan:
gördüm canavar kabuğunu senin,
Melusina, tanyeli parıldarken, yeşil yeşil,
çöreklenmiş uyurdun çarşaflar içinde,
uyanırken bk kuş gibi çığırdın
ve düştün sonsuz, kırılmış ve ak,
kalmadı çığlığından başka şey senden,
ve yüzyıllardan sonra çıkarım dışarı
öksürükle ve kötü bir görünüşle, sallayarak
eski resimleri:
hiç kimse yok, sen değilsin hiç kimse
bir süpürge ve bir kül yığını,
çeltikli bir bıçak ve bir toz tüyü,
asılmış bir yılan gömleği kemiklere,
yeni kurumuş bir salkım, kara bir çukur
ve çukurun dibinde iki gözü
bin yıl önce boğulmuş bir çocuğun,
bir kuyuya gömülmüş bakışlar,
gören bakışlar bizi yaratılışdan beri,
bakış çocuğu yaşlı annenin
genç bir baba gören büyük oğlunda,
bakış annesi bırakılmış kızın
küçük bir oğlan gören babasında,
bize bakan bakışlar yaşamın
dibinden ve bunlar ölüm tuzaklarıdır
– ya da tersine: bu gözlerin içine düşmek
dönmek midir gerçek yaşayışa?

düşmek, dönmek, beni düşlemek ve beni düşledikleri
yarınki başka gözlerin, bir başka yaşamı,
başka bulutların, başka bir ölümle ölmeyi!
-bu gece yeter bana, ve bu an
bitmeyen açılması ve açığa vurması
ne idiysem, ne olduysam onu, adın ne senin,
adım ne benim:
tasarılar mı kurardım
yaz için -ve bütün yazlar için –
­Christopher Street’de, on yıl var,
serçelerin ışık içtiği
iki, gamzesi olan Phyllis’le?,
Reforma’da Carmen diyor muydu bana
«ağırlığı yok havanın, ekimdir ay burda hep»
yoksa bunu yitirdiğim ya da bulduğum
birine mi dedi yoksa demedi mi hiç kimse bana?
yol aldım mı Oaxaca gecesinde,
ulu ve kara-yeşil bir ağaç gibi,
konuşarak deli yel gibi yalnızca
ve odama gelirken – her zaman bir oda –
tanımadı mı aynalar beni?,
Vernet otelinden gördük mü ağaran tanın
oynaştığını kestane ağaçlarıyla – «vakit çok geç»
mi diyordun şapkanı giyerken ve görüyor muydum
lekeler duvarda, söylemeden hiçbir şey?,
kulenin tepesine çıktık mı birlikte, gördük mü
kayalığın üstünde akşam olduğunu?,
üzümler’ yedik mi Bidart’da?, satın aldık mı
Perote’da gardenyalar? adlar, yerler,
sokaklar ve sokaklar, yüzler, alanlar, sokaklar,
garlar, bir park, kimsesiz odalar,
duvarda lekeler, saçını tarar biri,
şarkı söyler biri yanımda, biri giyinir,
odalar, yerler, sokaklar, adlar, odalar,

Madrid 1937,
Plaza del Angel’de kadınlar
dikiş dikip türkü söylerlerdi çocuklarıyla,
sonra alarm çaldı ve çığlıklar duyuldu,
yerin tozuna diz çökmüş evlerden,
çatlamış kuleler, tükürüklerle kirlenmiş alınlar
ve sürekli kasırgası motorların:
ikisi de soyunup seviştiler
savunmak için sonrasız payımızı,
azığımızı cennetten ve zamandan,
kökümüze dokunmak ve kendimizi elde etmek için yine
yeniden bulmak için koparılmış kalıtımızı
yaşam hırsızlarınca bin yüzyıl önceden,
ikisi de soyunup kucaklaştılar
sarmaş dolaş çıplaklıklar çünkü
aşarlar zamanı ve etkilenmezdirler,
dokunan yoktur onlara, başlangıca dönerler yine,
ne sen ne ben varız, ne yarın ne dün ne adlar,
ne çift gerçek tek bir gövdede, tek bir ruh,
tüm varlık …
sürüklenen odalar
diklemesine akan kentler arasında,
odalar ve sokaklar, adlar yaralar gibi,
başka odalara bakan pencerelerle oda
aynı boyası çıkmış kağıtla,
gömlekli bir erkeğin gazete okuduğu,
bir kadının ütü ütülediği;
ışıklı oda şeftali dallarının ziyaret ettiği;
öteki oda: dışarda hep yağmur yağar
ve bir avlu var ve paslanmış üç çocuk;
odalar, o sallanan gemiler
bir ışık körfezinde; deniz dibi odaları:
sessizlik yayılır yeşil dalgalarla,
dokunduğumuz ne varsa fosfor kesilir;
gösterişli anıt.-kabirler, yeni kemirilmiş
portreler, yıpranmış halılar,
hücreler, tuzaklar, büyülenmiş inler,
büyük kuş kafesleri ve numaralı odalar,
her şey başkalaşır, uçar her şey,
her yapı süsü bir buluttur, her kapı
tarlalara, denize, havaya bakar, her masa
bir şölendir; deniz kabukları gibi kapanmışlardır,
zaman boş yere sarar onları,
ne zaman vardır ne duvar: uzay, uzay,
elini aç, devşir bu zenginliği,
yemişleri topla, yaşamı ye,
uzan ağacın dibine, suyu iç!,
her şey başkalaşır, kutsaldır her şey,
her oda merkezidir dünyanın,
ilk gecedir, ilk gündür,
dünya doğar kadınla erkek kucaklaşınca,
saydam derinliklerdeki ışık damlası
oda bir yemiş gibi aralanır
ya da çatlar sessiz bir yıldız gibi
ve kemirilmiş yasalar farelerle,
banka parmaklıkları ve ceza evleri,
kağıt parmaklıklar, dikenli teller,
çıngıraklar, dikenler ve batıcılar,
savutların tekdüzen öğüdü,
kıskaçlı, ballı akrep,
silindir şapkalı kaplan, başkanı
Et yemezler Kulübü’nün ve Kızıl Haç’ın,
eğitici eşek, kurtarıcılığa
özenen timsah, uluslar atası,
Başbuğ, köpekbalığı, geleceğin
mimarı, üniformalı domuz,
yeğ tutulan oğlu Kilisenin

yıkayan kara dişlerini ve alan
demokrasi ve İngilizce dersleri,
görünmez duvarlar, çürümüş maskeler
ayıran insanı insanlardan,
insanı kendinden,
göçüp giderler
sonsuz bir an içinde ve sezinleriz
yitmiş olan birliğimizi, var olma
sıkıntısını, var olma kıvancını gene,
ekmek paylaşmayı, güneşi, ölümü,
unutulmuş olan uyuşukluğunu yaşamanın;

sevmek savaşmaktır, dünya değişir
iki sevgili kucaklaşınca, cisimleşir istekler,
cisimleşir düşünce, kanatlar çaprazlanır
omuzlarında kölenin, dünya
gerçek ve dokunulandır, şaraptır şarap,
kavuşur ekmek tadına, sudur su,
sevmek savaşmaktır, kapılar açmak,
bırakmak gölge olmayı bir kütük defteriyle
yargılanmış olan sürüp gitmesine soyun
yüzü yok bir tanrıca;
………dünya değişir
iki varlık bakışınca ve bilişince,
sevmek adından arınmasıdır kişinin:
«bırak, orospun olayım», Eloisa’nın
sözleridir bunlar, ama erkek yasalara baş eğdi,
onunla evlendi ve karşılık olarak
iğdiş edildi;
yeğdir kıya,
canlarına kıyan sevgililer, kız kardeşle
erkek kardeşin böceği, tutkun
aynalar kendi benzeyişlerine,
yeğdir ağılanmış ekmeği yemek,
külden yataklarda aldatış,
yırtıcı sevgiler, sayıklama,
ağılı sarmaşığı, doğaya karşı suçluluk
yakaya takılan bir karanfil gibi

bir tükürük taşıyan, yeğdir taşa tutulmuş olmak
alanlarda çevirmekten bostan dolabını
yaşamın özdeğini açıklayan,
döndüren sonsuzluğu çukur saatlere,
dakikaları zindanlara, zamanı
bakır meteliklere ve soyut dışkılara;

yeğdir iffet, görülmez çiçek
sessizliğin saplarında sallanan,
ermişlerin güç elmas’ı
istekleri süzen, zamanı doyuran,
devincin ve gönül dirliğinin düğünleri,
kendi çiçek tacında şakır yalnızlık,
her saat bir taç yaprağıdır billûrdan,
arınır maskelerinden yeryüzü,
ve merkezinde, titreşen saydamlık,
Tanrı dediğimiz şey, adsız varlık,
yüzü olmayan varlık, kendine bakar hiçlikte,
ortaya çıkıp görünür, güneşler güneşi,
var oluşlar ve adlar bolluğu;

sayıklamamı izlerim, odalardan, sokaklardan,
el yordamıyla yürürüm aralıklarında
zamanın ve çıkarım ve inerim basamaklarını
ve yoklarım duvarlarını ve kımıldamam,
başladığım yere dönerim, ararım yüzünü,
yol alırım sokaklarında kendi kendimin
yaşsız bir güneş atlında, ve yanımda sen
yol alırsın bir ağaç gibi, bir ırmak gibi
yol alırsın ve söylersin bana bir ırmak gibi,
bir başak gibi büyürsün ellerimin arasında,
bir sincap gibi titrersin ellerimin arasında,
uçarsın bin kuş gibi, gülüşün
köpüklerle sarar beni, başınsa
küçük bir yıldızdır ellerimin arasında,
dünya yeşerir sen gülümsersen
yerken bir portakal,
dünya değişir
iki sevgili, baş dönmesiyle ve sarmaş dolaş,
çayıra düşerken: alçalır gök,
ağaçlar yükselir, uzay
yalnız ışık ve sessizliktir, uzay
kartalca, göz açıp,
bulutların ak oymağından geçer,
kırar halatlarını gövde, demir alır can,
adlarımızı yitirir ve yüzeriz
maviyle yeşil arasında sürüklenerek,
içinde tek bir olay geçmeyen tüm zaman
mutlu, öz akışından başka,

tek bir olay geçmez, göz kırpıştırır, susarsın
(sessizlik: şu anda bir melek geçti
yüz güneşin yaşayışınca uzun),
yok mu bir göz kırpmasından. başka şey?
– ve şölen, sürgün, ilk kıya,
eşeğin çene kemiği, ölünün
donuk gürültüsü ve inanmaz bakışı
kül rengi ovaya düşerken,
Agamemnon ve sonsuz böğürüşü
ve yankılanan çığlığı Casandra’nın
dalgaların çığlığından daha güçlü,
zincirlenmiş Socrates (güneş doğar,
ölmek uyanmaktır: «Criton,
Esculapio için bir horoz, işte yaşamdan sağıltır beni»,
bilimsel araştırmalar yapan köpek Niniva’nın
yıkıntılarında, gördüğü gölge Brutus’un
savaştan önce, Moctezuma
dikenli yatağında uykusuzluğunun,
ölüme doğru yolculuk yük arabasında
-dakikası dakikasına ölçülmüş
sonu gelmez yolculuğu Robespierre’in,
ellerinin arasında kırık çenesi -,
Churruca fıçısının içinde lâl rengi
bir taht üzerindeymiş gibi, önceden hesaplanmış
adımları Lincoln’ün tiyatroya giderken,
Trotski’nin hırıltısı ve yakınmaları
yaban domuzundan, Madero ve bakışı
yanıtlayamadığı kimsenin: neden öldürüyorsunuz beni?,
«tanrı adına» lar, yakınmaları, susuşları
kıyacının, ermişin, zavallı şeytanın,
tümcelerin, fıkraların mezarlıkları
sanat köpeklerince kazılan, altüst edilen,
sayıklama, kişneyiş, ölürken çıkardığımız
anlaşılmaz gürültü ve doğan
yaşamanın bu soluması ve kırılmış
kemiklerin sesi bir dövüşmede
ve yalvacın köpük saçan ağzı
ve haykırışı ve cellâdın haykırışı
ve kurbanın haykırışı…
gözler
alevlerdir ve alevler baktıkları,
bir alev kulak, bir alev ses,
dudaklar ateşler, kor parçası dil,
dokunum ve dokunduğu, düşünce
ve düşünüş, alev düşünendir,
yanar her şey, alevdir evren,
ve yanar alevli bir düşünceden başka
bir şey olmayan hiçlik, sonunda duman:
ne cellât vardır ne kurban …
ve çığlık,
cuma akşamında mı? ve simgelerle
örtülen sessizlik mi, hiçbir şey demeden
diyen sessizlik mi, hiçbir şey demez mi?
hiçbir şey değil mi insanların çığlıkları?,
hiçbir şey geçmez mi zaman geçerken?

hiçbir şey geçmez bir göz kırpışından başka
güneşin, az çok devinç, hiçbir şey,
kurtuluş yok, zaman geri gelmez,
ölümlerine yerleşmiştir ölüler
ve ölemezler başka bir ölümle,
kımıltılarına çivilenmiş, paryalar,
yalnızlıklarından beri, ölümlerinden beri
çaresiz, bakmadan bakarlar bize,
ölümleri şimdiden yontusudur yaşamlarının,
hiçlik olan bir sonsuzluk şimdiden,
her dakika hiçtir her zaman,
gölge bir kral yönetir çırpınışlarını ve işler
son duruşunu, sert maskeni
değişen yüzünde senin:
bizler anıtıyız bir yabancı,
yaşanmamış, az çok bizim olan yaşamın,

– yaşam, gerçekten ne zaman yaşamımız oldu bizim?,
biz gerçekten ne zaman biz olduk?,
biz yalnızlar, değiliz, boşluktan ve baş dönmesinden,
aynada yüz buruşturmalardan,
korku ve bulantıdan başka bir şey gerçekte,
yaşam bizim olan değildir, başkalarınadır,
yaşam değildir kimsenin, biz hepimiz
yaşamımız,- başkaları için güneş ekmeği,
herkes için bizden başka -,
ben başkasıyım ben olduğumda, edimlerim
başkalarının da olursa benimdir en çok,
bir başkası olmalıyım diye var olabilmeliyim ben,
benden çıkıp, beni başkalarında arayabilmeliyim,
var değilsem var olmayan başkalarında,
bana varoluşu veren başkalarında,
yoktur ben, biz her zaman başka bizleriz,
başkadır yaşam, her zaman orada, en uzakta,
senin, benim dışımızda, her zaman ufuk,
bizi yolumuzdan şaşırtan ve ayıran kendi kendimizden,
bize bir yüz tasarlayan ve bunu kullanan yaşam,
var olma açlığı, ey ölüm, herkesin ekmeği,

Eloisa, Perséfona, Maria,
artık yüzünü göster göreyim diye
gerçek yüzümü, başkasının olan yüzü,
başka bizler olan yüzümü bütün herkese,
ağacın, ekmeğin yüzünü,
şoförün, bulutun ve denizcinin,
güneşin, derenin ve Pedro’nun ve Pablo’nun yüzünü,
ortaklaşa yalnızın yüzünü,
uyan, işte ben doğuyorum:
yaşam ve ölüm
uzlaşır sende, gecenin kadını,
ışığın kulesi, tanın kraliçesi,
aysıl erden, annesi anne-su’yun,
dünyanın gövdesi, ölümün evi,
düşerim doğuşumdan beri durmadan,
düşerim, dibime ulaşmadan, kendi kendimde,
gözlerine devşir beni, topla dağılmış
tozu ve uzlaştır küllerimi,
bağla ayrılmış kemiklerimi, es
varlığımın üstüne, beni toprağına göm,
göm de erinç versin kendisine karşı dinelmiş
düşünceye sessizliğin;
elini aç,
günler olan tanelerin kadını,
ölümsüzdür gün, yükselir, büyür,
doğmaya başlar ve hiç bitmez bu,
doğuştur her gün ve doğuş
her tan, ve uyanırım,
hepimiz uyanırız, güneş
doğar, güneşin yüzü, Juan kalkar
Juan’ın yüzüyle, herkesin yüzüyle,

varlığın kapısı, uyandır beni, sabah ol,
ko, yüzünü göreyim bu günün,
ko, yüzünü göreyim bu gecenin,
her şey birbirini bulur ve başkalaşır,
kan kemeri, çırpınışlar köprüsü,
götür beni bu gecenin öte yanından,
sen olduğum yere, başka bizler olduğumuz yere,
sarmaş dolaş zamirler krallığında,

varlığın kapısı: aç varlığını, uyan,
var olmayı da öğren, yüzünü yont,
çizgilerini işle, gözlerini bul
yüzüme bakman için, sana bakayım diye,
yaşama bakmak için ölüme değin,
denizin, kayanın, ekmeğin, pınarın yüzüne,
eriten kaynağa yüzlerimizi
adsız yüzün içinde, yüzü yok varlıkta,
anlatılmaz var oluşunda var oluşların…

isterim sürdürmeyi, uzağa gitmeyi daha, yapamam:
an atılmıştır bir başkasına ve bir başkası,
uyudum düş kurmayan bir taşın düşlerini
ve yılların sonunda taşlara benzer
şakıdığını duydum tutsak kanımın,
bir ışık uğultusuyla şakıyordu deniz,
birer birer duvarlar baş eğiyordu,
devrilip gidiyordu bütün kapılar,
ve güneş koşuyordu yağma’ya alnımın altında,
sargısından çözülüyordu varlığım,
beni koparıyordu kendimden, ayırıyordu
hoyrat, taş yüzyıllar uykumdan,
aynalardan büyüsüyle yaşatıyordu gene
billur bir söğüdü, bir su kavağını,
yelin büktüğü yüksek bir fıskiyeyi,
iyi dikilmiş bir ağacı, ama oynayan,
çukurlaşan bir ırmağın ilerleyişini,
uzanan, gerileyen, çevrilen
ve yetişen boyuna:

Mexico, 1957

Octavio Paz
Çeviri: Said Maden

 
 

Etiketler: ,

Riprap

1.ÇİÇEK

Ağlama, çengel, diş, ulumalar,
etobur hiçlik, çalkantı,
hepsi yokolmakta bu basit çiçeğin önünde.

2. O KIZ

Her gece iner kuyuya
ertesi sabah ortaya çıkar
kucağında yeni bir sürüngenle.

3.BİYOGRAFİ

Ne olabileceği değil,
ne olduğuydu önemli olan:
Ölmüştü işte.

4.GECELEYİN ÇANLAR

Gölgelerden dalgalar, körlük dalgaları
alev alev yanan bir alında:
Düşünceme su dökün, boğun onu!

5.KAPIDA

İnsanlar, sözler, insanlar.
Duraksadım:
Yukarıda orada, yalnız ay vardı.

6.BAKIŞ

Kapatınca gözlerimi kendimi gördüm:
Uzam, uzam
bulunduğum ve bulunmadığım yerde.

7.PEYZAJ

Böcekler tükenmezcesine çalışkan,
atlar güneş renginde,
eşekler bulut renginde,
bulutlar, ağırlıksız kayalar,
dağlar, eğik gökyüzü gibi,
bir ağaç sürüsü su içer derede,
tümü de orada, orada olmaktan hoşnut
ve burada biz
kızgınlığın yıpratmadığı, nefretin
aşkın ve ölümün yıpratmadığı
insanlardan değiliz.

8.OKUMA YAZMASI OLMAYAN

Kaldırdım yüzümü gökyüzüne,
o eskimiş harflerden oluşan dev taşa,
ama yıldızlar tek bir söz söylemedi.

*riprap: taktuk, çatçut sesi

Octavio Paz
Çev: Ali Cengizkan


 
 

Etiketler:

Herat ta Mutluluk

Ta buralara geldim
Çekerek bu çizgileri,
Öylesine;
Yeşilli mavili bir cami,
Altı yassılmış bir minare,
İki ya da üç mezar,
Ermiş bir şairin anıları,
Timurla soyunun adları.

Rast geldim yüzgünlerin rüzgarına.
Kumla örttü geceleri,
Kamçıladı kaşımı, kavurdu göz kapaklarımı.
Şafak:
Kuşların saçılması
Ve taşlar arasında köylülerin ayaksesleri olan
Suyun söylentiler yayan sesi.
(Ancak su da aldı tozdan nasibini.)
Ovada homurtular,
Görünüşler
Yitişler,
Kil sarısı kasırgalar
Düşüncelerim gibi, dönüyorlar
Otelin odasında, tepelerde:
Bir develer mezarlığı bu diyar
Ve benim düşüncelere dalışımda
Hep aynı çöken suratlar.
Rüzgar, o harabeler efendisi mi
Benim tek ustam?

Aşınmalar:
Gitgide büyür zerre.
Ermişin türbesinde,
Bir çivi çakmıştım
Kurumuş ağacın derinine,
Öylesi değil,
Diğerleri gibi, kem göze karşı:
Kendiminkine karşı.
(Bir şeyler söyledim:
Rüzgarın alıp götürdüğü sözcükler.)

 Octavio Paz

 
Yorum yapın

Yazan: 04 Haziran 2013 in Çeviri Şiirler, Şiir

 

Etiketler:

Gecenin soğuk dudakları

Gecenin soğuk dudakları
Bir laf eder
Laf sanma taştır
Taş sanma gölgedir
Acının sütunu
Olgunlaşmamış düşünce
Hayali dudaklarıma doğru gerçek su
Gerçeği taşıyan sözcük
Hatalarımın nedeni

Eğer o ölümse yaşarım yalnız onun için
Dalarım anılara ama bir şey anımsayacağımdan değil
Artık bilemem ne söyler de güvendiririm kendime
Nasıl anlaşılır birinin hayat taşıdığı
Nasıl unutulur bildiklerimiz
Zaman aralar da gözkapaklarını
Bakar bize ve kendisi de kaçırmaz görüntüsünü.

Octavio Paz

 
Yorum yapın

Yazan: 04 Haziran 2013 in Çeviri Şiirler, Şiir

 

Etiketler:

Bir gün yiter gider

Bir gün yiter gider
Evren gökyüzünde
Karda iz bırakmaz ışık
Bir gün yiter gider
Kapıları açmaya ve kapatmaya….

Güneşin tohumu çatlar sessizce
Bir gün başlar
Sis oyar tepeyi
Bir adam ırmağı iner
Gözlerinde karşılaşır bunlar senin
Günün içinde yiter gidersin
Şakıyarak ışığın yapraklarında
Çanlar çalar ötelerden
Her çağrı bir dalgadır
Her dalga gömülür çıkmamak üzere
Bir kımıltı…bir söz…buluta karşı ışık…
Güler ve saçlarını tararsın dalgın

Bir gün başlar ayaklarında
Adlarından başka şey değildir; el..aklık..saç..
Bu elin..bu aklığın… bu saçların..
Bu görülebilen ve yoklanabilen dışarı…
Bu içeri ve adsız olan
Aranır bizde el yordamıyla
İzleyip dilin yürüyüşünü
Geçerler bu imgeye gerdikleri köprüden
Parmaklar arasındaki ışık gibi kayarlar
Ellerimin arasında senin gibi
Ellerimle elin gibi sarılırlar birbirlerine

Bir gün başlar ve sözlerim
Sıcaklık zinciri ışık kabuğu
Bir gün başlar ağzında
Gözlerimizde yiten gün
Açılan gün gecemize..

Octavio Paz

 
 

Etiketler: