RSS

Etiket arşivi: Mecit Ömür Öztürk

Dervişin Teselli Koleksiyonu 2 Klasik Metinlerle İyileşme

Mevlana’da beni diriltecek satırlar, beni düştüğüm kuyudan çıkaracak yaklaşımlar var olduğu gibi, Arabi’nin Füsus’unda da bunlar mevcuttur. Ama bu demek değildir ki Sokrates’te, Platon’da, Hegel’de, Kant’ta, Spinoza’da böyle yaklaşımlar yoktur. Hayır, elbette var, hem de çok etkili olarak vardırlar. Mürekkeplerini damarlarından akan kan gibi yürekten kullanmış olanlara ne demeli? Dostoyevski’de, Cibran’da, Rilke’de, Tanpınar’da, Geothe’de kararmış ruh halimizi aydınlatacak öyle bölümler vardır ki, oralara geldiğimizde kendimizi bir evliyanın divanının satırları arasındaymış gibi hissederiz. Bir acısı olan her insanın, ki herkesin mutlaka bir acısı vardır, tasavvufun ve felsefenin derinliklerinden uzanan bu ellere ihtiyaç duyacağı muhakkaktır.

Keder evrenseldir. Filozofların tesellilerinin evliyaların tesellileri kadar etkili olduklarını gördüm. Seneca’nın söyledikleri, Muhyiddin Arabi’nin keder konusunda söylediklerinden eksik kalır bir yanı yok. Kant ve Hegel neredeyse Mevlana kadar ustalaşmaya başlıyor konu insan ve onun hüzünleri olunca… 

Batı’nın Tesellisi

Cor ne edito”-“Yüreğini yeme!” Biraz sert söylemek gerekirse içini dökecek arkadaşı olmayan kişi, kendi yüreğini kemiren bir yamyamdır.

Dostluk, sevinçleri iki katına çıkarırken kederleri yarıya indirir. Sevincini dostuyla paylaştığında daha mutlu olmayacak, kederini paylaştığında da acısı yarıya inmeyecek kimse yoktur. (Bacon)

***

Kaderinden kaçmak için yolunu değitiren / Çoğu zaman kaçtığı yerde karşılaşır kaderiyle.

Ne kadar büyük de olsa keder, / Zaman kuşunun kanatlarına binip gider. / Aynı kuş getirir yeniden / Sevinçli ve mutlu günleri 

İnsan teselliyi başta kendine vermeli. / Derdinizi sizden daha iyi kim anlar? 

Tehlikeden kaçamıyorsan onun karşısında cesaretle durmayı bilmelisin. 

Zorda kalanın kafası iyi işler. (La Fontaine)

***

Mutluluğun er geç geleceğine bütün kalbiyle inanırdı ki aslında bu, mutluluğun ta kendisiydi.

Bir dertten kurtulunca kendimize yeni bir dert aradığımız da olur. (Austen)

***

Aşırı keder güldürür, aşırı neşe ağlatır. (Blake)

***

Böyle sürekli mutsuzluktan söz açıp durman, korkarım ki bir gün seni gerçekten mutsuzluğa uğratacak.

..

Kederi erken tanıdım, sürgünle tanışarak… Iftiraların ve içi kin dolu cahillerin hedefi de oldum. Fakat yine de yüreğimi özgürlük ümidiyle ve sabırla güçlendirdim. Mutlu günleri beklerken dostlarımın mutlulukları tatlı bir teselli oldu bana… (Puşkin)

***

Şu işe bak, zindandan o kadar ürken ben, şimdi oradayım ve bir an bile kedere boğulduğumu hatırlamıyorum! Demek ki bir işin korkusu, kendisinden yüz kat betermiş. 

İki uç nokta -duygusallığın gereğinden azlığı veya fazlalığı-, insanı olaylara gerçekçi yaklaşma yeteneğinden yoksun bırakır. 

Ne suçluyor ne de onaylıyorum, yalnızca gözlemliyorum. (Stendhal)

***

Duygularımız ne kadar da değişken, büyük acılar çekerken bile yaşama sevgi ile nasıl da sarılıyoruz!

Mutluluk ya da felakete böyle incecik bağlarla bağlıyız. (Shelley)

***

Geçmişte ele geçen ve az çok bir haz yahut mutluluk vaat eden firsatları değerlendirememekten ötürü üzülüp pişman olmak, bir insan için ne büyük budalalıktır! Şimdi onlardan geriye elimizde ne kalacaktı? Bir hatıranın gölgesi sadece.

Münzevi halde geçirdiğimiz bir dönemin håletiruhiyemiz üzerinde böylesine olumlu etkilerinin olması büyük oranda, bu şekilde yaşamanın başka insanların gözünden uzak kalmaya, böylelikle onların olası yorumlarını dikkate almamaya dayanır. (Schopenhauer’)

***

Sadece dar görüşlü kişiler bir duygudan kurtulabilmek için senelerce bekler. Kendi kendine söz geçirebilen bir kişi nasıl kolayca bir zevk icat edebiliyorsa acılarını da aynı kolaylıkla dindirebilir. Duygularımın elinde oyuncak olmak istemiyorum. Duygularımı ben kullanmak istiyorum, onların tadını çıkarmak ve ayrıca onlara hükmetmek!

Bu dünyada iki trajedi vardır. Birisi insanın istediğini elde edememesi ve diğeri de onu elde etmesidir. Sonuncusu daha beterdir. (Wilde)

***

İşin doğrusu kalbimiz, bizim de acı çekmeye başladığımız noktaya gelinceye kadar başkalarının yaşadığı musibetleri umursamaz. Hemen her zaman bizi de etkilemeye başlayana kadar ötekilerin acılarına duyarsız kalırız.

Altın, bakır, kurşun, çelik fitratta insanlar vardır… Her in- sanın kendi limitleri vardır. Bu metallerin her birinden farkl makineler yapılabilir. Fakat zayıf olanlardan güçlü olanlarla eşit verim almayı bekleyemezsin. Demir madeni eğiterek altın hâline getirilemez. (Twain)

***

Hüzün verme özelliği, nesnelerin ve hadiselerin içinde bu lunmaz. O, bize ait düşüncelerin ürünüdür.

Biz ilerledikçe uzaklaşan bir hedefi umutsuzca takip etmenin hiçbir anlamı yoktur. 

Kederlerin pek çoğu ile sadece onları kabullenerek başa çıkılabilir. (Durkheim)

***

Anlamaya çalışmamak, tahlil etmemek… Kendini doğayı görür gibi görmek; duygularını bir manzarayı seyreder gibi seyretmek… Bilgelik denilen şey olsa olsa budur.

….

Dünya, onu sürekli düşünelim diye değil, ona bakalım ve onunla uyum içinde olalım diye yaratılmıştır.

Yoksullar da bende merhamet uyandırıyor zenginler de… Ama zenginler daha fazla. Çünkü onlar daha mutsuz. Yoksul biri, yoksulluktan kurtulursa mutluluğa ereceğini düşünebilir. Mutsuz bir zengin ise mutlu olmanın herhangi bir yolu kalmadığını düşünür.

Talih de insana benzer. Eğer bize yaptıklarından pek de etkilenmediğimizi gösterebilirsek işte bizi o zaman rahat bırakır. (Pessoa)

***

Kişi, zevk esnasında kendini, varlığını unutur, bir başkası olur, âdeta bir yabancı… Ve insan ancak acıyla içine döner, kendine gelir, kendi olur. (Unamuno)

***

Zorlukları fark ettiğimde korku ve kızgınlık, yerini adım adım merhamet ve hoşgörüye bıraktı ve sonraki bir iki yıl içinde merhamet ve hoşgörü de gitti ve yerine hepsinden daha büyük bir kurtuluş olan, “şeyleri kendi doğasında düşünme özgürlüğü geldi.

Boş ver, iyidir yaşamak, her şeye rağmen dayanılabilir yaşamaya… Pazartesiyi salı izler, sonra da çarşamba olur. Bilincin gelişir, kimliğin güçlenir; acılar, olgunlaşma içinde eritilir. Nasıl da hızlı akar ırmak, ocaktan aralığa doğru! 

Her şeye rağmen sıcaktı güneş. Her şeye rağmen üstesinden geliyordu insan. Hayat, bir şekilde, günleri birbiri ardına eklemenin bir yolunu buluyordu, her şeye rağmen. 

Mutluluk sessiz, sıradan şeylerdedir. Bir masa, bir sandalye, sayfaları arasına kağıt bıçağı sıkıştırılmış bir kitap. Ve gülden düşen taç yaprağı ve biz sessizce otururken titreyen ışık… (Woolf)

***

Aziz dostum, bi kez düştün mü kalkmak için vakit kaybetmeyeceksin. 

Kaderimize yazılmış pek çok hazin hatıra vardır ki bunlara sürekli kafa yormaya başlarsak yaşayanlar arasındaki işlerimizi sürdürebilmemiz için gereken gücü bulamayız.

Ölüler, dirilerden daha çok çiçek alır çünkü pişmanlık, minnettarlıktan daha güçlü bir duygudur. Zaman, geri döndürülemez. Suyu tutmaya çalışmak gibi bir şey. (Joyce)

***

Geçmişe dönüp baktığın zaman, sana yaşarken tahammül edilmezmiş gibi gelen dönemleri beğeniyorsun en çok. 

İnsan, felaketi serinkanlılıkla karşılamalı, onun üzerinde tefekkür etmeli ve ondan bir yarar çıkarmalı.

İnsan, artık peşinden koşmadığı ve istemediği dönemler elde eder bazı şeyleri. (Pavese)

***

İnsan, kendi mutluluğuna engel olmak yolunda oldukça becerikli bir varlıktır. (Gide)

***

Nerede olursan ol, kendi iç dünyanı sığınırsın.

Öyle bir zaman gelir ki acı, kendiliğinden duyulmaz olur.

İyi ya da kötü şeyler sona erdiklerinde geride bir boşluk bırakırlar. Sona eren kötü bir şeyse o boşluk kendiliğinden kapanır ama yok iyi bir şeyse boşluğu kapatmak için ondan daha esaslı bir şey bulman gerekir.

….

Her şey için bir bedel ödersin. Ben, sevdiğim şeylere kavuşabilmemin karşılığını ödemişimdir, onun için günlerin iyi geçer. Bazen istediğin şeylerin iç yüzünü öğrenerek baze tecrübe edinerek bazen işin sonucuna boş vererek bazen iş içine girerek ya da parayla ödersin bu bedeli. Hayatın tadını çıkarmak, ödediğin bedelin karşılığını çıkarabilmek ve çık dığını sezebilmektir. (Hemingway)

***

Ben, onsuz da yaparım… Ben, daha nice şeylerden yoksun oImayı öğrenmişim. (Faulkner)

***

İnsan kapana kısılmışsa ve kurtulma ihtimali yoksa kapanın içini dekore etmeye girişir. 

İnsanların çoğu ne istediğini bilmez, istediklerini nasıl elde edeceğini bilmez, istedikleri eline geçtiği zaman da bunun farkında olmaz. (Steinbeck)

***

İnsanların pek azı, sonuna varmadan yolun onları nereye görüreceğini görebilir. (Tolkien)

***

En çözülmez düğüm, kıvrılarak ilerleyen bir ipten başka bir şey değildir. Beceriksiz parmaklar kan içinde kalırken bunu gözler çözüverir. (Nabokov)

***

Bana inanmayacaklar ama bunun sinemada film seyretmekten farkı yok, orada da öykü önünden akıp geçer ve sen onu o şekilde kabul etmek zorunda kalırsın. Eğer beğenmiyorsan çıkıp gidersin ve bilmen gerekir ki kimse paranı iade etmeyecektir. 

Tıpkı Faust’un geçip giden zaman için yazdığı dilekçesinde olduğu gibi, eğer vakti geldiğinde masaya konan boş bir bardak misali bırakıp gidebilirsen her şeyin bir anlamı var demektir.

Denebilir ki mutluluk, insanın yalnızca kendisine aittir, tek kişiliktir. Oysa mutsuzluk, bir parça herkese aittir.

Eğer düşersen seni yeniden kaldırırım. / Eğer kaldıramazsam yanına uzanırım… (Cortázar)

***

Bazı sorunlar, üzerine bol bol konuştukça daha kötüye gidebilir, yerinde söylenmiş isabetli birkaç söz ise onları kolayca çözebilir. 

Geleceğin sorunlarını geleceğin kendisi çözecektir. 

Ağlama yeteneğimizin olması, bizim için nimettir; gözyaşları, bizi çoğu kez huzura kavuşturur, ağlayamadığımız bazı durumlarda ölecek gibi oluruz. (Saramago)

***

Her ne olacaksa zaten olması gerekiyor demektir. Tıpkı takvimde önceden bildirilmiş şeyler gibi.

Yüreğin hafızasının kötü anıları sildiğini, iyi olanları büyüttüğünü, geçmişe katlanmayı bu hamle sayesinde başardığımızı bilmeyecek kadar gençti daha.

Bir insanın en büyük hatası, başkalarına haddinden fazla değer vermek değil, kendine hak ettiğinden daha düşük bir değer vermektir.

İnsanın yaşadığı değildir hayat, anlatmak üzere nevi, nasıl hatırladığıdır.

Düşünceler kimsenin malı değildir. Tıpkı melekler gibi yukarılarda bir yerlerde uçuşur dururlar. (Marguez)

***

İnsan bazı sorunları, çözümsüz olduklarını ortaya koyarak çözmek zorunda kalır. 

Oyuncu olmak için yaratılmadığımı anlayınca zeki bir seyirci olmaya karar verdim.

Kaybedenler, -kendini iyi yetiştirmiş kişiler gibi- kazananlara nispetle çok daha geniş bir bilgi ağına sahiptirler. Kazanmak için tek bir şey bilmen, her şeyi bilmekle zaman yitirmemen gerekir. Derin bilginin hazzı, kaybedenlere özgüdür. (Eco)

***

Eğer yeryüzünde hiç yara almamış birileri bulunsaydı onların mutluluğu da tatmadan yaşadıkları söylenebilirdi.

Geçmiş, mahkûmu olmadığımız bir şey. Geçmişe istediğimizi yapabiliriz. Yapamayacağımız, geçmişin şimdideki neticelerini değiştirmektir. (Berger)

***

Geçmişi sürekli kurcalamak doğru değildir. Farkında olmadan ona bunca zaman harcamış olmamız yeter de artar. (Kundera)

***

Kaçınılmaz kederler vardır, bu böyledir, onlara karşı elden bir sey gelmez. 

Sana düşmanlık eden birileri yok mu? Nasıl olmaz? Yoksa sen hiçbir zaman doğruyu söylemedin mi? Hiçbir zaman hakkı tercih etmedin mi?

Kelimelerin sessizlikten daha etkili olamadığı durumlarda en iyi yol, susmaktır. (Galeano)

***

Kimi zamanlar, sahibi olmadığımız bir yaşamın yasını tuttuğumuzu düşünüyorum. (Yalom)

***

Önüne geçilmesi mümkün olmayan bir şey ha bir gün evvel olmuş ha bir gün sonra, ne fark eder ki? (Hamsun)

***

Şimdi, şimdiki “ben”, geçmişteki “ben”i yargılıyor. Şimdiki “ben den sonra bir başka “ben” oluşacak ve benim dünkünü yargıladığım gibi o da bugünkünü yargılayacak. Peki, ya kim bana merhamet gösterecek, ben kendime merhamet göstermezken? (Papini)

***

Unutmaktan korkmayın.

Bir konu üzerinde konuşmaya başlarsanız takip etmeniz gereken yolu daha rahat görürsünüz. Siz konuşurken zihniniz çözüm için gerekli hazırlıkları yapar. Konuşmak, şu ya da bu şekilde pek çok şeyi çözüme kavuşturur. (Christie)

Mecit Ömür Öztürk 

Dervişin Teselli Koleksiyonu 2

hayy kitap

Ben hayatımda düştüğüm neredeyse her sıkıntıdan kitapların el uzatmasıyla çıkabilmiş biriyim. Öncelikle kendime, sonra da başkalarına el uzatabileceğini düşündüğüm bir çalışma ortaya koymaya çalıştım. Bir kısmı tozlu raflarda kalmış kadim kitaplardan, günümüz insanının sorunlarına bazı çözümler bulmaya gayret ettim.

Âlimlerden de filozoflardan da, yaralanmış insan zihnini ve kalbini onaran yaklaşımlar yakalamaya çalıştım. Kitabı okuyanların, o yeniden başlama duygusunu, hayatı yeniden inşa etme heyecanını kazanmış olmalarını amaçlamıştım. Bilgi veren kitaplar vardır, huzur veren kitaplar vardır. Bu, ikinci kategoride bir çalışmaydı.

İnsanların hiç olmadığı kadar sıkıntılı bir yaşam sürdüğü bir dünyada yaşıyoruz. Dünyanın her yerinde daha çok ümitsizlik, daha çok bunalım, daha çok depresyon var. İnsanlar kederlerini, acılarını neyle dindirecekler? Alkol, uyuşturucu veya zararlı bağımlılıklar acıları bastırmakta yoğun olarak kullanılıyor. İnsanların ruh dünyaları açısından zararsız bir ağrı kesiciye ihtiyaç duydukları muhakkak. Bugün ister edebi alanda, ister sanatın diğer dallarında olsun insanın kalbindeki ağır yükleri hafifletecek eserlere ihtiyaç var. İnsana ümit vermeye, onu ayakta tutmaya çalışan eserler üretmek zorundayız. İnsanın en azından kitap okumakla dindirilebileceği kederleri de vardır ve bunlar bence pek çoktur.

Teselli ve ümit odaklı kitap çalışmalarında gözden kaçırılmaması gereken şey, gerçekliktir. Maksat, düşünceler yoluyla insanı uyuşturmak değil, onu uyandırmak olmalıdır. Çünkü acı karşısında kendini uykuya bırakan zihin eninde sonunda uyanacak ve acı gerçeğin daha büyümüş bir haliyle yüzleşecektir. İnsanı gerçeklerden kısa bir süre uzaklaştıran ama ardından daha sert bir yüzleşmeyle karşı karşıya bırakan bir afyon gibi olmamalıdır bu eserler. Çekilen acıya bir başka pencereden bakabilmeyi içermelidir ve kalıcı bir rahatlama hissini beraberinde getirmeyi başarmalıdır. Dervişin Teselli Koleksiyonu doksan dokuz bölüm halinde aynı acıya doksan dokuz açıdan bakabilme antrenmanıydı aslında. O kadar fazla açıdan bakınca da, insan teselli de olmuş oluyor muhakkak. Ama bununla birlikte bir onarımın da hedeflendiğini söylemek gerekir.

Acıların anlamını tahlil ederken, öncelikle insanın ve acıların yaratıcısına danışmak elbette en isabetli olanıdır. Oradan yaptığımız çıkarımların gerek doğulu gerek batılı düşünürlerce yapılan çıkarımlara tevafuk etmesi, onlarla benzer çizgide uyum içerisinde olması, insanın bu tahlillere daha da sıkı sarılmasıyla sonuçlanabiliyor. Maksadım bir yandan da keyifli bir okuma deneyimi sunabilmekti. Rilke’yle Harakani Hazretlerini aynı cümlenin içinde buluşturmak, edebi bakımdan yazarken bana, okurken de okurlarıma ayrı bir edebi bir tat sunmuştur diye ümit ediyorum.

Batı’yı ve Doğu’yu neden aynı zeminde buluşturmaya çalıştığıma gelince, Mevlana’da beni diriltecek satırlar, beni düştüğüm kuyudan çıkaracak yaklaşımlar var olduğu gibi, Arabi’nin Füsus’unda da bunlar mevcuttur. Ama bu demek değildir ki Sokrates’te, Platon’da, Hegel’de, Kant’ta, Spinoza’da böyle yaklaşımlar yoktur. Hayır, elbette var, hem de çok etkili olarak vardırlar. Mürekkeplerini damarlarından akan kan gibi yürekten kullanmış olanlara ne demeli? Dostoyevski’de, Cibran’da, Rilke’de, Tanpınar’da, Geothe’de kararmış ruh halimizi aydınlatacak öyle bölümler vardır ki, oralara geldiğimizde kendimizi bir evliyanın divanının satırları arasındaymış gibi hissederiz. Bir acısı olan her insanın, ki herkesin mutlaka bir acısı vardır, tasavvufun ve felsefenin derinliklerinden uzanan bu ellere ihtiyaç duyacağı muhakkaktır.

Keder evrenseldir. Filozofların tesellilerinin evliyaların tesellileri kadar etkili olduklarını gördüm. Seneca’nın söyledikleri, Muhyiddin Arabi’nin keder konusunda söylediklerinden eksik kalır bir yanı yok. Kant ve Hegel neredeyse Mevlana kadar ustalaşmaya başlıyor konu insan ve onun hüzünleri olunca… Nietzsche diyor ki “Dünyaya zaman sona ermiş gibi bakın, bükülmüş olan her şey size düz görünecektir.” Ben bu cümleyi bir konferansta yanlışlıkla Muhyiddin Arabi’nin sözü diye aktarsam, karşımdakiler Arabi uzmanı değillerse, kimsenin beni uyaracağını, bu söz Arabi’nin sözüne benzemiyor, diyeceğini sanmıyorum.

Acılar karşısında üç yaklaşım olduğunu düşünüyorum. Birincisi onları yok etmeye çalışmak, ikincisi onları bir şey yapamadan seyretmek yani sabır ve tahammül etmeye çalışmak, üçüncüsü de onlardan faydalanmaya çalışmak… Sağlıklı olan yaklaşımın üçüncüsü olduğunu düşünüyorum. Istıraplara, acaba bundan nasıl faydalanabilirim, bunu altında ezildiğim bir yük değil de üzerine bastığım bir basamak olarak nasıl kullanabilirim diye derin tefekkür etmek gerekir. Başımıza gelen hadiseler, bizi sarsmak için değil, güçlendirmek ve geliştirmek için gelir. Ama bu onlara biraz da o gözle bakmakla ortaya çıkan bir gerçektir. Alıcı gözle bakmak… 

Koleksiyonda hoşunuza giden de olur, gitmeyen de… Kitabın içerisindeki doksan dokuz bölümden okurları çok etkileyen bazı bölümler olabileceği gibi bazı insanların halet-i ruhiyeleri gereği pek ilgisini çekmeyen bölümler de olabilir. Veya aynı teselli bugün etki göstermez ama yarın etkiler…

Mecit Ömür Öztürk röportajlarından

 
 

Etiketler:

Mecit Ömür Öztürk ile Teselli Üzerine Röportajlar

Güçlü İmanla Her Türlü Korku Yenilir

Kitaplarıyla okurunu insanın iç dünyasına doğru bir yolculuğa çıkaran Mecit Ömür Öztürk’le konuştuk. Çok okunan ve sevilen kitaplarının hem hikayesini anlattı. Öztürk Korkma Hep Varsın kitabında da ele aldığı ölüm korkusuyla başa çıkmanın yolunu şöyle açıklıyor: “Fakat bunlardan daha önemlisi, genel anlamda kişinin imanının kuvvetlendirilmesidir. İman, ölüm ötesinin varlığını da içine alan çok geniş bir meseledir ve imanın güçlendirilmesi karşısında sadece ölüm korkusu değil, yaşamdaki fazladan her türlü korku ve endişeden kurtulmak mümkün olabilir. Kuvvetli bir iman, bağışıklık sistemi güçlü bir beden gibi, hastalıkların tedavisi ile uğraşmaz, daha hastalanmadan işin önünü almış olur. “

Yeni Şafak / Pazar Eki

Kasım 2021

– Dervişin Teselli Koleksiyonu, Haletiruhiye, Yaşamın Gizli İşaretleri ve son çıkan kitabınız Korkma Hep Varsın… Çok sevilen çok okunan kitapların yazarısınız. Kendi yazma serüveninizi nasıl tanımlıyorsunuz?

Yazma konusunu kendim için bir mükellefiyet gibi görüyorum. Bir ödev gibi… Okuduğum ve kendi ruhuma ilaç gibi gelen klasik eserlerin, özellikle maneviyatla ilgili olanlarının günümüze yansıtılmasıyla ilgili bir ödev…

Yaşam ilerliyor ama insan ilerlemiyor, bilakis ruh haliyle daha da çöküntüye doğru gidiyor. Bilim ve teknoloji ileriye doğru giderken insanın ruh halinin sürekli gerilere, olumsuza doğru gitmesi karşısında çözümler aramak gerekiyor. Bu çözümlerden biri de “eskiler ne diyordu, benzer durumlarda ne yapıyordu, böyle konulara nasıl yaklaşıyordu, bu zorlukları nasıl aşıyordu?” sorusunun yanıtlanmasında yatıyor. Bana da -ruhumdan geldiğini hissettiğim bir yönlendirmeyle- kadim düşüncelerin, klasik kitapların dünyası içerisinde bir kazı yapma işinde çalışmak nasip oldu. Ödevimi severek yapıyorum ve bunu yaparken manevi olarak bir tatmin de yaşadığım için yazmaya, çalışmaya devam edebiliyorum. Bu yolda öncelikle kendimi iyileştirmeye çalıştığıma inandığım için hayat boyu araştırmaya ve yazmaya devam etmeye niyetliyim. Fakat yine de bu bir nasip işidir…

– Korkma Hep Varsın zamanlama açısından çok ilginç bir dönemde çıktı. Pandemi nedeniyle çokça kayıp yaşandı, ölüm gerçeğiyle yüzleşme, ölüm korkusu duyma daha kolektif bir düzlemde yaşandı. En baştan soralım. İnsan ölümden neden korkar?

Ölümle ilgili korkunun temel üç tane kaynağı olduğunu düşünüyorum. Biri, ölümle yokluk meselesini eşitlemedir. Yani ölümle birlikte yok olmaktan korkmaktır. İkincisi, ölüm sonrasında yaşamın devam ettiğine inanmakla birlikte bunun kötü veya karışık bir devam olacağı yönündeki düşüncedir. Üçüncüsü de ecelin takdir edilmiş özel ve belirli bir tarihi olduğunu bilmemekten veya buna tam ikna olamamaktan kaynaklanan endişelerdir. Böyle bir insana göre ölümün zamanı belirsiz olduğuna göre, insan her an ölebilme duygusunun yükünü hep sırtında taşımak zorunda kalır.

Ölüm korkusunu yenmenin yolu, ölümü ve ölüm sonrası hayatı doğru tanımaktan geçer. Bu tanıma sadece kitaplardan olmamalı elbette. Fırsat buldukça kabir ziyaretleri yapılabilir. Bir yakını vefat eden kişinin defin işlemlerinde biraz daha aktif rol alması düşünülebilir. Ölüm gerçeğini tam kavramış insanlarla birlikte zaman geçirilebilir. Ölümle ilgili bazı kitaplar okunabilir. Ölüme yaklaşmış, dahası ölüm döşeğindeki insanlarla sıcak ilişkiler kurulabilir. Vefat etmiş yakınlarımıza dualar ve manevi hediyeler göndererek hem onları hem de ölümü hatırlamak gibi pratikler düşünülebilir.

Fakat bunlardan daha önemlisi, genel anlamda kişinin imanının kuvvetlendirilmesidir. İman, ölüm ötesinin varlığını da içine alan çok geniş bir meseledir ve imanın güçlendirilmesi karşısında sadece ölüm korkusu değil, yaşamdaki fazladan her türlü korku ve endişeden kurtulmak mümkün olabilir. Kuvvetli bir iman, bağışıklık sistemi güçlü bir beden gibi, hastalıkların tedavisi ile uğraşmaz, daha hastalanmadan işin önünü almış olur.

– Kitabınız bu korkuya sağlam bir teselli sunuyor. Yaradan zayi etmez diyorsunuz. Bir elma çekirdeğini dahi zayi etmeyen Yaradan insan gibi bunca karmaşık, özel bir varlığı niye zayi etsin? Neden etmez? Kısaca sizden dinleyelim.

Evrende abeslik de yoktur israf da… Sinek kanadından galaksilere kadar durum böyledir. Bu kadar hassas ve iktisatlı bir yaratımda basit bir parça bile yok edilmez, bilakis bir başka süreçte değerli bir malzeme olarak kullanılır. Kâinatta yok etme yoktur, var etme vardır, en basit nesnelerin bile en değerli şeylere çevrilmesi vardır ve bu tecelli her yerdedir. Bunun herhangi bir istisnası yoktur.

– İnsan bedeninde gereksiz, faydasız, anlamsız, abes bir organ, bir damar, bir hücre bile yokken insanın tamamı ve topyekûn bütün insanlık nasıl abes ve anlamsız yere dünyada yaşıyor olabilir?

Tohum ve çekirdek gibi küçük, basit ve zayıf malzemelere koca ağaçlar, binlerce çeşit meyveler takan bir tecelliden, ağacın etrafındaki çamuru bile israf etmeyip onu binlerce meyveye çeviren ilahi sistemden bahsediyoruz. Bu sahneler karşısında insanı israf olacağını, yok olup gideceğini, yeni bir yaşam versiyonuna geçmeden zayi olacağını düşünmek akıl dışıdır.

İnsanı hiçbir varlığa nasip etmediği ayrıcalıklarla donatan yaratıcı, bunun ardından onu faydasız, amaçsız, maksatsız, neticesiz, hikmetsiz bir şekilde ölüme – yok oluşa emanet etmez.

İnsanın anne karnına kıyasla çok daha geniş imkanları olan bu dünyaya çıkarıldıktan sonra, tekrar dar bir mekâna, anne karnından bile kısıtlı bir yere, toprağa girip çürümeye terk edilmesi, ilahi hikmet ve iktisat bakımından izah edilebilir bir döngü değildir. İnsanın şaşaalı hikayesi böyle bir ölümle sona ermez. İnsan denilen bu seçkin varlığın sonu ayak altında ezilen un ufak olmuş kemikler olamaz.

Bir zamanlar yoktuk, şimdiyse varız. İnsan önce hiçbir şeydi, sonra birçok şey oldu. Varlığımızı sıfırlayan ağır bir neticeye maruz bırakılmamızı gerektirecek hiçbir tutarlı neden gösterilemez. İnsanın yeniden “hiçbir şey” olacağını öne sürmek akla yatkın bir açıklama değildir. Korkma Hep Varsın kitabında bazı bölümlerde “insan ölümle ya yok olup giderse, ya yeniden diriltilmezse, ya ona ebediyet verilmezse” gibi hayali ve farazi kurgular üzerinde de birçok kez fikir gezdirmeye çalıştım. Ahireti olmayan bir yaşamın nasıl bir anlamsızlık ve daha ötesi nasıl gereksiz bir yük olduğunu görmek için bu farazi sorgulamaların fevkalade önemli olduğunu düşünüyorum.

ÖLÜMÜ HATIRLAMAK

– Çağımız ölümü sürgüne göndermiş gibi adeta. Ölüm yokmuş hatta yarın yokmuş gibi yaşıyoruz. Ölüm korkusu duyan birine pratik anlamda neler önerebilirsiniz?

Hz. Ömer bu konuda birini vazifelendirmiş, kendisine ölüm gerçeğini hatırlatması için. Sakalında beyazlar çıkınca bu kişiye “artık sana gerek kalmadı.” demiş. Bedenimizdeki değişikliklere, yıpranmalara bakarak da ölüm hatırlanır. Ama ölüm, yaşam enerjimizi tüketecek şekilde değil, bilakis onu da tetikleyecek şekilde hatırlanmalıdır. 1874 yılında İstanbul’u ziyaret eden İtalyan seyyah Edmondo de Amicis, Eyüp mezarlığını şöyle anlatıyordu: “Ölüm tasvirini güzelleştiren ve korkmadan seyrettiren Müslüman sanatı.”

Ölümün sürgüne gönderildiği doğrudur. Eskiden mezarlıklar mahallelerin ortalarında, hatta evlerin bahçelerindeydi. Semtlerin içerisinden geçerken mutlaka bir kabristana rastlanırdı. Ama şu anda mezarlıklar kentlerin dışında, gözden uzak sapa yerlerde, ölümü hatırlatmaktan ziyade unutturmakla görevliymiş gibi yüksek duvarların arkasında. Vefatlar hastanelerde olalıberi, yakınlarımızın vefat anlarını da sağlık görevlilerinden başkası göremez oldu.

Ölüm böylesine uzağa gidince sistem boş kalır mı? Elbette kalmaz. Ölümün çağrıştırıcıları olan, yardımcıları olan, tabiri caizse asistanları olan hastalıklar her yeri sarıyor. Dünyanın tamamını birden kaplıyor. İnsan unutur fakat kader hatırlatır. Ölüm hep yaşamın büyük afişi olarak kalmaya devam eder.

ÖLÜM YOK OLUŞ DEĞİLDİR

– Yanında birinin vefatına şahitlik eden kişide bir hal oluşur. Tuhaf bir hafifleme. İçsel olarak biliyor muyuz acaba yok olmayacağımızı?

Vefat eden yakınlarımızla ilgili -bazı durumlar hariç- acının git gide azalmasını, bir süre sonra insanın hayatında normal seyrinde devam edebilmesini genelde insanoğlunun vefasızlığına, unutuş kapasitesine verseler de, işin bir başka tarafında sizin de bahsettiğiniz içsel bilgi konusu vardır. Yok olmadı, sıfırlanmadı, bitmedi, tükenmedi, o hep var ve var olmaya devam edecek sezgisi sayesindedir. İnsanlar doğuştan gelen böyle bir içsel bilgiye sahip olmasalardı, bir yakını kaybeden birinin yaşayan bir ölü olarak hayata devam etmek zorunda kalmasından başka bir seçenek kalmazdı.

– Kitaplarınızın en ilginç yanı Doğu ve Batı edebiyatından, felsefesinden bir sentez yapmanız. Bütün kitaplarınızın ardında sağlam bir okuma yolculuğu hissediliyor. Okumak sizin için nasıl bir anlam taşıyor?

Okumayı ruhi ve manevi ihtiyaçlarımı gidermek üzere bir etkinlik olarak görüyorum. Psikolojik bakımdan bir onarım gibi bakıyorum okumaya. İnsan ruhunun hayli yaralanmış olduğu bir zaman diliminin insanlarından biri olarak, okumak dahil diğer bütün etkinliklerde öncelikli maksat olarak sadra şifa bulmaya, eksik ve noksanlarımı tamir etmeye, kalp ve ruha uygun besinler temin etmeye niyetlenerek okuyorum. Neleri, kimleri okuyacağım konusunda bu amacımın etkileri oluyor. Okumak etkinliğine bir terapi gibi yaklaşmak belki fazla pragmatist bir tavır olarak görülebilir, nitelikli okur kimliğinin özelliklerinden uzak da görülebilir. Ancak neticede hastalanmış bir ruhun, yaralanmış bir kalbin, planlarını öncelikle şifa elde etmek üzere şekillendirmesi de gayet doğal karşılanmalıdır diye düşünüyorum.

Dünyadaki görevimizi doğru tespit etmek lazım

– Tasavvuf geleneği hakkında neler söylersiniz? Tasavvuf çıkışlı kitaplar günümüzde çok okunuyor. Bunu neyle açıklıyorsunuz?

İnsan hayatındaki zorlukların aniden ve yoğun bir şekilde artışa geçtiği bir döneme geldik. İnsanların yaşadığı ruhi ve psikolojik bunalımlara kalıcı çözümler getireceğini umduğumuz yapılanmalardan biri modern psikolojiydi. Fakat modern psikolojinin ilerleme tarzına baktığımızda biyolojik yaklaşımın ön plana çıkmaya başladığını görüyoruz.

İnsanın dünyadaki konumunu ve görevini doğru tespit edemeyen, onun mana aleminden koparak gurbete düşmüş, ney gibi inleyen bir varlık olduğunu, onun en büyük ve en temel ihtiyacının Rabbi ile buluşmak olduğunu göz ardı eden, insana yalnızca biyolojik bir beden gözüyle yaklaşan bir tutumun insan acılarına doğru reçeteler bulamadığını yaşayarak öğreniş olduk.

İnsanın bu ruhi, manevi ve psikolojik tıkanıklıktan çıkamayışı sonucunda doğal bir şekilde tasavvuf okumalarına yönelmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Ancak bir sorun daha var ki, bu döneme uygun nitelikli tasavvufi eserler kitapçıların raflarında yerini alamadı. İnsanların bu dönemdeki sıkıntılarına bir nebze manevi bir dokunuş yapabilecek şekilde nitelikli eserler üretilemedi. Bu durum da tasavvuf deyince insanları kitaplardan çok sosyal medyaya yönlendirdi. Ortaya bir sosyal medya tasavvufu çıktı. Orada da iyi şeyler olduğuna şüphe yok ama bir kitapla baş başa kalmak etken olmak demektir. Bir video seyretmekse edilgen olmaktır. Manevi iyileşme konusunda sosyal medyanın kitap okumanın yerini dolduramadığını da gördük. Tasavvuf sahasında iyi bir kitap, etkili bir video izlemekten daha iyi bir terapidir. Ama manevi meseleleri kavramış ve özümsemiş bir insanla yan yana gelmek, göz göze olmak, onunla kısa da olsa birlikte vakit geçirmek, kitaplardan daha etkilidir. Tasavvuf neticede bir okuma etkinliği değil, bir hâl elde etme meselesidir. Hâlin aktarımı da sohbetle olmuştur. İnsanoğlunun şimdilerde en büyük yarası az kitap okuması değil, doğru ve hayırlı insanlarla yan yana gelemediği bir dönemden geçiyor olmasıdır.

Mecit Ömür Öztürk

&&&&&

Hakikati Felsefeye Emanet Edemeyiz

Mecit Ömür Öztürk insanın iç dünyasına, maneviyatına dönük kitapların yazarı bir felsefe öğretmeni. Kendisiyle çok okunan ve sevilen kitabının hikayesi, z kuşağı ve felsefe üzerine kısa bir röportaj gerçekleştirdik.

Mehmet Ali Başaran- Yeni Pencere Dergisi

Mayıs 2021

Dervişin Teselli Koleksiyonu’nu eline alan biri, kitabın geniş bir alanda yoğun bir okuma faaliyetinin mahsulü olduğunu hemen fark edecektir. Okumak sizin için ne anlam ifade ediyor? Nasıl bir okursunuz?

Kendimde ihtiyaç olduğunu düşündüğüm, eksikliğini hissettiğim şeyleri okurum. Bir sorunumu çözmek, bir konudaki tıkanma noktalarımı açmak için okurumSadece okumuş olmak için okumak istemem. Çok şey okumuş olmak için de okumak istemem. Çok okuma meselesini büyük bir hedef olduğunu da düşünmüyorum. Yaşamımı değiştirmeye yarayan bir okuma tarzı, sayfa sayısı bakımından az bile olsa bana daha değerli geliyor. Fakat tek bir kitabı elime alıp sonuna kadar da götüremiyorum. Masamda dört beş kitap birden oluyor ve birinden yeterince bir şey aldığımı hissedince diğerine geçerek aynı anda dört beş kitabı ilerletmek, zihnime daha rahatlatıcı ve verimli geliyor.

2017-2019 yılları arasında yayınlanmış dört kitabınız bulunuyor. Dervişin Teselli Koleksiyonu’nun okurdan gördüğü rağbet diğerleriyle kıyas kabul etmeyecek denli yüksek. Bu kitabın fark yaratmasının, bizim insanlarımıza, bu topraklara has bir açıklaması olmalı diye düşünüyorum. Ne dersiniz?

Diğer kitaplarım Dervişin Teselli Koleksiyonu ile kıyaslanıyor elbette. O kitaplarla ilgili yorumlar da genelde olumlu ancak Dervişin Teselli Koleksiyonu ile mukayese edildiği için onun gölgesinde kaldı da diyebilirim. Dünya edebiyatında birçok kitabı olduğu halde tek kitapla bilinen yazarlar olduğunu okuyoruz. Diğer kitapları hep gölgede kalmış kişiler de var. Hatta öne çıkan bir şiiri sebebiyle diğer şiirlerinin ilgi görmemesinden hoşnutsuzluk duyan şairler de biliyoruz. Bundan sonra ne yazsam Dervişin Teselli Koleksiyonu ile kıyaslanacak ve hep onun gölgesinde kalıp unutulacak gibi gelse de işin özü yazmaya devam etmek. Kitapların alaka görmesi için değil de Rabb’in razısını aramak, o istikamette çalışmalar ortaya koymak için devam etmek gerekiyor. Bir kitabın yayınlanması da bir okur kitlesine ulaşması da Allah’ın ayrı bir ikramıdır. Ancak meselemiz o olmamalıdır.

Dervişin Teselli Koleksiyonu’nun daha fazla ilgi görmesinin bir sebebi ortak bir yaraya parmak basması olsa gerek. Herkesin kendi dünyasında, kendine has sorunları var. En yakın çözüm noktalarından biri de kitaplar. Kitaplar, sıkıntı içerisindeki insana elbette bir çözüm sunar, bir yönlendirme yapar ve bir teselli verir. Ancak hangi kitabın hangi satırının kendisine iyi geleceğini herkes bilemeyebilir. Arayıp bulamayabilir de… Ben bunu okurların yerine yaptığım için, yani o kitapları bulup, o satırları çıkarıp sunduğum için etkili oldu diye düşünüyorum. Bu yol başka yazarlara da açık elbette. Keşke bu temayı işleyen, bu işi yapan daha çok kitap olsa…

Tesellileri örerken doğudan ve batıdan yazarların, şairlerin, filozofların sözleri kadar Kur’an ayetlerine de yer veriyorsunuz. Öte yandan kitap “herkes için tasavvuf” serisi içinde okura sunuluyor. Eserinizi bir tasavvuf kitabı olarak mı nitelendiriyorsunuz? Bunu şunun için soruyorum: Bugün tasavvuf ekollerine genel olarak baktığımızda, kuşatıcı ve diriltici bir söylem göremiyoruz. Yanılıyor muyum?

Diriltici söylemi evet ben de hissedemiyorum. Tasavvuf, kitaplarla yürüyen bir tarza bürünmüş olmamalı… Tasavvuf bir hâl ilmidir, o hâl de insandan alınır. İnsan bence insanla pişer. Kitaplar bu noktada ancak eksik kısımları tamamlayabilir. Dervişin Teselli Koleksiyonu’nu tasavvuf konularını da işleyen bir edebiyat kitabı olarak görüyorum. Yazarlıkta önemsenen bir kural vardır. Bildiğin şeyi yaz, denir. İnsan en iyi, bildiği şeyi yazabilir. Ben bir edebi eser üretebilmişsem, ki onu zaman gösterecek, en çok düşündüğüm, üzerinde en çok durduğum meseleyi ele almalıyım. Ele aldığım konunun manevi içerikte olmasının sebebi, kitap için seçtiğim türün bu olmasından değil, kafamda en çok yer kaplayan meselenin, -her ne kadar layıkıyla gereklerini yerine getiremesem de- maneviyat olmasıdır. Yöntem olarak hem tasavvuf hem felsefe birlikte ilerleyen bir tarz ortaya çıktı. Bu da önceden planladığım bir durum değildi. Kitabın ileride Türk edebiyatında konumlanmasını daha çok arzu ederim.

2000 sonrası doğan ve sosyal medya ortamlarında kendini bulan, kitaplara uzak ama bilgiye daha hızlı ulaşan bir kuşak var. Z kuşağı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bilim ve teknoloji bir şeyi üretmeden evvel insanlık üzerindeki zararları üzerinde pek durmuyor. Belki öyle bir görevi de yok, ayrı mesele. Ürettikten sonra uzun süre yine durmuyor. Bir gelişme bilimden geldiyse, teknolojiden geldiyse doğrudur hatta iyidir, daha ötesi insanlık için gereklidir düşüncesinden dolayı sadece Z kuşağı değil, hepimiz garip bir yaşam biçiminin içine düşmüş durumdayız. Fakat Z kuşağı böyle bir yaşam tarzına hayatının ilk yıllarında maruz kalınca elbette ortaya acınacak bir tablo çıkıyor ve çıkacak gibi görünüyor. Bu çocukları doğaya çıkaracağız, onlarla göz göze iletişim kuracağız, cihazlar olmaksızın yaşanan duyguların da çok özel ve güzel olduğunun deneyimini yaşatacağız. Yoksa anons ve sloganlarla hiçbir yere varamayız. Onlara hep ne yapmamaları gerektiğini söylüyoruz, ne yapmaları gerektiğini söylemiyoruz. Söylemek de yetmez, ne yapmalarının daha değerli olduğunu onlara tercübe ettirmeliyiz diye düşünüyorum.

Felsefe öğretmenisiniz. Felsefe ile iştigal etmek bir insanı nasıl değiştirir, dönüştürür?

Ben felsefenin, vahyin hakikatlerinin kabulünden sonraki süreçte çok yararlı olduğunu düşünüyorum. İlahi olanı kalben, ruhen kabul edersiniz veya etmezsiniz. Fakat kabul ettikten sonra mesajı doğru anlamak, hayata doğru tatbik etmek için felsefeye ihtiyacınız olur. Fakat hakikate erişmek konusunda felsefeyi özel bir konumda görmüyorum. Hakikatin, insanın onu arayıp bulmasına bırakılacak kadar basit bir mesele olmadığına inanıyorum. Nasıl ki nefes almamız için gereken havayı arayarak, çabalayarak bulmuyorsak, hakikati de insan arayışına emanet ederek bulamayız. Bulduğumuz hakikati felsefeyle ters edebiliriz, o ayrı. Hakikate nüfuz etmek de felsefeyle olabilir. Ama hakikati ona emanet edemeyiz ve onu ondan emanet alamayız.

Şu sıralar neler okumakla meşgulsünüz? Bu vesileyle okurlarımıza birkaç başucu kitabı tavsiyesinde bulunur musunuz?

Ölümle ilgili yayına yaklaşan bir kitap çalışmamdan dolayı son dönemlerde ölümle ilgili şeyler okudum. Şu an İmam Gazali’nin Ölüm ve Ölüm Ötesi Hayat kitabı ve Kaan H. Ökten’in Ölüm kitabını okuyorum.

Teşekkür ederim vakit ayırdığınız için.

Mecit Ömür Öztürk

&&&&&

Dengede Kalmanın Sırrı Anlamaktır

Dervişin Teselli Koleksiyonu, Hâletiruhiye, Yaşamın Gizli İşaretleri, İçebakış Fragmanları gibi bazıları “best seller” kitaplara imza atan felsefe öğretmeni Mecit Ömür Öztürk kitaplarını ve hayatın tesellilerini konuştuk. Dostoyevski’den Schopenhauer’a İbnül Arabi’den Abdülkadir Geylani’ye, Kierkeaard’dan İmam-ı Gazali’ye, doğudan ve batıdan bilgelerden teselli izlerini sürdük.

Kısaca biraz kendinizden ve bu kitapları yazma sürecinizden bahseder misiniz? Nasıl karar verdiniz Dervişin Teselli Koleksiyonunu yazmaya, sizi tetikleyen ne oldu?

Felsefe öğretmeniyim. Son yıllarda bazı kitap çalışmalarıyla meşgul olmaya başladım. Öncesinde bir medya geçmişim var. Dervişin Teselli Koleksiyonu, diğer kitaplarıma göre daha fazla ilgi gördü.

Ben hayatımda düştüğüm neredeyse her sıkıntıdan kitapların el uzatmasıyla çıkabilmiş biriyim. Öncelikle kendime, sonra da başkalarına el uzatabileceğini düşündüğüm bir çalışma ortaya koymaya çalıştım. Bir kısmı tozlu raflarda kalmış kadim kitaplardan, günümüz insanının sorunlarına bazı çözümler bulmaya gayret ettim.

Âlimlerden de filozoflardan da, yaralanmış insan zihnini ve kalbini onaran yaklaşımlar yakalamaya çalıştım. Kitabı okuyanların, o yeniden başlama duygusunu, hayatı yeniden inşa etme heyecanını kazanmış olmalarını amaçlamıştım. Bilgi veren kitaplar vardır, huzur veren kitaplar vardır. Bu, ikinci kategoride bir çalışmaydı.

İnsanların hiç olmadığı kadar sıkıntılı bir yaşam sürdüğü bir dünyada yaşıyoruz. Dünyanın her yerinde daha çok ümitsizlik, daha çok bunalım, daha çok depresyon var. İnsanlar kederlerini, acılarını neyle dindirecekler? Alkol, uyuşturucu veya zararlı bağımlılıklar acıları bastırmakta yoğun olarak kullanılıyor. İnsanların ruh dünyaları açısından zararsız bir ağrı kesiciye ihtiyaç duydukları muhakkak. Bugün ister edebi alanda, ister sanatın diğer dallarında olsun insanın kalbindeki ağır yükleri hafifletecek eserlere ihtiyaç var. İnsana ümit vermeye, onu ayakta tutmaya çalışan eserler üretmek zorundayız. İnsanın en azından kitap okumakla dindirilebileceği kederleri de vardır ve bunlar bence pek çoktur.

Teselli kelimesinde biraz avuntu anlamı da yok mu? 

Teselli ve ümit odaklı kitap çalışmalarında gözden kaçırılmaması gereken şey, gerçekliktir. Maksat, düşünceler yoluyla insanı uyuşturmak değil, onu uyandırmak olmalıdır. Çünkü acı karşısında kendini uykuya bırakan zihin eninde sonunda uyanacak ve acı gerçeğin daha büyümüş bir haliyle yüzleşecektir. İnsanı gerçeklerden kısa bir süre uzaklaştıran ama ardından daha sert bir yüzleşmeyle karşı karşıya bırakan bir afyon gibi olmamalıdır bu eserler. Çekilen acıya bir başka pencereden bakabilmeyi içermelidir ve kalıcı bir rahatlama hissini beraberinde getirmeyi başarmalıdır. Dervişin Teselli Koleksiyonu doksan dokuz bölüm halinde aynı acıya doksan dokuz açıdan bakabilme antrenmanıydı aslında. O kadar fazla açıdan bakınca da, insan teselli de olmuş oluyor muhakkak. Ama bununla birlikte bir onarımın da hedeflendiğini söylemek gerekir.

Büyük bir satış başarısına ulaştı bu kitap. Bunu bekliyor muydunuz? Nasıl tepkiler aldınız? İnsanların geri dönüşümleri nasıl oldu?

Kitabı yazarken, yayın odaklı yazmadım, elimdeki dosyayı bitirme odaklı çalıştım. Hayırlı bir iş olarak gördüğüm bu konunun yazma aşamasının bitirilmesini öncelikli görev olarak gördüm. Dosyanın bitmesinin ardında bekleyen süreci kendime değil, kadere bağlı bir süreç olarak yorumladım. Kitabın yayınlanıp yayınlanamayacağından bile emin değildim. Gönderdiğim ilk on yayınevinin tümü aylarca inceledikten sonra kitabı reddetti. On birinci sırada gönderdiğim yayınevi ise, dosyayı e-posta olarak ulaştırmamdan neredeyse beş dakika sonra yayınlanabilir kararını verdiKitabın kendi özel öyküsü olduğunu ve bu öykünün benim plan ve kararlarımdan ayrı bir düzlemde gerçekleştiğini o gün anladım.

Olumlu geri dönüşler tahminimden çok fazla oldu. Hemen her gün zamanımın bir kısmını, kitapla ilgili düşüncelerini ileten okurlara cevap yazmaya ayırıyorum. Genellikle tıkanmış, zor zamanlardan geçen kişilerin, kendilerine kitabın tam zamanında denk geldiğini söylemeleri beni mutlu ediyor.

Doğu’dan Batı’dan doksan dokuz teselli aslında Allah’ın güzel isimlerini kendinizce yorumlayışınız. Ama içinde Kuran ve İslami kaynakların yanı sıra Dostoyevski’nin, Goethe’nin batılı filozof ve yazarların da sözleri ve bakış açıları var. Buradaki amaç neydi?

Acıların anlamını tahlil ederken, öncelikle insanın ve acıların yaratıcısına danışmak elbette en isabetli olanıdır. Oradan yaptığımız çıkarımların gerek doğulu gerek batılı düşünürlerce yapılan çıkarımlara tevafuk etmesi, onlarla benzer çizgide uyum içerisinde olması, insanın bu tahlillere daha da sıkı sarılmasıyla sonuçlanabiliyor. Maksadım bir yandan da keyifli bir okuma deneyimi sunabilmekti. Rilke’yle Harakani Hazretlerini aynı cümlenin içinde buluşturmak, edebi bakımdan yazarken bana, okurken de okurlarıma ayrı bir edebi bir tat sunmuştur diye ümit ediyorum.

Batı’yı ve Doğu’yu neden aynı zeminde buluşturmaya çalıştığıma gelince, Mevlana’da beni diriltecek satırlar, beni düştüğüm kuyudan çıkaracak yaklaşımlar var olduğu gibi, Arabi’nin Füsus’unda da bunlar mevcuttur. Ama bu demek değildir ki Sokrates’te, Platon’da, Hegel’de, Kant’ta, Spinoza’da böyle yaklaşımlar yoktur. Hayır, elbette var, hem de çok etkili olarak vardırlar. Mürekkeplerini damarlarından akan kan gibi yürekten kullanmış olanlara ne demeli? Dostoyevski’de, Cibran’da, Rilke’de, Tanpınar’da, Geothe’de kararmış ruh halimizi aydınlatacak öyle bölümler vardır ki, oralara geldiğimizde kendimizi bir evliyanın divanının satırları arasındaymış gibi hissederiz. Bir acısı olan her insanın, ki herkesin mutlaka bir acısı vardır, tasavvufun ve felsefenin derinliklerinden uzanan bu ellere ihtiyaç duyacağı muhakkaktır.

Neticede Doğu’nun da Batı’nın da ortak meselesidir hüzün.

Avusturalya’daki bir ailenin sorunlarıyla, Arabistan’daki bir ailenin yaşadıkları çok benzerdir. Eşiyle sorunu vardır, çocuklarıyla vardır, hastadır, evladını kaybetmiştir… Bu insanların kendileri değilse de acıları akrabadır. Bunu hazlar için söyleyemeyiz. Bir Sudanlının lüks bir evden aldığı haz, onun eve yüklediği tarihsel anlamın farklılığından dolayı bir İngiliz’inkinden farklı olabilir. Ama dişimiz ağrıdığında dünyada dişi ağrıyan herkesle benzer bir sıkıntı yaşarız. Keder evrenseldir. Filozofların tesellilerinin evliyaların tesellileri kadar etkili olduklarını gördüm. Seneca’nın söyledikleri, Muhyiddin Arabi’nin keder konusunda söylediklerinden eksik kalır bir yanı yok. Kant ve Hegel neredeyse Mevlana kadar ustalaşmaya başlıyor konu insan ve onun hüzünleri olunca… Nietzsche diyor ki “Dünyaya zaman sona ermiş gibi bakın, bükülmüş olan her şey size düz görünecektir.” Ben bu cümleyi bir konferansta yanlışlıkla Muhyiddin Arabi’nin sözü diye aktarsam, karşımdakiler Arabi uzmanı değillerse, kimsenin beni uyaracağını, bu söz Arabi’nin sözüne benzemiyor, diyeceğini sanmıyorum.

Rilke’nin bir sözünü almışsınız: “Bizler ızdırapları heba edenlerdendik” diye… Bunu biraz açar mısınız?

Acılar karşısında üç yaklaşım olduğunu düşünüyorum. Birincisi onları yok etmeye çalışmak, ikincisi onları bir şey yapamadan seyretmek yani sabır ve tahammül etmeye çalışmak, üçüncüsü de onlardan faydalanmaya çalışmak… Sağlıklı olan yaklaşımın üçüncüsü olduğunu düşünüyorum. Istıraplara, acaba bundan nasıl faydalanabilirim, bunu altında ezildiğim bir yük değil de üzerine bastığım bir basamak olarak nasıl kullanabilirim diye derin tefekkür etmek gerekir. Başımıza gelen hadiseler, bizi sarsmak için değil, güçlendirmek ve geliştirmek için gelir. Ama bu onlara biraz da o gözle bakmakla ortaya çıkan bir gerçektir. Alıcı gözle bakmak… 

Hepsini okudunuz mu bu kitapların?

 Kitapta isimleri geçen eserlerin büyük bir kısmı okuduklarımdan… Fakat bazı meseleler var ki, onları bazen yolda yürürken yanından geçtiğim insanların değindiği bir meseleden, bazen otobüste yanında oturduğum kişinin -neredeyse gözüme sokarcasına okuduğu- gazetenin veya kitabın bir bölümünden aldığım da oldu. Kitaba girmesi gereken, orada olmasının faydalı olacağı içeriklere hiç umulmadık yerlerde rastladığım da oldu. Nihayetinde kitapların da kaderi var ve nasibinde olan içerikler eninde sonunda onlarda yer bulmayı bir şekilde başarıyorlar diye inanıyorum. 

Musibet bize neden verilir? Temelinde ne var bu dersin?

Bence bu sorunun tek bir cevabı yok. Belki binlerce cevabı var. Musibetin bir insana gönderilme sebebiyle, bir başka insana gönderilme sebebi farklı olabilir. Yani insan sayısınca farklı hikmetler söz konusudur. Tek bir insanı ele aldığımızda da, onun başına geçen yıl gelenlerle bu yıl gelenler arasında hikmet bakımından farklar olabilir. Bu sebeple her musibet özel bir mesajla, kişiye ve o zamana has bir anlamla insana ulaşır. Musibet kelimesiyle isabet kelimesi aynı kökten kelimelerdir. Kişiye özel anlam yüklü olan bu hadiselerin, bir vaka incelemesi şeklinde ele alınması durumunda birçok anlam ortaya konulabilir. Dervişin Teselli Koleksiyonunda doksan dokuz başlık halinde, insanın başına bu hadiseler neden gelir sorusunun cevabını aradım. Bu içeriklerden her biri genel bir çerçeve çizdiği için, kitabı okuyanlar, kendi başına gelenler için manevi bir yorum üretme konusunda daha fazla mesafe kat etmiş olacaklardır diye düşünüyorum. Bu başlıklardan birini ön plana çıkarmam gerekseydi, bu soruya cevap olarak inkişaf tesellisini ön plana çıkarmak isterdim. Musibetlerin önemli anlamlarından biri de, insanın içindeki potansiyellerin açığa çıkmasına vesile olmasıdır ve buna eski dilde inkişaf denilmektedir.

Ruhsal olarak huzurda ve dengede kalmanın sırrı size göre nedir?

Eksiksiz bir ruhsal huzurun ve kusursuz bir psikolojik dengenin kurulamayacağına inananlardanım. Bunun en azından bu dünyada olamayacağını düşünüyorum. İnsan acılarıyla ve sevinçleriyle insandır. Başarıları ve başarısızlıklarıyla insandır. Dengeli halleri ve zaman zaman dengeyi kaybetmiş halleriyle insandır. Mantığı ve mantık dışı tutumlarıyla insandır. İnsanı tam olarak dingin bir ruh haline ulaştırdığını ve hep öyle kalmasının bir formülünü bulduğunu öne süren yaklaşımlar da var elbette. Hadiseler üzücü halde geldiğinde üzülmeyen, gerginlik başladığında öfkelenmeyen, gözyaşları onu zorladığında bunu engellemeyi geçiyorum, o haldeyken gülümsemeyi hatta kahkahalar atmayı bile başaran bir insan fikri bana ölü bir insan fikri gibi geliyor. Ben bunu sanayinin ve teknolojinin ilerlemesiyle benzer görüyorum. Hep daha kusursuz makinalar gördük, hep daha az eksiğe sahip olan ve git gide mükemmelleşen aletler üretildi. İnsanı da zaman ilerledikçe daha az acı çeken ve daha az kusurlu bir varlık olmaya doğru gider diye düşündük. Halbuki insanın ilerleme tarzıyla teknolojinin ilerleme tarzı birbirini tutmaz. Makinalar zaman ilerledikçe eksiklerden arınmaya, insansa zamanın gerisinde, kadim zamanlarda elde edilmiş “ruhsal denge”ye ermeyi yeniden öğrendikçe daha dingin olur.

Fakat huzurda ve dengede kalmaktan kasıt, sekine içerisinde bir dinginliğe, bir iç bütünlüğüne ermekse; yani insanın bütün gerçekçi taraflarıyla birlikte, onun insani olan yanlarını törpülemeden ona doğal ve dengeli bir hal kazandırmaksa… O halde bunun elbette -herkese göre ayrı- bir sırrı olmalı.

Dengeli bir ruh hali için son yıllarda “kabullenme” kavramı üzerinde çokça duruldu. Yaşamı kabullenmek, insanları kabullenmek, hadiseleri kabullenmek, karşımıza çıkan yeni gelişmeleri kabullenmek, bazen hayal ettiklerimizin, planladıklarımızın gerçekleşmemesini kabullenmek, istediklerimizin olmamasını kabullenmek… Yaşam sistemimizin tamamen bize ait olmadığını ve her karışıyla gerçek bir sahibinin var olduğunu kabullenmek… Kabullenmek derken de mücadele etmemekten, her şeye teslim olmaktan, çaba sarf etmemekten bahsedilmedi. Gayret ve çabalarımıza rağmen karşımıza çıkan durumlardan bahsedildi. Kendimizi kabullenmek ve dış dünyamızı kabullenmek, geçmişle, gelecekle barışmak… Hüzünlerimizle de sevinçlerimiz kadar sevmek ve benimsemek… Fakat bence bu kabullenme fikri, yerini bir başka meseleye, “anlama” kavramına bırakması gerekir. İnsan arka planını, gerçek anlamını kavrayamadığı, sebep sonuç ilişkilerini iyi tahlil edemediği meseleleri nasıl kabullenebilir, onlarla gerçek bir barış içerisine nasıl girebilir? Dengede kalmanın sırrı bence anlamaktır, çözümlemektir, başımıza gelen en küçük şeyin bile görünen ve görünmeyen anlamları üzerinde durabilecek bir kabiliyete ermektir. Gerçek ve faydalı bir kabul ancak yeterli bir çözümlemenin ardından geliyorsa hakikidir, yoksa o bence etkisi kısa zamanda kaybolacak olan sahte bir kabul olacaktır.

Korona da bir musibet ve toplu olarak dünyaya geldi? Bazıları Korona’nın biyolojik silah olduğunu söylüyorlar. Siz bunu nasıl yorumluyorsunuz ne anlamamız gerekiyor sizce bu musibetten? Eğer bu doğruysa Allah buna sizce hangi anlamda izin verdi?

İster biyolojik bir silah olsun, ister tabii bir afet olsun fark etmez, yaşamın bunca merkezine giren ve herkesi derinden etkileyen böyle bir gelişmenin yaratıcının izni haricinde olması, onun hükmü dışında gerçekleşmesi söz konusu olamaz. Ben burada ilahi sırrın hani şu çok sloganlaşan “sosyal mesafe” kavramında yattığını düşünüyorum. Yaratıcı, insanla insan arasındaki “yakınlığı” “mesafeye” çevirdi. Şöyle bir ayrılın bakalım, dedi. Çünkü yan yana gelmeler, birlikte hareket etmeler, birlikte oturup kalkmalar artık iyilik için, hayır için, faydalı olmak için değildi. Genellikle üzmek için, sarsmak için, zedelemek için, kirletmek için insan insanın yanına yaklaşıyorduİyi niyetli ve samimi duygularla ve başkalarının iyiliği adına yan yana gelme biçimleri neredeyse tamamen ortadan kalkmış durumdaydı. Dünya çapında bu böyleydi ve insan ruhunu zedeleyen bu yakınlaşma şekillerine bir “dur!” ihtarı verildi diye düşünüyorum. Bir taraftan da, insanların kendileriyle baş başa kalıp işten, güçten, okuldan ve arkadaşlardan uzak bir şekilde kendi varoluşu, yaşama niçin geldiğini ve nereye doğru gittiğini sakin kafayla düşünmesi için bir imkan verildiğini düşünüyorum. Sürecin uzamasının altında da, insanoğlunun bu mesajları almaya niyetli olmaması faktörü yatıyor bence. Tabi bunlar şahsi fikirlerim.

İbadet ve dua insanı korur mu başına gelebilecek musibetlerden?

Görünen o ki bu konuda iki farklı yaklaşım var. Birinci görüşe göre duayla, ibadetle başımıza gelmiş olanlardan veya geleceklerden kurtulamayız, fakat dualarımız bize bir sakinlik, eskilerin söyleyişiyle bir sekine hali kazandırır. Bu açıdan duanın kazandırdığı tek şey psikolojik bir rahatlamadır. İkinci görüşe göre de, dua ve ibadetlerimiz gerek başımızdaki kederlerin azalmasına veya kalkmasına, gerekse gelecekten bize doğru yola çıkmış olanlarından korunmamız konusunda önemli bir etkiye sahiptir. Ben bu düşüncelerden ikisinin birlikte yan yana bir gerçekliği olduğu kanaatindeyim. Duanın koruyucu, değiştirici ve dönüştürücü büyük bir gücü olmakla birlikte, yaşattığı kalp huzurunun da onun bir başka işlevi olduğu fikrindeyim.

Mecit Ömür Öztürk

&&&&&

Doğu’nun da Batı’nın da Ortak Meselesidir Hüzün

Gözde Nur Bayar – Aysha Dergisi

Temmuz 2017

Felsefe bölümü mezuniyeti, metin ve köşe yazarlığı… Yazı hayatınızın neresindeydi? Nasıl bir ilişki aranızdaki?

Hayata yazı yazmak için gelenlerden değilim. Ancak kaderin cilvesi, bugüne kadar yaptığım işlerin neredeyse tamamında yazmak durumunda kaldım. Mesela yerel bir gazeteye reklam koordinatörü olarak girdim, kendimi reklam metinleri yazarken buldum. Bir belediyenin basın bürosunda yazıyla ilgili olmayan bir işte çalıştım. Belediyenin bültenlerini, tanıtımlarını, haber metinlerini yazarken buldum kendimi. Yazı, hayatımın hep bir köşesinde durdu. Son zamanlarda bu işle biraz daha müşerref oldum sayılır. Yazma kabiliyeti olanın değil de söyleyecek sözü olanın yazması ve okunması gerektiğine inanırım. Edebiyatçıların yazacak pek çok şeyleri vardır ama düşünce bağlamında söyleyecekleri pek az şey bulunur. Hani Fuzuli der ya “Aldanma ki şair sözü elbette yalandır.” Filozoflarınsa söyleyecek çok şeyleri vardır ama onlar da çoğunlukla iyi birer yazar, iyi birer konuşmacı değildirler. Bu iki topluluk arasında orta bir yol olduğunu düşünüyorum. Felsefeyle yazı ilişkisi bu bağlamda hayatımda önemli bir yere sahip.

Geçtiğimiz aylarda Dervişin Teselli Koleksiyonu’nu çıkardınız. İlk tepkiler nasıldı?

Kitabı “çıkmazdakilere” ithaf etmiştim. Merak ettiğim şuydu: Gerçekten çıkmaza girmiş biri üzerinde kitabın nasıl bir etkisi olacaktı? Psikiyatrik ilaç tedavisi gerektiren durumları saymazsak, telkin ve terapiyle düştüğü durumdan çıkma imkanı olan her insana yetecek bir eser hazırladığıma inanıyordum. Bunun için teselli bağlamında mana büyüklerinin en çarpıcı yaklaşımlarını, filozofların çökmüş bir insan zihnini dürtükleyen ve onu ayağa kaldıran açıklamalarını malzeme olarak kullanarak hedefime ulaşmaya çalıştımEtrafımdaki kederli insanların kitabı okuduklarında, o yeniden başlama duygusunu, hayatı yeniden inşa etme heyecanını kazanmış olduklarını görerek mutlu oldum. Kitap gerçek manada çıkmaza girmiş üç beş kişinin elinden tutabilir, onlara yaşam yolunda birer adım attırabilirse kendimi bahtiyar sayarım ve hedefime hayli hayli ulaştığımı düşünürüm.

Bu kitabın çıkış noktası ne oldu? Yazım sürecinde nasıl bir yol izlediniz?

Ben bir kitapevine girdiğimde orada on binlerce kitap olduğunu bilsem de, bilgi veren kitaplarla huzur veren kitapları ayırırım. Orada benim yaralarıma merhem olacak mutlaka bir kitap olduğunu bilir, onu aramaya koyulurum. Onu bulamasam da ihtimal dahilindeki varlığı bana güven verir. Teselli meselesinden arındırılmış, huzur verme gayesi taşımayan bir kitap, benim dünyamda enformasyondur, dokumandır, belki lüzumludur ancak kitap değildir. Matbaadan çıkmış olan kitap görünümlü her şeye kitap olarak bakmıyorum. Arapça’da kitap kelimesiyle mektup kelimesi aynı kökten gelir. Hiçbir enformasyon kitap değildir, çünkü enformasyon, mektup olmaktan alabildiğine uzaktır. Her mektup bence bir kitaptır, isterse yarım sayfa olsun, isterse zarfına giremeden yırtılıp atılmış olsun.

İnsanların hiç olmadığı kadar sıkıntılı bir yaşam sürdüğü bir dünyada yaşıyoruz. İnsanlar kederlerini, acılarını neyle dindirecekler? Alkol, uyuşturucu veya zararlı bağımlılıklar acıları bastırmakta yoğun olarak kullanılıyor. İnsanların ruh dünyası açısından zararsız bir ağrı kesiciye ihtiyaç duydukları muhakkak. Bugün ister edebi alanda ister sanatın diğer dallarında olsun insanın kalbindeki ağır yükleri hafifletecek eserlere ihtiyaç var. Dervişin Teselli Koleksiyonu, kendi içinde bir teselli koleksiyonu oluşturdu ve son yıllarda yayınlanan ümit ve teselli odaklı kitaplar arasında yerini aldı. Bu kitap öncelikle benim kendi ihtiyacımdı. Her insanın ihtiyacı, insanlığın ihtiyaçlarının bir izdüşümü olduğuna göre, başkalarının da bu kitapla kendi kederlerini dindirebilmeleri mümkün görünüyor.

Peki, teselliden kastınız neydi? Okura unutturmaya çalıştığınız bazı şeyler mi var?

Arapça’dan gelen ‘teselli’ kelimesinin unutturma, akıldan çıkarma, gönül alma anlamlarına geldiğini görüyoruz. Bu üçüncü anlam bana göre daha etkin. Teselli etmek, bizde de gönül almak anlamında kullanılır daha çok. Ancak kastım zihni, düşünceler yoluyla uyuşturmak değil uyandırmaktı. Çünkü acı karşısında kendini uykuya bırakan zihin eninde sonunda uyanacak ve acı gerçeğin daha büyümüş bir haliyle yüzleşecek. Benim aradığım teselli, çekilen acıya bir başka açıdan bakabilmeyi içeren ve kalıcı bir rahatlama hissini beraberinde getiren bir kavram. Dervişin Teselli Koleksiyonu doksan dokuz bölüm halinde aynı acıya doksan dokuz açıdan bakabilme antrenmanı aslında. Okur, farkında olmadığı, kendisine özel rahatlatıcı bakış açısını keşfettiğinde rahatlayacak ve ferahlamakla kalmayıp çözüme doğru yönlenecektir diye düşünüyorum.

KEDER EVRENSELDİR

Kitapta Yunus Emre’den Sokrates’e, İbn Arabi’den Tanpınar’a kadar birçok önemli ismi bir araya getiriyorsunuz. Tam olarak neyi anlatmak istediniz?

Mevlana’da beni diriltecek satırlar, beni düştüğüm kuyudan çıkaracak yaklaşımlar vardır. Arabi’nin Füsus’unda da bunlar mevcuttur. Ama bu demek değildir ki Sokrates’te, Platon’da, Hegel’de, Kant’ta, Spinoza’da böyle yaklaşımlar yoktur. Hayır, elbette var, hem de çok etkili olarak vardırlar. Mürekkeplerini damarlarından akan kan gibi yürekten kullanmış olanlara ne demeli? Dostoyevski’de, Cibran’da, Rilke’de, Tanpınar’da, Geothe’de kararmış ruh halimizi aydınlatacak öyle bölümler vardır ki, oralara geldiğimizde kendimizi bir evliyanın divanının satırları arasındaymış gibi hissederiz. Bir acısı olan her insanın, ki herkesin mutlaka bir acısı vardır, tasavvufun ve felsefenin derinliklerinden uzanan bu ellere ihtiyaç duyacağı muhakkaktır.

Doğu’nun da Batı’nın da ortak meselesidir hüzün. Bugün bir Avusturalya’daki bir ailenin sorunlarıyla, Arabistan’daki bir ailenin yaşadıkları çok benzerdir. Eşiyle sorunu vardır, çocuklarıyla vardır, hastadır, evladını kaybetmiştir… Bu insanların kendileri değilse de acıları akrabadır. Bunu hazlar için söyleyemeyiz. Bir Sudanlının lüks bir evden aldığı haz, onun eve yüklediği tarihsel anlamın farklılığından dolayı bir İngiliz’inkinden farklı olabilir. Ama dişimiz ağrıdığında dünyada dişi ağrıyan herkesle benzer bir duygu taşırız. Keder evrenseldir. Filozofların tesellilerinin evliyaların tesellileri kadar etkili olduklarını gördüm. Seneca’nın söyledikleri, Muhyiddin Arabi’nin keder konusunda söylediklerinden eksik kalır bir yanı yok. Kant ve Hegel neredeyse Mevlana kadar ustalaşmaya başlıyor konu insan ve onun hüzünleri olunca… Basit bir örnek vereyim. Mesela Nietzsche diyor ki “Dünyaya zaman sona ermiş gibi bakın, bükülmüş olan her şey size düz görünecektir.” Ben bu cümleyi bir konferansta yanlışlıkla Mevlana’nın sözü diye aktarsam, karşımdakiler Mevlana uzmanı değillerse, kimsenin beni uyaracağını, bu söz Mevlana’nın sözüne benzemiyor, diyeceğini sanmıyorum.

Kitabı okuyan herkes derviş değil. Hitap ettiğiniz özel bir manevi çevre olmadığına göre, “derviş” burada bir metafor muydu?

Herkesin kendi çapında bir seyri süluku, manevi yolculuğu olduğunu düşünenlerdenim. Allah’a giden yolda olmayan yoktur, insanların kimi hızlı kimi yavaş, kimi de tersine gitse de yollar Allah’a çıkmaktadır. Kur’an tekrarla “Hepiniz Allah’a döndürüleceksiniz” dediğine göre, istisnası yoktur bu durumun. Bu anlamda dervişliğinin farkında olan var, olmayan var. Ben kitabın muhatabı olan yaralı gönülleri ararken bu sembolü kullandım. Çünkü bir derdi olan herkesin maneviyata karşı bir ilgisi vardır. Keder bence kendi başına dini bir kavramdır ve eninde sonunda manevi bir çözülüme muhtaçtır. “Derviş” kelimesi bu sebeple kitabın davetkâr bir kelimesi olarak başlıkta yer aldıKimin onu okuyacağını kitabın kendi seçmiş oluyor bu sembol sayesinde.

Neden “koleksiyon”?

İngilizce’de toplamak anlamında collect fiili var. Kur’an kelimesinin manalarından biri de “toplayan”. Ben teselli içeren yaklaşımları gerek yazarlardan gerekse filozof ve alimlerden derlemeye başladığımda bunu en çok ifade eden kelimenin koleksiyon olduğunu fark ettim. Koleksiyonda hoşunuza giden de olur, gitmeyen de… Kitabın içerisindeki doksan dokuz bölümden okurları çok etkileyen bazı bölümler olabileceği gibi bazı insanların halet-i ruhiyeleri gereği pek ilgisini çekmeyen bölümler de olabilir. Veya aynı teselli bugün etki göstermez ama yarın etkiler… Buna bir “derleme” mi demeliydik? Ancak derlenen her faktörün izah ve şerhi yapıldığından, birleştirme, ayrıştırma, kaynaştırma gibi süreçlere tabi tutulduğundan dolayı buna bir derleme denemez. Koleksiyon daha kapsayıcı bir başlık…

Siz en çok kimi, neyi okursunuz?

Takvim yaprağı da benim okuma alanıma girer, bir yolculukta rastladığım tanıtım broşürleri de… Bazen bir kitapçıya girer, ilgi alanım olmayan kitapların rafına yaklaşır, adını sanını bilmediğim yazarların kitaplarından rastgele bir yer açıp birkaç paragraf okurum. Kitapçıya her girişimde bu rastgele okumaları toplasanız bazen beş on sayfayı bulur. Bir taraftan gelişigüzel bir okuma trafiğim var. Diğer taraftan yaptığım dikkatli ve düzenli okumalarım… Mesela Tanpınar’ın her satırını dikkatle okurum. Haşim’in satırlarının altını çize çize, Sabahattin Ali’yi hissede hissede okurum. Klasik İslam Külliyatlarının çoğu okuma programımda ya vardır ya da sırası gelecektir. Kafayı dağıtmak istediğimde felsefe okurum. Aynı anda dört-beş kitabın hepsinden biraz ilerleyerek okuduğumda zihnimin ve algılarımın daha fazla beslendiğini hissediyorum. Bunu son yıllarda fark ettim.

Yakın zamanda ne gibi projeleriniz var?

Şu an Yusuf suresinde geçen “tevil-i ehadis” kavramı üzerine çalışıyorum. Bu, rüyalar nasıl tabir ediliyorsa, olayların da tabir edildiği bir ilim türü. Başımıza gelen olayların bir sonraki sahnede yaşayacaklarımızla nasıl bir bağlantı içerisinde olduğuna dair bir kavram… İşin altından kalkıp kalkamayacağımdan emin değilim. Hiç açılmamış, gündeme hiç gelmemiş bir mesele. Bazı alimlerimizin eserlerinde satır aralarında saklı kalmış sadece. Şimdilerde onları bulup çıkarmaya, derlemeye ve aktarmaya uğraşıyorum.

Kitap dışında çeşitli dergilerde öyküleriniz de yayınlanıyor. Öykü yazmak nasıl bir keyif veriyor? Ya da öykü mü kitap yazarlığımı desek?

Öykünün kendi içinde özel bir bütünlüğü var. Hayat orada bir bütünlük içerisinde yeniden kurulabiliyor. Oysa çoğumuzun yaşadığı hayat yarım, yarı buçuk… Kemaline ermiş bir öykü okumak veya yazmak, benim açımdan eksikliklerin tamamlandığı anlamına geliyor. Vaktim geniş olsaydı öyküyü tercih ederdim.

Mecit Ömür Öztürk

&&&&&

Kitap Teselli Demektir

“Dervişin Teselli Koleksiyonu” Hayykitap etiketiyle raflardaki yerini aldı. Kadim teselli ustalarıyla, teselliye muhtaç gönülleri buluşturan kitabın yazarı Mecit Ömür Öztürk’le bir araya geldik.

Sibel Ateş – Akşam

Mayıs 2017

Dervişin Teselli Koleksiyonu fikrinden başlayabilir miyiz? Nasıl ortaya çıktı?

Hayatı şekillendiren en önemli faktörün ihtiyaçlar olduğunu düşünürüm. Bir nesne veya bilgiye ihtiyaç duyulmaya başladığında kader bir şekilde o şeyi hayata ulaştırır. Tekerleğin icadından, elektriğin keşfine kadar bütün gelişmeler ihtiyaçlar karşısında ortaya çıkmıştır. Kitapların dünyasında da hal böyledir. İnsanlar bir esere ihtiyaç duyduğunda kalem erbabından birinin kalbine bu fikir ilham olunur. Allah kime nasip edecekse, onun kalemi bu mesele üzerinde işlemeye başlar. Dervişin Teselli Koleksiyonu da bir ihtiyaçtı. 

Dervişin Teselli Koleksiyonu’nun bir ihtiyaç olmasını biraz daha açar mısınız?

Dünyanın her yerinde daha çok ümitsizlik, daha çok bunalım, daha çok depresyon var. İnsanlar kederlerini, acılarını neyle dindirecek? Bugün ister edebi alanda ister sanatın diğer dallarında olsun insanın kalbindeki ağır yükleri hafifletecek eserlere ihtiyaç var. Dervişin Teselli Koleksiyonu, kendi içinde bir teselli koleksiyonu oluşturdu, son yıllarda yayınlanan ümit ve teselli odaklı kitaplar arasında bir koleksiyonda yer alır gibi yerini aldı. Bu kitap öncelikle benim ihtiyacımdı.

Kitapta birçok yerde Mecit Ömür Öztürk’ün de araya girip özgün ve etkili tahliller yaptığını görüyoruz. Teselli’nin sizin dünyanızdaki anlamı nedir?  

Çocukluğumda cenaze evlerindeki sohbetler hep dikkatimi çekmiştir. Yakınını kaybeden biri vardır. Aylarca o eve ziyaretçi akını olur. Biri “çok çekmeden gitti, ne güzel” der. Bir başkası, “ele ayağa düşmeden gitti hamdolsun” der. Öteki çoluk çocuğunun arasındayken vefat etmiş olmasının nasıl bir rahmet olduğundan bahseder. Şimdiki aklım olsa o cenaze evinde nöbet tutar, konuşulan cümleleri teker teker not ederdim. Oradan Dervişin Teselli Koleksiyonu çapında on cilt kitap çıkardı. Dünyada bence teselli renkliliği bakımından Anadolu’nun eline su dökülemez. Her türlü acının yaşandığı bu topraklarda tesellinin de her türü vardır ve keşfedilip dünyaya yayılmayı beklemektedir.

Siz teselli eder misiniz?

Fıtratımın bir özelliği olsa gerek ilkokuldan beri insan teselli eden biriydim. Dertli insanlar mı beni buluyor, ben mi onlara yöneliyorum, bilemiyorum ama mutlaka birileriyle teselli ilişkisine girerim ve kendimi bundan alamam. Tasavvufta herkesin üzerinde tecelli eden “has esma”dan bahsedilir. Bu benim yaratılış gayem desem abartmış olmam. İnsan kendi fıtratına uygun bir özelliğe dair çalışma yürüttüğünde mutlaka Allah yardım ediyor ve o gayreti bereketlendiriyor. Rum Suresi 30. ayette “Herkes fıtratına göre amel eder” buyruluyor. Umuyorum ki bu çalışma da benim fıtrat amelim olur.  

Bu kitaptaki teselli kavramı biraz da terapi anlamında. Biz bu işi genelde psikologlarla ilişkilendiririz. Kitap ve teselli kavramları ne kadar yan yana duruyor sizce? Siz de bir psikolog olmadığınıza göre…

Kitapla teselli kavramı bence yan yana bile değil, iç içe duruyor. Kitap demek teselli demektir. Yıllar önce, kederli bir dönemden geçerken, şehirlerarası bir yolculukta, bir mola yerinde bir kitaba rast gelmiştim. Üzerimdeki etkilerini halen unutamam. Yazarı tanınmış değildi, adını bile hatırlamıyorum şimdi, kısmen acemice yazılmış da sayılırdı. Ama insan bir kapıyı çalmayagörsün, kapının ardından hemen bazı kıpırdamalar başlar. Kafa karışıklığı içindeydim, ayrıldığım kentin olumsuz hatıraları, varmak üzere olduğum yerde beni bekleyen sıkıntılar ruhumu daraltmıştı. O dar vakitte çalabildiğim tek kapı o kitaptı ve çıkmaza girmemek için tek çarem oydu. Ve okuduklarımdan öyle etkilenmiştim ki sanki o yolculuğu bir şehre değil, o kitabı bulmak için yapmış gibiydim. Ben hayatımda düştüğüm neredeyse her sıkıntıdan kitapların el uzatmasıyla çıkabilmiş biriyim. “Her nimetin şükrü kendi türünden olmalıdır” denir ya, ben de bu şükrü eda edebilmek için, başkalarına el uzatabileceğini düşündüğüm bir çalışma ortaya koymaya çalıştım.

Mecit Ömür Öztürk

 
Yorum yapın

Yazan: 24 Ağustos 2023 in Şiir Gibi

 

Etiketler: ,

Dervişin Teselli Koleksiyonu 2’den Bir Teselli

Ne kadar büyük de olsa keder,
Zaman kuşunun kanatlarına binip gider.
Aynı kuş getirir yeniden,
Sevinçli ve mutlu günleri.

Jean de La Fontaine

Mecit Ömür Öztürk
Dervişin Teselli Koleksiyonu 2

29 Eylül 2022 gecesi okuduklarımdan altını çizdiğim satırlar…

 

Etiketler: ,

Yaklaşan Hadiselerin Her Biri Bir İşaretle Gelir

İnsanın, içerisinde yer tuttuğu üç dairesel merkez vardır. Bunlar beden, ruh ve kalp merkezleridir. Bu dairelerin her birinin zaman kavramıyla ilişkileri farklıdır. Beden şimdiki zamana, şu andaki vakte, yani ana çakılıdır. Kalbinse birkaç gün ileriden ve birkaç gün geriden kapladığı zamansal bir düzlem vardır. Ruha gelince, onun yıllar öncesinden yıllar sonrasına uzanan bir hissediş alanı mevcuttur. Bu tespit, irfan geleneğinin özel keşiflerinden biridir.

Kalp ve ruh, yaşanacak sonraki bazı sahneleri görür ve o sahnelerden elde ettiği hissiyatları zihin dünyamıza iletir. Biz de sinyallerini öncesinden aldığımız o hadiselere rastladığımızda, önceden yaşadığımız duyguların gerekçeleriyle karşılaşmış oluruz. Sırada bekleyen olayların henüz gerçekleşmeden kendilerine has bir etkiyle düşüncelerimize temas etmesi, hissikablelvukudur.

Hissikablelvuku için zaman zaman altıncı his’ tabiri de kullanılmaktadır. Hissikablelvuku altıncı his midir, yoksa altmışıncı mıdır bilinmez, ancak bu latifenin bir tanımını yapmak gerekirse denilebilir ki, hissikablelvuku, sonraki sahneyi, öncesinde yaşanmış gibi kalben veya ruhen hissetmektir.

İnsan, gelecek zamanları geçmiş zaman gibi hissetme yeteneği olan, bir olayı henüz yaşamadan onun hissiyat atmosferi içerisine girebilen bir varlıktır. Yaklaşan hadiselere ait heyecan veya sevinci, üzüntü veya korkuyu önceden duyabilen bir varlıktır. Zamanı gelince daha iyi anlar insan, içinin neden sevinç ve mutlulukla, endişe ve korkuyla dolu olduğunu.

Henüz yaşamadığımız, yaşayacağımızdan haberdar bile olmadığımız, ama zaman düzleminde bize doğru yola çıkmış olan hadiseleri belli seviyelerde hissederiz. Yaklaşan hadiseyi hissikablelvuku ile hisseden kalp ve ruh, bu bilgiyi zihne birtakım kodlarla iletir. Hadisenin gelmesinden evvel yaşanan duygular şayet o hadise gerçekleştiğinde yaşanan duygular gibiyse, bundan anlaşılmalıdır ki, o hisler, yola çıkmış hadiseye dair bize önceden yansıyan haberci hislerdir.

İnsan bekler, neyi beklediğini bilmeden de bekler… İnsan sevinir, neye sevindiğini bilmeden de sevinir… İnsan endişelenir, neye endişelendiğini bilmeden de endişelenir…

Bir gerekçeye dayanmayan ruh darlıklarıyla, anlamsız kalp kasvetleriyle, iç sıkıntılarıyla geçen birkaç günün sonunda gelen üzüntü verici bir haber, aslında zihinde günler öncesinden belirmiş bir işarettir. Ruhun önceden sezip bedene kuvvetle ilettiği sinyalin bir dışavurumudur yaşanan bu gerekçesiz darlık halleri.

Kaderimizin kırılma noktalarına yaklaşırkenki ruh hallerimizi yeniden değerlendirdiğimizde, bu önemli hadiselerin sinyallerini önceden almış olduğumuzu biz de keşfedebiliriz. Yaşadığımız elim bir hadiseden önceki hissiyatımızı detaylarıyla yeniden düşünürsek, kalbimize doğan değişik hislerin ne denli yönlendirici ve bilgilendirici hisler olduğunu anlarız.

Sebepsiz huzur halleri de böyledir. Yaklaşan mutluluk kaynağı bir hadisenin ön hissedişleridir onlar. İçimizdeki bu rehber hisler kimi zaman sakındırıcı, kimi zaman teşvik edici birer mesajdır, kimi zaman da birer öncü haberdir.

Yaşadığımız gerekçesiz bazı duygular, aynı vakitlerde, bizim olmadığımız bir başka zeminde cereyan eden fakat bizi yakından ilgilendiren hadiselerle ilgili de olabilir.

Ortada belirgin bir sebep yokken veya çok basit nedenlerle gözyaşlarına boğulur insan… Aslında bu, yola çıkmış, ağlamayı beraberinde getirecek bir hadisenin ön hissedişleridir. Ağlama hali pek tahakkuk etmeyen birinin son zamanlarda birçok kez duygulanıp ağlaması, dokunsanız ağlayacak hallerde dolaşması, yaşanan duygusal manzaralar karşısında hemen gözyaşı dökmeye başlaması yakında bekleyen bir hadisenin kodlarını taşıyor olabilir. Birkaç gün sonra gerçekleşecek ama şimdilik haberdar olmadığımız hüzün sebebi bir hadise şimdiden duygusal tetiklemelere dönüşebilir ve hatta bize boğucu duygular dahi yaşatabilir. Sonraki sahnede bekleyen acının hissettirdikleriyle insan kimi zaman yatağa bile düşebilir.

Ortada ciddi bir mesele yokken haksız yere öfkelenir insan… Yaklaşan öfkelendirici bir hadisenin habercisi olabilir bu. Aslında bu vaziyet hayra alamettir çünkü bu ön-öfke sayesinde, ilerideki öfkenin aşırılığından kurtulmuş oluruz. Bir denge kanunu vardır ve bu kanun gelip duygularımızı sürekli dengeler. Bir önceki sahnede duygulara bir ayar yapılır, böylelikle sonraki sahnede sorun çıkmaması sağlanır.

Kaderimizde bekleyen hadiselere, öncelikle bedenimizle değil duygularımızla giriş yaparız. Bu ön hissedişler, ilerideki hadiselere bizi psikolojik olarak hazırlayan antrenmanlardır. Mühim bir hadiseyi yaşamadan önce onu duygularımızda yaşamak bizi o hadiseye hazırlar, ona karşı heyecanımızı ve varsa korkularımızı giderir. Yaşanacak sahnenin gerekleri, ön hazırlıkları, bir önceki sahnede insan ruhuna ekilmeye başlanır. Yaşama karşı isteksizlikler, kendimizden beklemediğimiz huysuzluklar, lüzumsuz yere sergilediğimiz kibir dolu davranışlar, kimi zaman, sonraki sahnede neyin beklediğini haber veren ve bizi o bekleyen sahnelere karşı hazırlayan ön duygulardır ve aynı zamanda haberci hissiyatlardır.

Kimi zaman bir gerekçeye dayanmaksızın yüzümüzde güller açar ve günlerce devam eder bu hal… Durduk yere, normalin üzerinde mutluluk hissederiz yüreğimizde. Bunun olası sebeplerinden biri, zaman düzleminde bizi mutlu edecek bir hadisenin yaklaşıyor olmasıdır. İlk bakışta temelsiz görünen duygularımızı doğrulayan, onları haklı çıkaran hadiseler gerçekleştiğinde, asıl meselenin yaşanacak hadise olduğunu anlayabiliriz.

Hadiselerin yaşanmadan önce hislerde dalgalanmaya başlaması göstermektedir ki, yaşananlar varlık sahasına çıkmadan evvel takdir edilmiştir, ölçülüp biçilmiştir, üst bir ilim dairesi tarafından bilinmektedir ve yeri geldiğinde insana bildirilmektedir. Yaşanacak hadiselerin kaderin hassas ölçekleriyle hayatımıza karıştığının kanıtı, yaşamadan önce de onları hissedebiliyor olmamızdır. Burada külli irade karşısında cüzi iradenin rolü meselesine girerek konuyu uzatmak istemiyorum. Zira okuyucularımızın buna dair pek çok dini kitaba ulaşması mümkündür.

Bir hadise veya duruma dayanmaksızın bir iftihar, bir övünç ve hatta büyüklenme hissi gelip kalbimize yerleşir kimi zaman. İlerideki bir sahnede kazanacağımız ama şimdilik zihnen haberdar olmadığımız bir başarının getirdiği ön-övünç olabilir bu. Sırası geldiğinde sergileyeceğimiz kritik performansı hissikablelvuku ile sezeriz. İlerleyen zamanlarda bir zorlukla karşılaşacağımızı ve onu başarıyla, ustalıkla bertaraf edeceğimizi haber veren ön hissiyatlardır bunlar. Güne bu çeşit duygularla başlayan bir pilotun, uçuş esnasında kazayla sonuçlanması muhtemel kritik bir durumla başa çıkması, uçağı başarıyla indirmesi gibi bir örnek verebiliriz buna. Henüz yaşanmamış, belirtileri dahi ortaya çıkmamış olaylardan ve durumlardan dolayı kalbimize çeşitli duyuşlar yağar.

Kalbimiz bazen korku hisleriyle dolar fakat ortada ne bir risk ne de bir tehlike vardır. Bu hisler de yaklaşmakta olan tehlikeye dair haberci hislerden biri olabilir. Biz fark edemesek de ruhumuz tehlikeyi görmektedir ve korku hisleriyle bizi tehlikeden kurtarmaya çalışmaktadır. Yaklaşan tehlikeyi sezen ruh, hissikablelvuku ile oradan uzaklaşmak ister. İçimizdeki anlamsız sıkıntıdan dolayı ayrıldığımız bir mekânda biz ayrıldıktan sonra olumsuz hadiseler yaşanmışsa, içimizdeki hissin kaynağının rehber bir duygu olduğunun farkına varırız.

Yaklaşan her hadise kendisi için gerekli duyguları önceden canlandırmaya ve hareketlendirmeye başlar. Bir sonraki sahnede lazım olacak duygular, bir önceki sahnede tohumlar halinde insanın ruh tarlasına ekilmeye başlanır. Kaderin bir sonraki sahnede vereceği görevden veya rolden dolayı yaşanan hislerdir bunlar. Bu tür işaretler sadece hisler yoluyla değil, hislerin de tetiklemesi sayesinde, bedensel rutin dışı refleksler, seğirmeler, çarpıntılar, soluğun hızlanması, kalbin aritmik atması şeklinde tezahür edebilir.

Mecit Ömür Özürk

Yaklaşan Hadiselerin Metafiziği 

 

Etiketler:

“Bu geçici yurtta, birbirimize en büyük vazifemiz tesellidir.”

İnsanlara kelimeleri ile tesellîdârâne dokunan
aramızdaki derviş
Mecit Ömür Öztürk Beyefendiye

Ben işte miraç gecelerinde
Bir peygamberin kanatlarında teselli aradım,
Birlikte yere inebileceğim bir dost aradım,
Uyuyan ve acılı yüzünde kardeşimin
Bir şiir aradım.

Didem Madak

Temmuzda ağustosta ağaçlar cayır cayır yanarken
Yalnız o, odur teselli eden dayanın diyen
Yaşamanın en büyük ilkesi sabrı öğütleyen

Sezai Karakoç

Çok yalnız olan için gürültü bile bir tesellidir.

Nietzsche

Bu şiirin gidecek bir yeri yok,
Kasım gibi kimsesiz dalında bir yaprak gibi, güz
ondan habersiz
üç beş kelimem olsaydı benim de tütseydi ocağım
nice bir iklime düştü ki ruh benden de tesellisiz

(Eski Yahudi Mistik Şiiri)
Haydar Ergülen

Sen nasıl teselli edebilirsin beni
sen, tesellim olan?
Varlığının özünü sevdiğim
küçük ayaklarının izlerini bıraktın
ruhuma
kıyıların ıslak kumlarında kalan

Gunnar Ekelöf

Gün ardı karanlık güz ardı kardır
Hele elden gidince teselliler,
Yalnızlık köşemize ne kalır?
Teslim oluruz teessüflere.
Neydi ey yürek sen ne beklerdin ki?
Hüzün kalır mıydı gitmişken Sevgi…

Hüsrev Hatemi

Bitiş
O en öksüz köşesine sığındığımız yalnızlığın
Yalnızlığın teselli çiçekleri üstümüze
Göçen son kuşların sedef gagalarından dökülür
Şehir bir mahşer gibi içimizde ölür.

Erdem Bayazıt

Sevinçle seslendim yukarıya:
“Çok teşekkür, eski dost
Aydınlattın yolumu;
Seni fazla tutmayayım,
Götür başka yerlere nurunu!
Bulursan bir sevdalı,
Dertli bir aşk garibi.
Var git onu teselli et,
Eskiden beni ettiğin gibi.”

Heinrich Heine

Yanıyor değdiğin her yer
ve yüreğim donan ateş
– yitirdim ölümlülerin her tepkisini
ne gözyaşı, ne de bir söz…
Dokunmayın bana teselliciler
çünkü avunmak ihanettir!
Dokunmayın, ölmedi O
ölmek bitti Onun için.

Mehmet Yaşin

Ayrılık bilemem ne zaman gelir
sen bir okul defteri getir bana
çünkü sadece yazmak tesellidir
çektiğimiz acıya bu dünyada.

Ahmet Oktay

Bilseydi altın yıldızlar
Derdimi, kederini,
İner, gelir gökten, beni
Teselli ederlerdi.

Dostluğun sürekliydi, vefalı, sadık,
Esirgemedin kendini;
Bunaldığım zamanlarda
Teselli ettin beni.

Heinrich Heine

bir ateş tesellisi
bir tatlı söz
her akrebin içinde
kalamadığında şeksiz şüphesiz
örtün beni örtün, diyeceği bir vakitte
büzüştüğünde yine kendine
içini soğutacak kor serinlik
mühürlenmiş evlerden
serperek duasını yüzlere bir bir
esirgenmek için

Mehmet Solak

Latika! Giderken geriye tek bir söz bile bırakmıyorsun
En saf mercan inciliğiyle getirilen sözler
Sadece ömür boyu yolculuğun tesellisi
Her gün geleceğini bilmeden aynı saatte
Aynı İstasyonda günleri yitirmenin adıdır

Hakkı Aytaç

Sahilleri sessiz dolaşan hasta hayale,
Bir nûr-ı teselli taşır alnındaki hâle;
Hatta o soluk çehreye nûrun dokunurken,
Bir buseye benzerdi ki gelmiş ona senden.

Ahmet Hâşim

Ebedi sükût içinde tek teselli, sevmiş olmak
O ışıldar, dokuna dokuna sedef taşlara;
Oynatır, sıkışmış kütükleri yer yer –
İnsan, bir nehir gibi kımıldar kendi içinde
Öyle sahi, öyle acı kalmak ister.

Mehmet Taner

Hayâlile tesellidir gönül meyl-i visâl itmez
Gönülden taşra bir yâr olduğun âşık hayâl itmez

Fuzûlî

Yalnızlığın teselli çiçekleri üstümüze
Göçen son kuşların sedef gagalarından dökülür
Şehir bir mahşer gibi içimizde ölür.

Erdem Bayazit

Bakışlarda küçümseyiş okuyorum
Yalnızım, bedbahtım, tesellisizim.

W. Shakespeare

Mektubunla teselli bulurum düşüncesi yanlış değildir
Görme isteklisi gözler bununla yetinmese ben ne ederim?

Mirza Asadullah Han Galib

Beklemek çıkıyor lügatlerden bir bir
“Bir teselli ver” diyemem mesela birine İngilizce

Murat Özeş

İstinye körfezinde bu akşam garipliği
Bir mihnetin sonunda teselli kadar iyi.

Yahya Kemal Beyatlı

Başkasının derdini görürüm de,
Durabilir miyim dertlenmeden ben de?
Kederini görüp de başka birinin
Teselli aramadan yapabilir miyim?

William Blake

Yaşamak bundan sonra, katlanılmaz eziyet.
Bir şey istemiyorum, ne teselli, ne umut:
Hareket edeceğiz!.. Kalbim dünyayı unut,
Dağlar, taşlar, elveda; gün, hakkını helâl et!

Ziya Osman Saba

Ey şimdi hepsinin, ardımda kalan
Yüzleri dağılmış, solgun birer iz.
Hemşirem teselli, kardeşim yalan,
Gidiyorum artık çağrıyor deniz.

Ahmet Kutsi Tecer

Karım bomboş bulacak dünyayı
— Nolurdu birlikte ölseydik, deyip duracak
Oysa insan yalnız ölür
Ama o olmayacak dualarla teselli arayacak

Erdem Beyazit

Yağmur serpeliyor…Yağmur değil bu,
Teselli yağıyor sanki göklerden.

Allahın kalplere baktığı yerden
Yağmur serpeliyor…Geceler serin,
Zulmeti şifalı şimdi göklerin…
Geceler kalbime daha çok yakın!
Geceler, bu yaşlar dinmesin sakın,
Gönülden muhtacım serinlemeğe,
İçimden silkinip bir “Oh” demeğe…

Nazım Hikmet

Cihana bir daha gelmek hayal edilse bile,
Avunmak istemeyiz, böyle bir teselli ile.

Yahya Kemal Beyatlı

Teselli edilen ıstırap sevincin kendisinden belki daha tatlıdır.

Petöfi Şandor

Sen benim hem dem-i hayalâtım,
Ben senin yârı tesellikârın
Olacakken; fakat nedense, Nihal
Sen benim gözlerimde dert aradın…
Ah! Mâdem ki sen de bir şair,
Ben de şâirim, bu kâfidir.

Osman Fahri

Bir meyhane köşesinde ararsın teselliyi
Saatler geçip gider, kadehler boşalır
Düşersin yollara canından bezmiş
Başında bir ağrı, içinde kahır

Ümit Yaşar Oğuzcan

Sarışın buğdayı rüyalarımızın,
Seni bağrımızda eker, biçeriz,
Acılar kardeşin, teselli kızın,
Zengin parıltınla dolar gecemiz.

Ahmet Hamdi Tanpınar

Hadi bir sonuç yaz bir teselli uzat
Göğüs ağrılarına çırpınışlara
Korkulara
Ve bir çıngırak gibi öten zamana

Cahit Zarifoğlu

O mezar gecesinden, ey tesellim bir zaman,
Pausilippe’i, İtalyan denizini ver geri,
Ve o çiçeği, dertli gönlüme merhem olan,
Çardakta asmalarla sarmaş dolaş gülleri.

Gerard De Nerval

Nice yüzler gördüm, geçti – ben unuttum- besbelli;
Her çehre bir hayalettir bu süreksiz ru’yada
Unut yavrum, sen de unut! . Bu ölümlü dünyada
Her cefayı unutmaktır bizler için teselli.
Sonbaharın matemini gözlerimde okuma! …

Rıza Tevfik Bölükbaşı

Uyku, katillerin bile çeşmesi;
Yorgan, Allahsıza kadar sığınak.
Teselli pınarı, sabır memesi;
Ele şerbet, bana kum dolu çanak.

Necip Fazıl

Ruh ufuksuz yaşamaz.
Dağlar ufkunda mehabet,
Ova ufkunda huzur,
Deniz ufkunda teselli duyulur.
Yalnız onlarda bulur ruh ezeli lezzetini.

Yahya Kemal Beyatlı

Anne, zannetme ki günler geçti de
Değişti evvelki hissim gitgide!
Bir hırçın çocuğum, değişmez huyum;
Seneler geçse de ben yine buyum!
Senden umuyorum teselli yine!

Orhan Seyfi Orhon

Sanki hicrana bir teselliydi
Şeceristan-ı kalb içinde revan
Olan hafi suların musiki-i nevmidi.

Ahmet Haşim

Boş yere akıp gidiyor gözyaşları,
Diriltmez ölenleri bu acı yakınışlar;
Ama söyle, ne teselli eder, ne iyileştirir gönlü
Tatlı bir sevginin kaybolmuş sevinci ardından.
Ben, göksel varlık, yoksun koymayacağım seni ondan.

Friedrich Schiller

Şiirimle demâdem olurum muğfel ü mes’ûd:
Tezhîb ederim nûr-ı hayâlât ile derdi;
Bir dûd-ı zer-endûd-ı tesellî ile mahdûd
Bir levha olur her elemin çehre-i serdi.

Cenab Şahabeddin

Ey sen, ah, ey sen, ey aşk! Çağlayanda rübabın.
Şairin, sanatkârın ruhunda ıstırabın.
Zindandan bin teselli yaratırdı serabın.
“Zühre”nin ümit ile parlattığı çerağdın.

Enis Behiç Koryürek

Yok, bulandırmasın âlûde-i zulmet bu nazar
Rûh-i mâ’sûmunu, ey mâi deniz;
Âh, lâkin ne zarar;
Ben bu gözlerle mükedder, âciz
Sana baktıkça teselli bulurum,
Mâi bir göz elem-i kalbime ağlar sanırım…

Tevfik Fikret

camları açın, camları açın
yağmur: ağıt ve övgü, teselli ve tövbe
kim kime ne anlatabilir

Ahmet Oktay

Herkes gibi teselliye muhtaç olsaydım eğer,
Derdim ki: ‘Elbet bir ağlayanım olur benim de;
Ramazan geceleri Yasin okuyanım,
Baharda kabrime menekşe getirenim de.’

Cahit Sıtkı Tarancı

Ah! Bahar benim derdimi okuyor
Hala, eskisi gibi, şen, teselli edici bir türkü,
Ama yok artık hayatımın sabahı,
Kalbimin baharı soldu benim.

Friedrich Hölderlin

Sen o zulmet-fezâ tecelliye;
İşte bak, ben de ben de muhtâcım
Öyle bir perde-i teselliye!

Tevfik Fikret

Ölüm içimde
Ölüm dışımda
Ölüm talihsiz aşımda
Ölüm kuru başımda
Teselli benim gözyaşımda.

Rüştü Onur

Bilmem acaba rûhunun âlâmı geçer mi?
Rûhumla okursam sana bir şi’r-i tesellî…

Şükûfe Nihal Başar

Kusura bakma teselli hazretleri
Sana layık bir mürid olamadım,
besbelli Büyük şehirlerin küçük içinde
Dansa kaldırılan utangaç bir kız gibi
Buldum bu dünyada kendimi.

İbrahim Tenekeci

Anlıyorsun ya,
zarar yok,
ben anlatacağım yine!…
Elden hiçbir bey gelmediği zaman
konuşup anlatmanın alçak tesellisi?

Nazım Hikmet

Dil hânesini yıkdı dönüp yüzüme güldi
Ya‘nî ki tesellîler ėdüp ėtdi meremmet

(Gönül evini yıktı, bir de dönüp yüzüme güldü;
yani teselli ederek küçük bir tamiratta bulundu)

Vusûlî

Nice ide tesellì idübeni
Şılatü’l-kalbi uzletü’l-halevât

Şeyhî

olup nūr-ı temāşā-yı tecellî
żiyā-baḫşende-yi çeşm-i tesellî

Sünbülzâde Vehbî

Kıldukda hayâl-i çeşm-i Leylî
Sen ver men-i hasteye tesellî

Fuzûlî

Efkâra göre verir tesellî
Mir’âta göre eder tecellî

Şeyh Gâlib

Hasretde koma bu hâk-sârı
Bir sözle tesellî eyle bâri

Şeyh Gâlib

Biri geldi hâlim suâl eyledi
Teselliyle def-i melâl eyledi

Keçecizâde İzzet Molla

Tesellî gibi geldiler yanına
Avuc ile zehr ekdiler cânına

Keçecizâde İzzet Molla

Görinmezken göze nur-ı tecellì
Hâylüñden bulur göñlüm tesellì

Firakî

Dil-i garîbi tesellî hoş eylemez sâki
Gamım izâle eder hâssiyetde bir şey sun

Osman Nevres

Tesellî itmek isterler bana yârân gelmişler
Ki bilmezler cigergâhumda zahm-ı hûn-feşân ağlar

Yâver

Âteş-i neyden tesellî-yâb-ı naḫl-i Ṭûr olur
Ḫâne-i dil kim ola pür-sûz u ber-bâd-ı rebâb

Sâkıb Dede

Zihî lutf ehli dil-ber kim bu vîrân gönlüme her dem
Tesellîler ‘ayân eyler temâşâ-yı tecellâdan

Hamdullah Hamdi

Lutf ile virüp aña teselli
Didi ki degül keder mahalli

Nâbî

Baña lutfuñ ile eyle tecellî
Bu tâc ü taht ile gelmez tesellî

Sultan I. Ahmed

Yâ Rab oldı kuluñ Vücûdî zebûn
Döyemez derd-i hecre ol mahzûn

Göñlinüñ Tûr’ına tecellî kıl
Derd-mendüñdür tesellî kıl

Tâ ki zikrüñle hatm olup nefesi
Hayr ola bu cihânda hâtimesi

(“Ey Rabbim! Kulun Vücûdî zebun oldu.
O mahzun, ayrılık derdine dayanamaz.

Onun gönlünün Tur’una tecellî kıl,
senin dertlindir, teselli et.

Ta ki nefesi senin zikrinle tükensin.
Bitişi/hatimesi bu cihanda hayr olsun.”)

Vücudî

Tesellîden nasîbim yok, hazân ağlar bahârımda;
Bugün bir hânmansız serseriyim öz diyârımda!

Mehmed Akif Ersoy

Dertlerin bölüşüldüğü yer burası;
Teselliyi elbirliğiyle buluruz,
Derken neşelenirsin, bir hoş olursun !

Kadehler daha yavaş içilmelidir;
Çok daha uzun sürmeli öpüşmeler,
Sabahlara dek muhabbet etmeliyiz!

Gün bizi ayıracak birbirimizden.

Cahit Sıtkı Tarancı

Birtakımları belki hatırlayacaklar seni
Teselli bile olsa, um…
Deliydi deyip gülecekler,

Aziz Nesin

Bir derin soluk alıp, özeti ölüm olan hayatın yollarında
bir sacak altı aradım, bir sıcak yer başımı yaslayacak,
teselli verecek, kimim kimsem yoktu
ve cezasız kalmıştı suçlu.

Oya Uysal

Sende buldum teselliyi, umudu
Senelerce bana yettin sevdiğim
Pınarların ne de çabuk kurudu
Ansızın tükendin, bittin sevdiğim.

Ümit Yaşar Oğuzcan

Oldum olası gülmediğim
Yalnızlığıma dönmeliyim;
Hangi teselliden bahsediyorsun?

Behçet Necatigil

tesellisiz bir kederdim bir vakit
bir vakit humma ve muamma
sessizlik bir vakit…

Yine döndüm gecenin kalbinden kalbimde kör kuşlar
-bazen bir çocuk ağlar ya içimde sabaha kadar-
başını dayamış gecenin dizlerine odam

şehre bakan pencereyim ben
hayatın dışına düşüyor gölgem.

–Sahi anne! Sen hiç çocuk olmuş muydun eskiden?

Oya Uysal

belkide boş bir kağıt: bana yağmur
sözden yağar! Böyle teselli ederdim

varı yoğu boş
luk olmuş cümlenin kederini,
bir harf denizi olurdum maviden daha derin

ben başkasının kağıdı olsaydım
kağıttan bir şairin eline sığınırdı kaderim

Haydar Ergülen

Ey sarhoş akşamlarımın biricik tesellisi
İlk şiirlerimdeki biricik dert ortağım fener
Soğuk kış geceleri ısındığım kalorifer
Gitgide uzaklaşan tren sesi

Ataol Behramoğlu

sonra bir yanlışlık oldu küstüm kendime
tesellisiz bir sabırla boşlukları biriktirdim
evvel zaman önceydi…
yılan gibi kaygandı mutluluk
elimizden bir anda yitip gitti

Eren Aysan

Pencerede yorgun bir zamandım bir vakit
Bir kuş kanadında teselli aradım.
Nice söz dedim, hangisi süzüldü kalbe?
Sözcükler topladım kalp gözümden
Işığını verdi gözüm.

Buket Düzgen

Ergeç gideceksin; beni anlayamadan,
beni sevemeden gideceksin.
Yalnız bir iç kırıklığı kalacak senden,
tesellisiz bir hüzün kalacak.

Ümit Yaşar Oğuzcan

Ayrılık bilemem ne zaman gelir,
Sen bir okul defteri getir bana;
çünkü sade yazmak tesellidir
çektiğimiz acıya bu dünyada.

Ahmet Erhan

Tenha sokakta kaldım oruçsuz ve neş’esiz
Yurdun bu iftarından uzak kalmanın gamı
Hadsiz yaşattı ruhuma bir gurbet akşamı
Bir tek düşünce teselli oldu bu derdime:
Az çok ferahladım ve dedim kendi kendime:
“Onlardan ayrılış bana her an üzüntüdür;
Madem ki böyle duygularım kaldı, çok şükür!

Yahya Kemal

Ey şair, uğraşma kendi derdinle;
Milletin ağlayan kalbini dinle.

Ağlıyor vatanın, bu dertli nine,
Şiirinle teselli ver bu enîne!

Yusuf Ziya Ortaç

Batı dışındaki toplumlarda acı çeken insanların; bu aşk acısı olabilir, kimsesizlik acısı olabilir, parasızlık acısı ya da daha derin ruhumuza işleyen bir acı olabilir; acı ile, acıya teselli olarak eşyalara sarılmasını, eşyalara bağlanmasını, özel bazı eşyalarla takıntılı olmasını da irdeliyor, seviyor, bu konu üzerinde düşünüyor. Kemal de zaten önce bir toplayıcı, Füsun’un küpesinden kolyesine, içtiği sigaranın izmaritinden tuttuğu tuzluğa, hep birlikte yemek yerken kullandıkları eşyalara, Füsun’u ilk gördüğü zamanki sarı ayakkabısına ve Füsun’ların evindeki TV’nin üzerinde uyuklamakta olan köpeklere… Pek çok eşyasına yalnızca ilgi duymuyor, onları saklıyor. Çünkü onların (eşyaların) önce bir teselli edici gücü var. Hepimizin bildiği gibi bir hatıra gücü var.

Orhan Pamuk

İlk kitabımı yirmi bir yaşında Rumence yazdım, bundan sonra bir şey yazmamaya karar vermiştim. Sonra bir tane daha yazdım, bundan sonra kendime yine aynı sözü vererek…

Kırk yıldan fazla bir zamandır bu komedi tekrarlandı. Çünkü yazmak, ne kadar az olursa olsun, bana bir yıldan ötekine geçmede yardım etti, zira, ifade edilmiş saplantılar zayıflıyor ve bir ölçüde aşılıyor. Eminim ki eğer kağıtları karalamasaydım, uzun zaman önce kendimi öldürmüş olurdum. Yazmak olağanüstü bir tesellidir. Yayımlamak da. Bu size gülünç görünebilir, halbuki çok doğru. Çünkü bir kitap hayatınızdır, ya da hayatınızın bir bölümüdür ve sizi dışarı çıkarır. Sevdiğimiz her şeyden yakayı sıyırırız orada, aynı zamanda da özellikle nefret ettiğimiz her şeyden…

Daha da ileri gideceğim: Eğer yazmamış olsaydım, katil olabilirdim. İfade etmek bir kurtuluştur. Benim yaptığım tam olarak bu. Hayata küfretmek için, kendime küfretmek için yazdım. Sonuç? Kendime daha iyi katlandım, hayata da daha iyi katlandım.

E.M. Cioran

Edebiyat bana bir teselli bahşediyor. Yazmak, okumak, çok büyük bir teselli. Bir selin üzerinde bir sal gibi, ona tutunuyorum. Harflere, okumaya tutunuyorum, iyi ki edebiyat var diyorum.

Sibel Eraslan

Gurur bile teselli olmuyor. Kendimi ben yaratmadığıma göre, gururlanacak neyim var? Benliğimde övüneceğim bir şeyler olsaydı bile, övünülmeyecek olanlar onları katbekat aşardı.

Benimsediğim tavır hiç olmazsa bir yenilik getirdi mi bana? Böyle bir tesellinin izi bile yok. Herakleitos ve Vaiz söylenecekleri söylemişti çoktan: “Hayat kumda unutulmuş bir oyuncaktır […] ruhun boşluğu ve derin üzüntüsü.” Zavallı Eyüp’ten ise tek bir cümle:“Ruhum hayat yorgunu.”

Fernando Pessoa
Huzursuzluğun Kitabı

Ortam alabildiğine olumsuz, her şey aleyhte olduğu bir anda, insanı rahatlatacak olan şey musibetin sona ermesinden ziyade, kalbe sekine inmesidir. Sekine inmeye başladığında, musibet ne kadar büyük olursa olsun, Rabbin huzurunda olma duygusu, bir dalgakıran gibi bütün acı ve zorlukları etkisiz hale getirecektir.

Mecit Ömür Öztürk
Dervişin Teselli Koleksiyonu

Anne hayatta her şeydir: Hüzünde teselli, kederde umut ve zayıflıkta güçtür.

Halil Cibran
Kırık Kanatlar

Ağladığında, gözyaşlarıyla teselli bulup içini hemen rahatlatıvermek de nefsin bir hastalığıdır.

Ebu Abdurrahman Es-Sülemi
Ruhun Hastalıkları ve Çareleri

Gidenin yerine benzerini getirmek gayreti, işte insanların tesellisi. Ama o bazen daha cesur, daha pervasız davranarak, insanoğlunun bu körü körüne sarıldığı, başını göğsünde dinlendirdiği, ya da hizmetine çağırdığı ‘teselli’ adlı cariyeyi, ezel künyesinde rastladığı ismiyle çağırır: ‘gaflet’.

Sâmiha Ayverdi

Ölmüş olan biri artık hiçbir şey istemez, sevilmeyi de, kendisine acınmasını da, teselli edilmeyi de istemez.

Stefan Zweig
Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu

Esasen kahir ve musibetlerin tahammül edilmez ağırlığını silen, biraz da alışmak tesellisi, bu şifa değil midir?

Sâmiha Ayverdi

Öylesine doluyum ki seninle, başka bir hayale, başka bir teselliye, başka bir eğlenceye, başka bir ıstıraba tahammülüm yok.

Sevgiliyi başkalarında aramak, tesellilerin en hazini.

Cemil Meriç

Beyaz Geceler – Fyodor Dostoyevski
(Teselli olarak aşk)

İyimser aşkın el kitabı… Sonunda kavuşmak olmasa da her aşk kendince bir mutluluk değil mi? Kahramanımızın sevgili Nastenka’ya duyduğu aşkta topu topu dört gecenin hatırası vardır. Ama bu yeterlidir işte… Dostoyevski’nin romanı bitirirken söylediği gibi “Bir anlık mutluluk! Koca bir insan ömrü içinde bu kadarı bile yetmez mi!”

Kültür Sanat eki

Bir başkasının varlığıyla teselli olabiliriz gerçekten; ama tesellimizde bu insanın sadece vasıta olduğunu, kendi kendimizi teselli edenin yine kendimiz olduğunu çoğu kez fark edemeyiz. Dünyada hiçbir şey yoktur ki kendimizden ayrı olmasın.

Nihan Kaya
İyi Toplum Yoktur

Durmadan Sevgi’nin gözlerinin içine bakmaktan yoruldum galiba. İyi bir öğrenci değildim. Hepiniz dünya çapındaydınız. Devler savaşı yapıyordunuz. Herkesin gözüne bakmak zorunda olduğumu sanıyordum. Savaş bitsin istiyordum; fakat, anlaşmaya hiç niyetiniz yoktu. Sizleri izlemekten yorulmuştum. Acaba şimdi ne yapacak? Bu söze kızdı mı? Düşünür dururdum. Sonra, kendimi teselli ederdim: Onlar kendi başlarının çaresine bakarlar. Oyunlarınızı heyecanla seyreden saf bir seyirci gibiydim.

Oğuz Atay
Tehlikeli Oyunlar

  • Gene de gerçek bir sevgili, teselli olabilir.
  • Bunun için, onun da seni, senin onu sevdiğin gibi sevmesi gerekir.

Orhan Pamuk
Kar

İnsan bilmediği bir acıyı teselli edemez.

Alexandre Dumas
Kamelyalı Kadın

Yaşamadım. Çocukluğumu, gençliğimi, yaşamadım. Hep kafamın üzerinde yürüdü vücudum. Seni seviyorum sözünün bir yalan, bir teselli, bir alay olarak bile muhatabı olmamak.

Cemil Meriç
Jurnal

Hayatta ne zaman mutlu olsam, bunun en iyi günlerim olduğunu hatırlatacak bir mutsuzluk habercisi daima karşıma çıkmıştır. Ya bizim kültürümüz bunlardan çok fazla yetiştiriyor ve ihraç edilemez olduklarından başımıza kalıyorlar, ya da dünkü mutsuzluklarını şimdiki zamanda yenmeye uğraşmayanlar, başkalarının mutluluklarını da sınırlayarak teselli buluyorlar!

Buket Uzuner
Kumral Ada Mavi Tuna

Hayatının en mutlu zamanlarını iyi değerlendir; bu zamanlar öyle kısa ki! Bu günleri iyi değerlendirerek yeteri kadar mutlu olursak, nefis anılar yaşlılığımızda bizi teselli etmeyi ve eğlendirmeyi sürdürür. Bunları kaybedersek? Can yakıcı pişmanlıklar, vicdan azapları bizi yakar ve ölüme yaklaştıkça yaşlılığın ıstıraplarıyla birleşip gözyaşları ve acıyla bizi çevreler.

Marquis de Sade
En Çok Kendisine Yabancıdır İnsan

Mümtaz kendi sıkıntılarının hikâyesiyle başkasını teselli etmek isteyen bir adamın sözünün bir türlü bitmeyeceğini birkaç defa tecrübe etmişti.

Ahmet Hamdi Tanpınar
Huzur

Bununla beraber benim için şöyle bir teselli noktası da yok değil; mağlûbum, fakat düşmanla göğüs göğüse çarpıştıktan, son kurşunu attıktan sonra yere serilen bir asker gibi mağlûbum.

Reşat Nuri Güntekin
Acımak

Etrafıma kırıldığım zaman beni sen teselli edeceksin, işte o zaman ben her şeyi unutarak senin boynuna sarılacağım,” diyorsun. O zaman bende senin boynuna sarılarak hiç, hiç bırakmayacağım. Sen herhangi bir şeye üzülürsen seni kollarımın arasında avutacağım. Eğer gözlerinden bir damla yaş gelirse, güzel gözlerini sıcak dudaklarımla öperek kurutacağım.

Sabahattin Ali
Canım Aliye, Ruhum Filiz

İnançları zayıflayan insanlar kiliseleri boşaltıyor, bu mağazalara doluşuyorlardı. İnançsız ruhlar artık bu mağazalarda teselli buluyordu.

Emile Zola

Ve biz onlara diyeceğiz ki:
Hesaplaşma günü geldi. Şimdiye kadar yalnız din kitaplarında yargılandınız. Biz fakirler, zavallılar, yarım yamalaklar, bu kitapları okuyup teselli olurken içinizden güldünüz. Ve çıkarlarınıza baktınız.

Oğuz Atay
Tutunamayanlar

Gücenmeyiniz, dedi, şiirlerinize teşekkür ederim. Sizin her gelişiniz benim için büyük teselli. Fakat hep birbirinize benziyorsunuz. Bir zevkli tecrübe, sonra elveda. Nevzat da öyle yaptı. Bir son vapur bahanesi kâfi.

Peyami Safa
Selma ve Gölgesi

Bir ihtiyaç, derin, mukâvemetsiz, zâlim bir ihtiyaç, ele geçmesi muhâl olan bir kadın ihtiyacı ruhumu yakıyor; bir kadın, kalbimin bütün yaralarını saracak nazik ellerle, gayr-i kabil-i teselli matemlerimi unutturarak hararetli nazarlarla, ruhumun bu cevf-i melâlini dolduracak rakîk bir kalple bir kadın; bir kadın ki bütün harap olmuş gençliğime samimi yaşlarla ağlasın, dizinde hayatı-mın bütün elemlerini ağlayabileyim; bir kadın ki bu yalancı vaatlerin, ağlayan emellerin, âh eden ümitlerin matemlerini şefkat ve sadakati ile teselli etsin. Bu vefasız, bu kalpsiz kadınlardan, hatta aşklarıyla, hatta vefalarıyla bile zehirli yaralar açan, şebâbımın bütün hararet ve perestişini söndüren bu kadınlardan gelen merâretlerimi göğsünün üstünde ağlaya ağlaya unutayım…Böyle bir kadın ihtiyacıyla bütün gençliğim işte mahvoluyor: Ölüyorum. Birkadın ki bir hemşîre olsun, bir zevce olsun; yok, yok bir vâlide olsun, bir vâlidedeki her şeyiyle bir kadın, fakat kalbiyle, vefasıyla bir vâlide.”

Mehmet Rauf
Kadın İhtiyacı, Siyah İnciler

Ben teselliye muhtaç değilim karıcığım, sen de teselliye muhtaç olma…Teselli, ekseriya, tamiri mümkün olmayan hadiseler karşısında verilir ve alınır. Halbuki bizim halimiz öyle değil.

Nazım Hikmet
Piraye’ye Mektup
(6 Şubat 1934)

Objektif bakımdan, ezilenlerin teselli olarak bir Tanrı’ya inanmaları, halk yığınlarını mücadeleden uzaklaştırmaktan başka bir sonuç vermez.

Jean-Jacques Rousseau
Eşitsizliğin Kökeni Üzerine Söylem

Bir felaketzedeyi en fazla, teselli eden ağlatır.

Muallim Naci
Ömer’in Çocukluğu

Şunu da arz edelim ki, gerçek bir din, insana güç verir, onu niyete hazırlar, onu en düşünceli ve üzüntülü günlerinde teselli eder. Böylece insanın gelecekteki hayatı korunmuş olur.

Ömer Nasuhi Bilmen
Büyük İslam İlmihali

Beni teselli etmeye geldin. Ne kadar incesin. Ama beni teselli olmuş görünce küplere biniyorsun.

Oscar Wilde
Dorian Gray’in Portresi

Ben belki teselli edilmeye muhtacım, fakat bunu istemiyorum, anladın mı? Ben, yalan söylenmesini istemiyorum.Hem bu ne budalaca teselli! Aldandığımı anladıktan sonra daha fazla sıkılmayacak mıyım?

Peyami Safa
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu

Geçmişimi kusmaktan ve acılarım için başkalarından teselli beklemekten vazgeçeli uzun zaman oluyordu.

Aslı Erdoğan
Kabuk Adam

Güzel görelim, güzel konuşalım, güzeli arayalım. Güzelin bendeleri olalım. Ola ki yaralı ruhlarımız teselli bulur.

Kemal Sayar
Başı Sınuklar İçin Kılavuz

Teselli edici sözler kişinin üzüntüsünü azaltmaz, aksine artırır. Önce kişilere üzülme, yani kendilerini ifade hakkı tanımak gerekir.

Nevzat Tarhan

Din hayata anlam veriyor ve teselli ediyor. Kriz anlarında aczini anlıyor insan, hekimi kutsal bir canlı olarak görüyor hâlbuki şifa Allah’tan. İnancı zayıf olan kimse ameliyata sorgulayarak giriyor ve teslim olamıyor dolayısıyla kaygı yükseliyor, terslikler yaşanıyor. Tevekkül ve teslimiyetin içindeki hazzı yaşayamıyor. Teslim olunca musibetler karşısında yalnız olmadığının bilincine varıyorsun.

Nevzat Tarhan

Aslında Heidi nin dediği gibi mükemmel bir teselli ilişkisi olabilirdi onun için.

Jackie Braun
Teselli İlişkisi

Her makama göre teselli arayarak bu yolda ilerlenir. Teselli bir şeyle veya biriyle olur. Benle tek başına olmaz. Teselli ancak Hakla olur. Hak isim-sıfatı ile canlıyı ve hayatı tanımak genel bir kural hâlinde Divan da işlenmektedir. Hemedânî, insan niçin huzur bulması gerektiğini sorar. 38 Çünkü insan ilim, idrak ve temyiz gücüyle hayvanla aynı sınıfta olma durumundan hayâ, utanma, keder duymalı ve bu konuyu dert edinmekle huzursuz olur. Ancak huzursuz olan huzuru aramaya çıkar. Ayrıca arayan derviş niçin insan olmak gerektiğini bilir ve insan olmak mücadelesini bu bilince göre verir. Öncelikle arayışta olan kalp dünyadan teselli umudunu kesmelidir ve gören olmak, Hakka tam teslimiyet, güvenmeyi, iman etmeyi öğrenmek zorundandır. Hayatın en alt rütbesi dünya ile teselli olup onunla oyalanmaktır. Bu da hayvani yaşama benzer.

Mehmet Kasım Özgen
Hoca Ahmed Yesevî’de Hikmet-Erdem ve Ahlak İlişkisi

İhtiyarlığa girdiğim zaman; bir gün güz mevsiminde, ikindi vaktinde, yüksek bir dağda dünyaya baktım. Birden gayet rikkatli ve hazîn ve bir cihette karanlıklı bir halet bana geldi. Gördüm ki ben ihtiyarlandım, gündüz de ihtiyarlanmış, sene de ihtiyarlanmış, dünya da ihtiyarlanmış. Bu ihtiyarlıklar içinde dünyadan firak ve sevdiklerimden iftirak zamanı yakınlaştığından, ihtiyarlık beni ziyade sarstı. Birden rahmet-i İlahiye öyle bir surette inkişaf etti ki o rikkatli hüzün ve firakı, kuvvetli bir rica ve parlak bir teselli nuruna çevirdi…

Senenin ihtiyarlık mevsimiyle benim ihtiyarlığım, kalenin ihtiyarlığı, beşerin ihtiyarlığı, şanlı Osmanlı Devleti nin ihtiyarlığı ve Hilafet saltanatının vefatı ve dünyanın ihtiyarlığı; bana gayet hazîn ve rikkatli ve firkatli bir halet içinde, o yüksek kalede geçmiş zamanın derelerine ve gelecek zamanın dağlarına baktırdı ve baktım. Birbiri içinde beni ihata eden dört beş ihtiyarlık karanlıkları içinde, Ankara da en kara bir halet-i ruhiye hissettiğimden (Hâşiye[3]) bir nur, bir teselli, bir rica aradım. Sağa, yani mazi olan geçmiş zamana bakıp teselli ararken bana mazi, pederimin ve ecdadımın ve nevimin bir mezar-ı ekberi suretinde göründü, teselli yerine vahşet verdi. Sol tarafım olan istikbale derman ararken baktım. Gördüm ki benim ve emsalimin ve nesl-i âtinin büyük ve karanlıklı bir kabri suretinde göründü, ünsiyet yerine dehşet verdi….

Kendi kendimi aldatmak ve yine başımı gaflete sokmak için İstanbul da haddimden çok fazla gördüğüm makam-ı içtimaînin ezvakına baktım, hiçbir faydası olmadı. Bütün onların teveccühü, iltifatı, tesellileri; yakınımda olan kabir kapısına kadar gelebilir, orada söner. Ve şöhret-perestlerin bir gaye-i hayali olan şan ve şerefin süslü perdesi altında sakîl bir riya, soğuk bir hodfüruşluk, muvakkat bir sersemlik suretinde gördüğümden anladım ki beni şimdiye kadar aldatan bu işler, hiçbir teselli veremez ve onlarda hiçbir nur yok. Yine tam uyanmak için Kur an ın semavî dersini işitmek üzere, yine Bayezid Camii ndeki hâfızları dinlemeye başladım. O vakit o semavî dersten و ب ش ر ال ذ ين ا م ن وا ا ل ى ا خ ر nevinden kudsî fermanlarla müjdeler işittim. Kur an dan aldığım feyiz ile hariçten teselli aramak değil belki dehşet ve vahşet ve meyusiyet aldığım noktalar içinde teselliyi, ricayı, nuru aradım. Cenab-ı Hakk a yüz bin şükür olsun ki ayn-ı dert içinde dermanı buldum, ayn-ı zulmet içinde nuru buldum, ayn-ı dehşet içinde teselliyi buldum. En evvel herkesi korkutan, en korkunç tevehhüm edilen ölümün yüzüne baktım. Nur-u Kur an ile gördüm ki ölümün peçesi gerçi karanlık, siyah, çirkin ise de fakat mü min için asıl siması nuranidir, güzeldir gördüm.

Bediüzzaman Said Nursi
İhtiyarlar Lem’ası
(İhtiyarlara Teselli Veren Eser)

Ve serptiğim tohumlar basak vermiyor. Camus nasıl abes gorebilir dunyayı? Demek dünya kademe kademe abes. Bu bir teselli değil bir mahkumiyet. Herkes gibi yasamak.

Cemil Meriç
Jurnal 1

Hayır; ona doğduğu günden beri bağlıydı. Hatta doğuşunun şartları düşünülürse, ona karşı minnettardı da. Pek az çocuk bu kadar zamanda bir eve teselli ve sevinç getirebilirdi.

Ahmet Hamdi Tanpınar
Huzur

Ebediyet hazin bir teselli mukafatı.

Cemil Meriç
Jurnal 1

Mamafih vaziyet de tuhaf. İlk defa tanıştığım ve bir gün evvel babasının ölümünü duymuş matemli bir kıza da hemen ilanı aşk edilmez ya… Ancak teselli verilir… Benim de ömrümde yapamadığım şey. Ne kimse beni teselli etmeli, ne de ben kimseyi… Riyakarlık tesellide son haddini bulur.

Sabahattin Ali
İçimizdeki Şeytan

İnsan hayat boyu ne zorluklarla ve sıkıntılarla karşılaşırsa karşılaşsın, ölüme yaklaşırken kendini teselli edecek bir şeyler buluyordu.

Yu Hua
Yaşamak

Belki dünyayı kökten değiştiremiyoruz ama yaralı bir ruha, dertli bir başa teselli olduğumuz her seferinde dünyayı azıcık daha güzelleştiriyoruz. Bir ruhun diğerine dokunduğu an, hayatın mucizesidir.

Kemal Sayar
Beni Sessiz De Sevebilir Misin?

Çocuk, kendisini evin emniyetiyle teselli edenlerin aslında onu bir zindana hapsedenler olduğunu fark edecek. Kendisine inandığında, kendisine güvendiğinde yürüyüp gidecek…

Kemal Sayar
Olmak Cesareti

Kitaplar insanın mutsuzluğuna teselli sandığımız bir derinlik katar yalnızca.

Orhan Pamuk
Benim Adım Kırmızı

Sadece teselli edilmek isteyenler teselli edilebilir.

Alexandre Dumas
Monte Cristo Kontu

Madem Kur’an-ı Hakîm’in bize verdiği en mühim bir ders; iman-ı bil-âhirettir ve o iman da bu derece kuvvetlidir ve o imanda öyle bir rica ve bir teselli var ki; yüzbin ihtiyarlık bir tek şahsa gelse, bu imandan gelen teselli mukabil gelebilir. Biz ihtiyarlar “Elhamdülillahi alâ kemal-il iman” deyip ihtiyarlığımıza sevinmeliyiz.


Bu dünyanın hayatı pek çabuk değişmesine ve zevaline ve fena ve fâni, akibetsiz lezzetlerine ve firak ve iftirak tokatlarına karşı bir ehemmiyetli medar-ı teselli ise, samimî dostlar ile görüşmektir. Evet bazan bir tek dostunu bir-iki saat görmek için, yirmi gün yol gider ve yüz lirayı sarfeder. Şimdi bu acib, dostsuz zamanda samimî kırk-elli dostunu birden bir-iki ay görmek ve Allah için sohbet etmek ve hakikî bir teselli alıp vermek; elbette başımıza gelen bu meşakkatler ve zayiat-ı maliye ona karşı pek ucuz düşer, ehemmiyeti kalmaz. Ben kendim, buradaki kardeşlerimden on sene firaktan sonra bir tekini görmek için bu meşakkati kabul ederdim. Teşekki kaderi tenkid ve teşekkür kadere teslimdir.


Eğer, bir saati beş farz namaza sarf etsek, o halde hapis ve musibet müddetinin herbir saati, bazan bir gün ibadet; ve fâni bir saati, bâki saatler hükmüne geçebilmesi ve kalbî ve ruhî meyusiyet ve sıkıntıların kısmen zevâl bulması ve hapse sebebiyet veren hatalara kefâreten affettirmesi ve hapsin hikmeti olan terbiyeyi alması ne derece kârlı bir imtihan, bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün…

Bediüzzaman Said Nursî

Hayat, teselli olmaktır. Kişi teselli bulduğu şeyle yaşar, onunla hayattadır… Dünyanın oyuncaklarıyla teselli olan kişi ‘dünya ile yaşayan’; Rabbinin zikri ve meşguliyeti ile teselli olan kişi ise ‘Mevla ile yaşayan’ insandır. Bu geçici yurtta, birbirimize en büyük vazifemiz tesellidir.

Yusuf Hemedâni
Rutbetu’l-Hayat

İyi, iyi; bunların hepsini Hüsamettin Albayıma söylerim. Mezar taşıma yazdıramam ya bu kadar şeyi. Söyle evladım, diye teselli ederdi annem beni. Söyle de içine hicran olmasın. Hicran oldu anne.

Oğuz Atay
Tehlikeli Oyunlar

Tek tesellim, kızım bu acıdan öldüğünde Bingley’nin de yaptıklarına bin pişman olacağından emin olmam.” Elizabeth böyle bir düşünceyle teselli bulamayacağı için cevap vermedi.


Aralarında saygı ve güven diye bir şey kalmamış, Bay Bennet’ın aile mutluluğu hakkındaki bütün hayalleri yıkılmıştı. Ancak Bay Bennet kendi düşüncesizliğinin neden olduğu bu hayal kırıklığını, kendi hataları veya kötülükleri yüzünden mutsuz olan birçok kişinin yaptığı gibi, bazı zevklere dalarak teselli arayacak yaradılışta bir adam değildi. Doğaya ve kitaplara düşkündü; işte bu zevklerini doyurmak onun başlıca eğlencesi oldu.


“Gerçekten çok üzücü bir konu ve büyük olasılıkla birçok dedikoduya neden olacak. Fakat biz zehirli dilleri susturmalı, birbirimizin yaralı kalplerine kardeşçe tesellinin merhemini sürmeliyiz.”


“Belki iyi niyetliydi, ama bu gibi durumlarda insan komşularını ne kadar az görürse o kadar iyi. Yardım
etmeleri imkânsız. Teselli edilmek de hiç çekilmez. Uzaktan zaferin tadını çıkarıp memnun olsunlar.”

Jane Austen
Aşk ve Gurur

Bu anda oğlunu tekdire değil, teselliye muhtaç bulan annesi, gülümseyerek: «Oğlum» dedi, «hastalığının sebebi buysa müsterih ol, sen iyi olunca her şeyi ben yaparım.»

Decameron
Boccacio

”İnkâr edenler: Kur’ân ona bir defada toptan indirilseydi ya!” dediler. Biz, Kur’ân’la senin kalbini pekiştirmek için onu böyle kısım kısım indirdik ve onu ağır ağır okuduk.” (Furkân, 25/32)
İbn-i Abbâs’tan gelen rivayete göre bu itirazı yapanlar, Kureyş müşrikleridir.30 Bu itirazı Yahudiler’in yaptığına dair rivayetler de bulunmaktadır.31 Görüldüğü gibi bu âyete göre, Kur’ân’ın peyderpey nüzûlünün en önemli hikmetlerinden ve sebeplerinden birisi, “Hz. Peygamber (a.s.)’ın kalbini32 sürekli olarak takviye etmek” ve “O’nu tesellî etmek”tir.33


Kur’ân’dan yeni bir şey nâzil olduğunda, Hz. Peygamber (a.s.)’ın iç huzuru ve kararlılığı daha da artıyordu. Kalbinin itminan bulması, özellikle endişe verecek sebeplerin ortaya çıktığı zamanlarda daha da önemli bir hale geliyordu. Çünkü âyetlerin sıkıntı anında nazil olması, daha önce nazil olup da sıkıntı anında o ayetleri hatırlamasından daha tesirliydi.37 Çünkü insan tabiat olarak, yaşamadığı üzüntüleri belli bir seviyeye kadar aklen anlayıp hissedebilse de bu anlayış ve hissediş, o üzüntüleri bizzat yaşamış kişilerin anlayışı ve hissedişi gibi olmamaktadır. Bundan dolayı asıl tesirli olan, tesellinin yaşanan olaydan hemen sonra olmasıdır. Yoksa olay unutulduktan sonra yahut yaşanmadan önce yapılan teselli, kişi üzerinde önemli bir tesir icra etmeyecektir.38

Zeki Halis
Hz. Peygamberi Tesellî ve Kalbini Takviye Bağlamında Tencîmu’l-Kur’ân

Kur’ân’da Hz. Peygamber’i (s.a.s.) teselli eden âyetlerin varlığı onun teselliye ihtiyaç duyduğunu gösteren en büyük delildir. Söz konusu âyetlerin çokluğu ise teselliye duyduğu ihtiyacın derecesini ifade etmesi bakımından önemlidir.81 Şüphesiz başta eşleri ve ashabı olmak üzere onu teselli eden insanlar vardı. Fakat bunlardan hiçbiri, kulu yaratan Allah Teâlâ’nın tesellisi gibi olamazdı.


İlgili âyetlere baktığımızda bu kelimenin daha çok kalp ile beraber kullanıldığı ve “kalbin sakinleşmesi, kesin bilgiye ulaşması sebebiyle huzur bulup şüpheden uzaklaşması ve rahatlaması, kendisine güvendiği bir varlığın anılmasıyla huzura kavuşması” anlamında kullanıldığını görüyoruz.35 Bu anlamıyla kelime, teselli olmak ve moral bulmak anlamlarına gelmektedir. Çünkü kalbin, huzurdan önceki hali huzursuzluk, rahatsızlık dolayısıyla kişinin mutsuzluğudur. Bu durum da kişiye bir teselli ihtiyacı, kendisini teselli edecek, dolayısıyla moral seviyesini yükseltecek bir kişi veya duruma ihtiyaç hissettirmektedir. Verilen teselli ile kişinin moral seviyesi yükselir ve huzura kavuşur ki bu durum itmi’nan olarak ifade edilir.

Salih Gedük
Kur’ân’da Müminlere Teselli, Moral ve Motivasyon

4 Ne mutlu yaslı olanlara!
Çünkü onlar teselli edilecekler.

Matta – 5

24 Ama vay halinize, ey zenginler,
Çünkü tesellinizi almış bulunuyorsunuz!

Luka 6

5 Eğer biri bir başkasını kederlendirdiyse, beni değil –abartmadan söyleyeyim– bir dereceye kadar hepinizi kederlendirmiş olur. 6 Böyle birine çoğunluğun verdiği bu ceza yeterlidir. 7 Aşırı kedere boğulmasın diye o kişiyi daha fazla cezalandırmayıp bağışlamalı ve teselli etmelisiniz. 8 Bunun için ona duyduğunuz sevgiyi yenilemenizi rica ederim.

  1. Korintliler

Bilesin ki, basîret ve yakîn ehline göre “canlı”, avunup tesellî olan kişidir. “Hayat” da avunmak ve tesellî olmaktır. Yedi kat gök ve yerin mahlûkatı, tesellî ve huzur bulma konusunun özünde hem-fikirdirler. Ancak tesellî olma ve huzur bulma yerleri farklı farklıdır. Herkesin kendi makâm ve durumuna göre bir tesellî yeri vardır. İnsan onun varlığı ile huzur bulur, rahatlar ve sâkinleşir. Onu kaybettiği zaman muzdarip ve huzursuz olur.
*
Ama canlı ile hayâtı, tafsilâtıyla ve sûfî tâifesinin târifi üzere tanımak istersen bilesin ki, dünyâ süsleri ile tesellî olup avunan kişinin mutluluğu, bu aldanış sarayı olan dünyanın malını toplamak, biriktirmek, almak ve vermektir. O kişi dünya ile yaşamaktadır, dünya ile canlıdır. Bu durum, Âdemoğlunun hayat derecesi ve konumunun en değersiz, en aşağı seviyesidir.
*
Mü’min bir insanın tesellîsi ve huzuru, Kur’ân-ı Kerîm’in işâret ettiği şu şekilde olur: “Onlar inanmışlar ve kalpleri Allah’ı anmakla (zikirle) huzura kavuşmuştur: Dikkat edin, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzura kavuşur”14. “Dünya hayatına râzı olmak” ifâdesi, dünya ile tesellî olup avunanları kınamaktadır. “Ona bir iyilik gelirse yatışır, onunla huzurlu olur”15 âyeti dünya hazları ile tesellî olanlara sitem etmekte, “Huzurla yürürler” âyeti, dünya emniyeti selâmetiyle avunup rahatlayanları kınamaktadır. “Onlar inanmışlar ve kalpleri Allah’ı zikretmekle huzura kavuşmuştur”16 âyeti ise Hak Teâlâ’nın zikri ile huzur bulan, O’nu anarak tesellî olanları övmektedir.
*
Bir kimseye nefsi dost ve keremli olunca, o kişinin dinini yaşaması kolaylaşır. Kişi, gereksiz dünyevî şeyleri terkedip dünyadaki tesellîgâhını tahrib ettiği nisbette Hakk’ın zikriyle tesellî ve huzuru îmâr etmiş olur.
*
Din ile tesellî olan, Hak Teâlâ’nın zikri ile huzurlu ve mutlu olan kişinin yedi kat gök ve yer ile muhâlefeti kalmaz, herşeyle barışık olur.
*
İslâm ile tesellîden, imân ile tesellî noktasına geçebilmek için zikir tefekküre, amel müşâhedeye, göz gayba, nefs gönle, alenî olan gizliye ve zâhir bâtına dönüşmelidir.

Yusuf Hemedâni
Hayat Nedir?
(Rutbetu’l-Hayât)
İnsan Yayınları

Ben bir kitabevine girdiğimde orada on binlerce kitap olduğunu bilsem de, bilgi veren kitaplarla huzur veren kitapları ayırırım. Orada benim yaralarıma merhem olacak mutlaka bir kitap olduğunu bilir, onu aramaya koyulurum. O kitabı bulamadığım zamanlar da olur ama onun ihtimal dahilindeki varlığı bana güven verir. Teselli meselesinden arındırılmış, huzur verme gayesi taşımayan bir kitap, benim dünyamda enformasyondur, dokumandır, belki lüzumludur ancak kitap değildir.
*
Bugün ister edebi alanda ister sanatın diğer dallarında olsun insanın kalbindeki ağır yükleri hafifletecek eserlere ihtiyaç var. Dervişin Teselli Koleksiyonu, kendi içinde bir teselli koleksiyonu oluşturdu ve son yıllarda yayınlanan ümit ve teselli odaklı kitaplar arasında yerini aldı. Bu kitap öncelikle benim kendi ihtiyacımdı. Her insanın ihtiyacı, insanlığın ihtiyaçlarının bir izdüşümü olduğuna göre, başkalarının da bu kitapla kendi kederlerini dindirebilmeleri mümkün görünüyor.
*
İnsanlar bir esere ihtiyaç duyduğunda kalem erbabından birinin kalbine bu fikir ilham olunur. Allah kime nasip edecekse, onun kalemi bu mesele üzerinde işlemeye başlar. Dervişin Teselli Koleksiyonu da bir ihtiyaçtı ve gelinen noktada anlaşılıyor ki bu ihtiyacı başarıyla gidermeye başladı.
*
Kitapla teselli kavramı bence yan yana bile değil, iç içe duruyor. Kitap demek teselli demektir. Yıllar önce, kederli bir dönemden geçerken, şehirlerarası bir yolculukta, bir mola yerinde bir kitaba rast gelmiştim. Üzerimdeki etkilerini halen unutamam. Yazarı tanınmış değildi, adını bile hatırlamıyorum şimdi, kısmen acemice yazılmış da sayılırdı. Ama insan bir kapıyı çalmaya görsün, kapının ardından hemen bazı kıpırdamalar başlar. Kafa karışıklığı içindeydim, ayrıldığım kentin olumsuz hatıraları, varmak üzere olduğum yerde beni bekleyen sıkıntılar ruhumu daraltmıştı. O dar vakitte çalabildiğim tek kapı o kitaptı ve çıkmaza girmemek için tek çarem oydu. Ve okuduklarımdan öyle etkilenmiştim ki sanki o yolculuğu bir şehre değil, o kitabı bulmak için yapmış gibiydim. Ben hayatımda düştüğüm neredeyse her sıkıntıdan kitapların el uzatmasıyla çıkabilmiş biriyim.
*
Teselli kelimesinin unutturma, akıldan çıkarma, gönül alma anlamlarına geldiğini görüyoruz. Bu üçüncü anlam bana göre daha etkin. Teselli etmek, bizde de gönül almak anlamında kullanılır daha çok. Ancak kastım zihni, düşünceler yoluyla uyuşturmak değil uyandırmaktı. Çünkü acı karşısında kendini uykuya bırakan zihin eninde sonunda uyanacak ve acı gerçeğin daha büyümüş bir haliyle yüzleşecek. Benim aradığım teselli, çekilen acıya bir başka açıdan bakabilmeyi içeren ve kalıcı bir rahatlama hissini beraberinde getiren bir kavram.

Mecit Öztürk
Röportaj

Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) ölüm anına yaklaştığı zaman, sık sık ıstıraplar bürümeye başladı. Kerîmeleri Hz. Fâtıma (r.a.) ‘Vay babacığım, ne çok ıstırap çekiyor!’ diye yakınmaya başladı. Peygamberimiz, kızını şöyle teselli ediyordu: “Bugünden sonra baban ıstırap çekmeyecek!”

 
Yorum yapın

Yazan: 26 Şubat 2021 in Berceste, Bercestem, Şiir

 

Etiketler: ,