RSS

Etiket arşivi: Mehmet Solak

Bir Acûzenin Yakarışı

sen hiç üşüdün mü
kucağında gözleri yemyeşil
benzi boz bulanık bir hüzün
üşümek nedir bildin mi
ayaküstü zamanı uzatmak
akşamdan dallarda
sabahtan kaskatı yerde sığırcıklar gibi
içine büzüşmek sessizce

bildin mi
sarsıcı bir söz sonrası
nedir kat kat örtülere bürünmek.
serin suları yürümek ürpererek
en çok ölmeyi bilmek
ne ki gelişimiz kadar beklenen
gidişimiz
canciğer ikiz kardeşimiz

tanrım
biz neyiz ki bir acûzeden başka
yol göster bize, aşka
hoş kıl yüzümüzü
evimizde kalalım
yâ rahîm
yâ kerîm

Mehmet Solak

 
 

Etiketler:

Kıyısızım

kimseye kıyım yok benim, kıyısızım
benim uçurumlara yakışan sûret
kendime ayırdım yalnız yalnızlığımı
yazdan güze güzden kışa biteviye akan
bir içdeniz gibi en içime dolan

nice nehirler akmakta bahçeme
nice köprüler kurulmakta sözsüz
kim indi kuyuma,kim(in) di bilir misin
kûy-i yâre bırakıp giden kalbini
çürümüş yazlardan geçerek
son yaprakları son aşkları son hüzünleri
bırakarak ıssız yolculuğuna çıkan,kim
başkasına sığ kendisine derin bu mevsimde
serkeş akşamlara küskün yollara yoldaş

ne olur sarartma beni ey güz
“huysuz konuk”uyum ben bu şehrin
ince parmaklarınla kapa gözlerimi
yaslı sözlerle teskin et ben yolcuyu
sanma ki “safâdan sema-ı râh ederim”
bu ateşten mevsimin kıyısında

Mehmet Solaksahil

 
Yorum yapın

Yazan: 11 Mayıs 2017 in Türk Şiiri, Şiir

 

Etiketler:

Adına Hazırım

1.

parça pörçük
bir şiir bu
hem bütün benim gibi
ha var ha yok

2.

rutûbet kokuyor genzim
balçık her yanım kara balçık
çözüldü çözülecek dilim
koptu kopacak tufan
el aman

3.

ne
zaman boşalacak
bu gergin bu meyus yay
alın çatına dünyanın kötücül aklıma
kaçak sayılsak da kehânet gecelerinde
yarım kalsa da suçumuz
alıştık kalbimize yenilmeye
alıştık nietszche’nin ölümüne
dar vakitlerde ölmeye
ya hallâc-ı mansûr’a

takvimler göstermese son günü
ne çıkar uzun gelse
çentiklenmese hayat birikmese
yok olsa denizde masmavi köpük köpük
gecikse attar’ın anka’sı zümrüt siyahı
kopsa tufan kim erer salâha
nuh değilse adı kim

körelen bir bilmece bu
eksikte yok olan parçada bunalan
kelâmı olmayan mihrap mı ne
ne karıncasız yaz ne vahasız çöl
yetebilir mecbur kalbime
sultanı olsa da bir güzeller güzeli
gökten üç elma düşse de tek evime
çıkamam kerevetine
neden

4.

kim sussa
kim yalnız kalır
kim tek başına, nerede
duvar altında kalmasa hâlâ
çıkabilse çan seslerinden
hac yolunda kervanların önünde
uçsuz bucaksız bir anda
ipek yolunda, kuşkulu
allah bilir, kim

5.

söyleyip kurtulacağım
sözlerim (mi) var baht-ı siyah
adımı geri verdirtmeyecek
mezarda bile kanayacak kımıl kımıl
kararlı ve katı
şeytanın
kulakları çınlasın

oysa her söz fazladır biraz
biraz daha yakın ölüme
köpekler düşmüşse peşine
sır üflenmişse apansız
açılmışsa aklımızı yaran yarık
suç ve ceza ve diriliş
sessizce geçmişse önümüzden melekler
yağmuru beklerken biz
güneşi ve yari
bir deri bir kemik

6.

bir ateş tesellisi
bir tatlı söz
her akrebin içinde
kalamadığında şeksiz şüphesiz
örtün beni örtün, diyeceği bir vakitte
büzüştüğünde yine kendine
içini soğutacak kor serinlik
mühürlenmiş evlerden
serperek duasını yüzlere bir bir
esirgenmek için

kucakla-mak için
(-ya bilmek için) ol kelimeyi
çok günahım var, biliyorum
bağışlanacak
çok ad, anmayı unuttuğum
yıllardır levh-i mahfuz’da
aliyyül âlâ

7.

sehven yaşanmış bir hayat
için nedir elzem olan
sağa selam secde-i sehiv
var mı kitapta yeri
hangi kitap
sonra yeniden yazılmışsa
tahrip makamında
yenilendikçe yenilmişse
kim

bir de öteki çıktı şimdi
gökten zembille inmedi, malum
bir başkası mı ben
hani demişti ya rimbaud
yoksa benden içeru
benden gayb
bir ben mi var bende

aklım mı karıştı ne! hayır
ahvalime sığındım mı çırçıplak
şeytan girse de aramıza mütemadiyen
gecikse kimileyin çok gecikse mehdî
su gibi aktım su gibi su
kûze eylenmek için kûzâha inat
cerh tadil
c e r h ta dil
tadilcerh

8.

hiç beden aramadım belâ’dan
ne sözüme ne kendime
kimse sormadı ister misin
diye hiç kimse, neden
bürünmek için ete kemiğe
nefes almak körükçe
sehven ısırmak elmadan sehven
ısırdıkça ısırmak sonra şehveti
bir olamadan bir, bir
olmak ne zaman
ne

ne sözler söyledim
ne hazlar yaşadım ne
ne söyledimse kimin için
yaşadımsa kimin kim
kaç söz kaç haz eder
kaç haz neye tekâbül
– haz sayılır mı hiç ey ahmak-
haz! .. haz… hazırım
hazırım bir volkan gibi solumaya
kül kül zonk zonk
işte akıyor magma
m
a
g
m
a
akma!
a
l
e
v

a l e v

huuu!

ya hu
hu

9.

diriler kimi çağırır ölüler kimi
sökülmüşse teğelleri sırmalı kaftanın
kime ne kamıştaki zâr’dan
korarmış milden, mil mil
gözleri kör eden aklı karartan
o sağır kuyudan

gölden kime ne melâlî
haşim’in acem seccadesi
nerde o mükedder belde
hangi yolun sonunda
kertik yolculardan âzâde
unutma kendini diyen yani kalbini
unutma boynundaki bıçak izini
unut ama dört işlemi önce bölmeyi çıkarmayı
imlâyı –bînizâm imleri-
ayraç aç ve kapa
(sus)

sus
konuşma diyemem, sus
kovulursun yoksa cezbeli ayinlerden
dizleri dibinden mürşitlerin
ağaların hanların hamamların
duldasından bir bir, bir ömür
seğiren anılardan bile
bir boşluk bırak ardında
zaten boşluk önümüz ardımız
sağımız solumuz
sobe!

sobelendinse bir kez
duyulur mu çarmıhta
uçurum mübadelesi sesin
kurşun dokunuşu şakaklarında
ölüm:
s.o.s

ölüm olmasa
demedim hiç
desem de ne fayda
el hak
“ölüm bize ne uzak
bize ne yakın ölüm”
tatmadık ölümsüzlüğü
kim tatmış ne zaman nerde
azalan bir tesellî
çoğalan bir ağrıysa
yaşamak

10.

biraz fazla, belki
çok fazla gülmek için hayat
buzla ovmak donmuş parmakları
her rivayete kulak vermek hemen
ravisi kim
bilmeden adres defterlerinden
medet umarak hükmü kalmamış
sadra şifa bir söz bulmak
marifet susmaktır demiş
bir derviş, bilmiyorum kim
unutmak olmalı belki
unutmak diyorum kötülük çiçeklerini
bir türlü unutamasam da
üstüne abanan birden
deniz gibi toprak gibi
ölüm gibi erken gelen
dağlar kızı’na nicesine
nicesine oy oy

erken ölüm yokmuş oysa
her ölüm vakitliymiş meğer
vakti saati varmış er ya da geç
vakti saati
ne zaman
kim bilir kim

11.

çok konuştun ey gafil
sol yanından mı kalktın yine besmelesiz
şehadet getir allah muhafaza
bilmez misin ne oldu deli dumrul’a
pervasız abdal’a cellâl ömer’e
hâşâ! hâşâ!
kastım devadır, derdnâkım
el çek talip, yaramdan
helâkım
helâkım

12.

el çektim yaramdan
desem çekemem
gömleği gözlerimde kınalı yusuf’un
pıtır pıtır dökülen kurtçuklarım
çorap kaçığı teninde eyyub’un
işte kanla kirlenmiş evrak
daha ne sayayım ağlıyorsa tarih
kanıyorsa ogünbugün
elimize yapışmış kalem

eksik çok şey var çok
benden sana senden bana akmayan
ey hayat
çatladı aynan taştı ardında boşluk
kim bilir kim yitik
kim bulundu arandığı yerde
müşahhas ve müsellem
kim muhkem
kim

13.

bırak soru sormayı
sorma da gör, bırak
boşalsın zembereğin bir anda
– bak takılmış en başta-
eksile eksile uzasın zaman
dile gelsin dil söze gelsin
silinsin geçmiş gelecek olmuş olacak
ha hikaye ha masal ha şiir
dönsün çağrılan yalvaç, memnun mu ki yerinden
sorma
kuşlar kanatlansın pır pır
kuşbazlar pusuda kalsın gaddar mı gaddar
cellatlar sehpada yatakta kimileri
sofular en ön safta
hemen ardında imamın, sırtında
gani gani olsun diye sevabı
tüccar kârda
bu dünyada

bu dünyada sanki
yasak soru sormak
kim mühürledi dilimizi
kim

sorsam ne çıkar hem
sormasam ne
nedir ölümü rehin alan
sormak fiyaka mı
ne

14.

buradayım işte
gizlesen de çalı çırpıyla
sayılarla pürtelâş sarargın yüzümü
sana inat buradayım
işte ben neredeysem
öznesi kendi nesnesi kendi
bağışlanmak dilenen yine de
muhtemel her fail-i meçhulden

biraz küstah belki
had bilmez değil
tükendikçe sabır
söndükçe ışıklar bir bir
adımı siler kendimi beklerim
bilirim zaman alır
kendimi beklemek
bir ırmak şırıltısı duymak hafiften

15.

bir yarayım ben bir yara
kanadıkça yarılan
nafile bunca kelime bunca şiir
hangi söze sığar bu çığlık
bu hüzzam bu keman bu mülteci
sanma ki kapanır eski defterler
sararsa da yaprakları samansı
canlanıverir bir süzük bakışta
bir dokunuşta, ne varsa
sakladığı, saçar ortalığa

boşuna çarpmak toplamak beni
boşuna ahvalim sormak
soyulup kanamaktan
yoruldum artık daraldım
uyuyup uyanmaktan
neden

16.

uyumak hayat verir oysa insana
“bir sanrı değilse yaşamak”

17.

elbet sana döllendi
bütün huylarıyla gövdem
tamamlansın diye eksik yanlarım
eksik kalmak niye
niye söz uçar yazı silinir
geviş getirir develer dinlenirken güneş altında
ritmik yürürken müs tef i lâ tün
tef’ileler tüm
dökülmez kirpikleri, kime güzel görünsün diye
sevindirik olur yeni yetme kızlar
domuran yerlerine bakıp aynada
bir o yana bir bu yana dönüp durup
kıs kıs güler şempanzeler elleri meşgûl

eller mi!
ah o eller
geren ve gevşeten
akla ziyan eller
kimin

18.

bir delilik sınavı mı bu
cinnet hangi soruda hangi seçenekte
hani göremedim yok mu ne
cennet’in ce’si son soru hem de
tesadüf mü yoksa tevafuk mu
böyle gelmiş böyle giderse bu heyula
bir bulut yumağı olmazsa dünya
hep böyle kalacağım
hep böyle
böyle çivilenmiş
böyle biçilmiş
böyle karnında balığın
iki büklüm tor topak
bin bir desise
desise içinde desise handiyse
neden

19.

ey pîr-i dessas
git kapımdan dokunma tokmağına
yaldızları bulaşır yoksa eline
kursağında kalır hevesin
git yanlış değilim ben
yandaşın değil hiç
kimin yanlışıysa alkış
o yandaşın
ona git

20.

el versin pîr-i mugan
aksın mey dolsun kâse-i nun
berzahta, kalmasın korkuların

21.

korkutulmuş bir çocuk mu var içimde
haydi inelim en derine hekim kim
yok çocukluğumla alâkası biliyorum
yetişkin yaşadıklarımdan işaret
çevrimdışı oluşum
bundandır belki sandığımdaki maskeler
yakmak isteyişim ormanları birer birer

bir esrar mı yoksa cezbeden
bir muamma mı var bildiğin
yahut bir ebcet
kim olmadığımı ele verecek
çekilip kabuğuna kıvrım kıvrım
orda mesut müreffeh
günler anlatacak

karantina günleri meselâ
şubat çalgını kocakarı ayazına denk
kendi tapınağında herkes
iki ayazma arasında muhlis
yaşarken bilmece-bulmaca
soldan sağa devlet
yukardan aşağıya din
çıkarken bütün kareler
kim ihbar eder kimi
iki namlu arasında kalmışsa

22.

kontesi kim vurdu
bilmedim duymadım hiç
hangi kontes hangi kontun
geçmişte kalmadı mı onlar paşalar gibi
demeden daha hatırladım hemen
kortej hazırmış meğer
hangi birini sayayım bir bir
nisyan ile malul
değil mi insan

23.

nisyan mı dedim, isyan
desem ne değişir acaba
çıkar mıyım dinden imandan
bir talakım düşer mi cüftümden
– damdan düşer gibi-
tazelesem imanımı kurtarır mıyım nesebimi
boyun bükmeliyim değil mi
sakalını sıvazlar takkesini yerleştirirken tam tepesine
hâce-i muazzama
mülâyim mi koydunuz adımı
bir adım var zaten doğduğumda konmuş
atalara uyulmamış beklenmemiş hiç
ismimi bulayım ismimle müsemma olayım
islenmiş bedenim belki ondan
kime yoldaş kim bilir
nehrine dar gelen bu havza
kime

24.

şairim ben hatemü’ş-şuara
olamasam da -kaddesallahu sırrahu-
söz saklamam karnımda
karnaval şamanı değilim çünkü
avunsun diye evlâd-ı iyâlim
suçsuzum, suç gizlemez şiirim ne de aşk
harfler eşkâlim ekber şeyhim
kâh elifim kâh nun kâh mim
kalamam burada böyle muazzep
bir memeden öbürüne körleme
öteki koyundan beriki barka
şekerli sakız çiğner gibi böyle
telâşlı çingene
olamam mülemma

25.

bir yenilgi mi bu, yakın
bir istilâ sessizliği
kendini sızdıran ağır tahrik
kuzeyden güneye kızıl
batıdan doğuya yeşil
kandan dumandan ve yastan
kim güne benzemişse geceden
arsız ve ısırgan
hiç acele etmez mi büyümek için çocuklar
sonra ölmemek için emdikçe dünyayı
kurşun dökmeli belki
tütsü tütmeli biraz köşe bucak
üç beş üzerlik defetmek için
çarçabuk buğulu
başlayan devrimi

kim rahat bırakır renkleri
ayları ve günleri
kim

26.

bir rengi var mı her insanın
kokusu gibi kendine has
kafka’nın rengi neydi meselâ
günahın rengi mi
hangi sarı van gogh’un
kim üşür hangi renkte her mevsim
çıplak ayaklı picasso mu
en yaslısı siyah en acısı kahve mi
eli kırbaçlısı kırmızı en körü
hangisi göçmen hangisi yerli
bir şey akıyor içime çivit mavisi
ayaklarımda kurşunî bir ağırlık

sonu yok (mu) renklerin
kim kimin rengine boyanır kim alaca
palyaço kimi aldatır, güneşleyin
renk vermiyorsa çiçekler sesimize
hiçlenmişse söz
kimi

27.

nedir tebelleş olan bu yaz gününe
yazıyı ısıtırmış yaz ne zaman
düşerse karpuz kabuğu denize
ha yaz ha kış zor ısınır yazım
oysa yazılmak içindir kaynayan kan
depreşen yalnızlık
soruları saklıbahçenin
öpülmek için her kadın güzel kalsın diye
yağmur yağmıyorsa her yazıdan önce
sonra ebemkuşağı akmıyorsa renkahenk
kurtadam olmuyorsa şair her dolunay
kim yazar şişi kebabı tandırı
yakma pahasına kazı onca yıldır kaynayan
kim çağırır sırâta hakk’ı
kim

28.

nedir
kılıçtan keskin kıldan kalın
kesen başı bitiren savaşı
yal ü bal olan erenler dilinde
koklasam kalbimi
bahar değer mi gözlerime
göğerir mi yine ellerim

29.

yoruldum tanrım
yoruldum aramaktan
aramakla bulunmaz olanı
biliyorum saplandı bir kere çivi
kanırtsam ne fayda
paslı ve ezik başını
iliğime işlemiş ne kemik
ne et kalmış hayata karışacak

30.

yas tutsam faydasız
sökülmüşse ağzım sarkmışsa dudaklarım
iğne iplik tutmuyorsa hiç
perde yetmiyorsa sımsıkı örtmeye içimi
kim çeker tırnaklarımı kökünden
uyuşturmadan beynimi
son bir kez deri atamadan
mankurt bir yılan gibi
şu taşın dibine törenle
her aybaşı

31.

ya bitiremezsem bu şiiri
kırkını çıkaramazsam ne yaparım
şirpençe çıkar mı dilimde
yavuz gibi kalır mıyım sefer ellerde
ölsem ne çıkar ölmesem ne
diyebilsem de heyhat
müstafî sayılırım hemen
teşahür erbabınca

32.

kuşku tutmuyor, neden
herkese yetecek kuşkum var oysa
bir başı bir sonu her esatirin
kime mağlûm kime meçhûl
her masala uygun tekerlemem
kaf dağı, padişah kızı, tellâl
hayal içre hayal
olsa da

33.

ne desem lâf ü güzâf
esenlik yok otlara bile
ateş yaktıkça su soğuttukça
saklandıkça yasaklar böyle tutsak
kalacağım cem gibi

34.

her yer mor menekşe
her yanım hüzün sağanağı şimdi
adını ne koymalı bu hayatın
bilmem ki soğuk sular dökünüp
çıksam sokaklara üryan
serinlik değer mi alnıma
güneşli günler için sakladığım
kurumuş yapraklara
bir çalkantıysa zihnim boz bulanık
uzayan bir ayrılıksa ömrüm
ne koymalı adını
her yalnızlıkta bu hayatın

35.

kimden miras bana
bu dikişsiz keten
kim ilikler kim çözer düğmelerimi
kim diker söküklerimi
yalanlamadan tanıklığını
mehtap dalgını meleklerin
hani nerede
gelincik ödüncü yanaklarım
düşlerimi ıslatan uğultulu sularla
beni uzaklara aparan yelbir
terli taylar
kopuk gelen dört nala

soyunsak mı sulara
yangın yakamozlara

soyunsak
nasıl da eskir birden
gövdemizi epriten zaman
rehavet çöker sabah erken
akşamda kalan denize ve kumsala
bu akortsuz gitara

36.

nerde beklenen ulak
ipim kalmamışsa kime ulanacak
kimi yakacak bu nar
kim masum kim cürümkâr
bilmem cüretkâr gecelerden mi tevarüs
bu sırıtkan hatırlayış bu haykırış
çıkar mı saplandığı yerden bu hançer
köpürse nehirler deli devlek
açılsa kapılar
batın
ve
zahir

37.

kelimeler olmasa
ne yapardık tanrım
şeyler olmasa gizli ve aşikâr
tekvin olmasa bu alçak dünya ins ü cin
gayba mahreç olmasa kün
zuhûr etmese ma’dum
cinlenir miydi mecnûn dillere destan
yol bulur muydu ateş denizinde
mumdan gemiler

ayaklarımın altında ırmaklar

38.

yolumuz nereye kadar
ne kadar uzar böyle ıssız
kırarmış saçlarımıza inat
güneşle inilen puslu kanyonlarda
öfke bileyen derbentlerden
geçer mi barbar köylerinden
daha şafak sökmeden derin uykularda
kaygı basmadan aman dinlemez dağları
ne kadar uzar ne kadar
bu yerli yerinde sürgün
var’dan yok’a hayret
olupduran
dur
ve
an

dur ki soluklansın an
eşkâlin olsun sûret
karanlıkta kalmasın vicdan
vecdi an
hayRan
hayyy r aaan

39.

neden akşamdan sabaha
adını sayıklar
senin olsun isterim
gördüğüm bütün harfler
hep senin muhbir gölgeler

neye baksam sen
mahbûb
kim/sen

40.

adına hazırım
adım adım
adın
adım

Mehmet Solaksiir-fotograf

 
Yorum yapın

Yazan: 11 Mayıs 2017 in Türk Şiiri, Şiir

 

Etiketler:

Sorsam Usulca

kaldı mı kimi kimsen
iki adres arasında kahırdan
boyuna eksilen senden
temkinsiz bir rivayetin
vadesiz mektuplarından başka

kaldı mı…

en hazin şarkımın
rengi ol, sıfatı öyleyse
heveskâr esmerliğime sırdaş
içimde eskiyen siyah- beyaz bir filmde
mültecisin işte, kendinden
çıkacak yolun yoksa kime uzak
kime çıkar bilmediğin
ne sırtında hırkan sükûtu neftî
ne mührün lekesi cebinde

haydi in kendine bir kelime seç
kimsesiz harflerin sığınağı olsun
aramızda gezen meleklerin sesi
sırlardan bile sessiz nâzenin
bir kelime: adın olsun

Mehmet Solakkaldi-mi-kimi-kimsen

 
Yorum yapın

Yazan: 11 Mayıs 2017 in Türk Şiiri, Şiir

 

Etiketler:

Ölüm Fotoğrafları

ben ölümdüm
her akşam hüznüyle ölürdüm
oysa ne çok şarkı söyler yürürdüm
bilirdim her şarkı dokunur gönlüme
her adım tüketir adımı
ne de çok adım vardı
nereye dönsem deniz oradaydı
bir beyaz martı çığlık çığlığa
ağzında inci mercan nar
nârına ölürdüm

ben ölümdüm
kaçtıkça kanardı düşlerim
uykuya sarılır gözlerim kavgaya uyanırdım
kurşun asker değildim postallarım temizdi
omzum boştu lâkin bir başım vardı
kavlamış kulağım bereme gizlenmiş saçlarım
sonra kelimelerim olanca yorgunluğuma eş
yeminim her vakit alkışım
ısınmadan soğuyan soğudukça ısınan yatağım
ki akardım aktıkça genişlerdi suskun
her yağmur ürkütür yolda bırakırdı her kar
ben her seher ölürdüm

ben ölümdüm
denizin rahmini yırtınca o çirkin ses
yüzünce gövdesini köpürten hançer
açardım penceremi hayata inat
uzanırdım körfeze yaslanarak
her nöbet ısınırdı avuçlarım
katırtırnakları batardı sırrıma
kasılır tutardım büyürdü karanlığın ortasında
nicedir serpilen serap binnaz
nazına ölürdüm

ben ölümdüm
pusulam pusluydu rehberim kaçak
yani ben vuruldukça yarasını öpen
teleği tükenmiş kefeni biçilmiş güvercin
gerdanı gayya gözleri köz
öylece dalardım arastaya hüner beğenmeye
dostumu ünler küserdi kalemim
poyrazı savurur kıbleyi saklardım
yanardı ayaklarım bağrında sımsıcak kan
sûzan sana ölürdüm

ben ölümdüm
doyamaz ölürdüm

Mehmet Solakolum-siirleri

 
Yorum yapın

Yazan: 11 Mayıs 2017 in Türk Şiiri, Şiir

 

Etiketler: