RSS

Etiket arşivi: Necdet Adabağ

Fragmanlar

Fragmanlar II
(Ayrılık)

Gidip geliyorum evimin kapısına,
boşuna diliyorum yağmur ve firtına,
geçmesin istiyorum o kadın eşiği, çıkmasın dışarıya.

Oysa rüzgâr uğulduyor ormanda,
şimşek dolaşıyor çakarak bulutlar arasında,
şafak sökmeden önce.

Ey sevgili bulutlar, gök, yer ve ağaçlar
gidiyor sevgilim: Acıyın bana, âşıklar
için merhamet varsa bu dünyada.

Ey fırtına uyan; yarışın ey bulutlar;
gömün beni altüst olmuş Doğa’ya; güneş
başka toprakları gün ışığına boğuncaya kadar.

Gök yeniden masmavi; sustu rüzgârın sesi;
kesildi her kesimde yaprak, dal hışırtısı; yakıyor
gözyaşına boğulmuş gözlerimi acımasız güneş.

Fragmanlar IlII
(Taş Kesilmiş Kadın)

Söndü gün ışığı batıda,
ateş altında değil evlerin bacaları,
havlamıyor artık köpekler, insanlar suskun.

Döndü yüzünü genç kadın aşk çağrılarına,
buldu kendisini bir çölün ortasında;
daha mutluydu, daha alımlıydı başkalarından da.

Yayıyordu ışıklarını güneşin kız kardeşi
her tarafa; gümüşe boyamıştı, o yeri
çepeçevre saran ağaçları.

Dalların hışırtısı rüzgârda, sürekli;
ağlayan bülbülün sesinin yanı sıra;
ağaçların arasından akan suyun tatlı şırıltısı.

Pırıl pırıl deniz, kırlar.
Ormanlar ve dağların tüm tepeleri
birer birer kendilerini gösterirler uzaktan.

Kararmış vadiler dingin gölgesinde gecenin;
çiy yağdıran Ay, giydirmişti
aklığını sırtına çevredeki tepeciklerin.

Kadın tek başına ıssız yollarda,
duyuyordu yüzünü okşadığını tatlı tatlı,
etrafa kokular yayan rüzgârın.

Eğer keyif veriyorsa izlemek o manzarayı,
boşuna bir soru aslında; daha büyüktü o
keyiften o esenlik, yüreğinin söz verdiği.

Nasıl da kaçtınız elimden ey mutlu saatler!
Durmaz, kalıcı değil, hiçbir şey yeryüzünde
zevk veren umuttan başka.

Bakın, gece bulandı, karardı gökyüzü;
oysa ne kadar güzeldi, güzelliğinden
aldığımız zevk korkuya dönüştü.

Göründü bir kara bulut dağların ardından
fırtınanın habercisi, büyüdü büyüdü;
o kadar ki kapadı ayın ve yıldızların önünü.

Görüyordu onun yayıldığını her köşeye,
yükseldiğini havada yavaş yavaş,
kapladığını gökyüzünü başının üstünde.

Azalıyordu giderek gün ışığı
ve ormanda rüzgârın uğultusu,
keyif alınacak o yerde.

Gümbür gümbür yankılanıyordu
orman; öyle ki uyanıyordu ve uçuşuyordu
dallar arasında kuşlar korkudan.

Ve bulut büyüyordu, iniyordu
limana doğru, etekleri bir yandan denizi,
öte yandan dağları süpürüyordu.

Düşmüştü her şey zifirî karanlığın içine,
duyuluyordu yağmurun şakırtısı;
yaklaştıkça bulut, giderek artan gürültüsü.

Çakıyordu şimşekler ürkütücü bir biçimde
bulutlar arasında, kamaştırıyordu gözleri;
sapsarı toprak, kıpkızıl bir hava etrafta.

Dizlerinin bağı çözülüyordu insanın korkudan;
bir tempo tutturmuştu gürleyen gök;
tıpkı yükseklerden aşağıya inen çağlayan gibi.

Kimi zaman duruyordu ve bakıyordu
kasvetli havaya şaşkın ve koşuyordu sonra,
öyle ki giysileri ve saçları uçuşuyordu arkasından.

Bıçak gibi kesiyordu göğsünü rüzgâr;
soğuk damlalar çarpıyordu yüzüne,
karanlık havanın içinde.

Yabanıl bir hayvan gibi geliyordu üstüne
gök gürültüsü, gürleyerek
ve aman vermeden, artıyordu yağmur ve fırtına.

Her sey altüst olmuştu; dünya toz
duman içinde; dal, yaprak, taş, toprak;
öyle bir gürültü ki hayal etmek bile zor.

Kaçırır yorgun ve bezgin gözlerini
şimşeklerden, bürünmüştür paltosuna;
hızlandırır adımlarını yürürken fırtınada.

Ne ki çakar gözünün içinde şimşekler,
yakar gözlerini ve kırılır gücü
korkudan; cayar yürümekten.

Ve geri döner. Şimşek çakmıyordur artık;
gök gürlemiyor; hava karanlık;
ve durulmuştur rüzgâr.

Her şey susmuştu, taş kesilmişti kadın.

Giacomo Leopardi

 
 

Etiketler: ,

Ey bu kupkuru yaşamda açan tek çiçek!

sarıp sarmaladı bizi
kanatlarıyla bezginlik; beşikten mezara
başımızın ucundan ayrılmadı hiçlik

*

kadınlar az şey beklemiyor sizden

*

Yaşam o zaman güzeldir, ancak, tehlikeler yaşandıkça;
insan unutur kendini; ayrımında olmaz…

*

ne ki, yürekli bir insan son vermek
isteyince çekilmez yaşamına; doğa dikilir
karşısına, ölüm kendi elinden olmadı diye.

*

Ve sen
öyle umursamaz duruyorsun bakışlarınla

*

Daha kötüye gidiyor zaman; hatadır
beklemek gelecek yoz kuşaklardan; yüceltmezler
soylu yurttaşları, almazlar öçlerini acılardan.
Kanat çırpsın etrafımda aç gözlü kara akbaba;
yem olsun adsız cesedim yabanıl hayvanlara;
dövsün bulutlar; dağılan parçaları sağa sola
yağmurda; silinsin adım, sanım yeryüzünden rüzgarla.

*

Hoşlanıyordum duygusallığımdan, derin
bir konuşmaya dalıp gitmekten yüreğimle
ve acılarımın bekçiliğini yapmaktan.

*

Cendere altında gibi
yüreğim, düşününce herşeyin nasıl gelip
geçtiğini; ve hiçbir iz bırakmadan sanki.
İşte geçip gitti bu bayram günü de;
kovalıyor ardından sıradan bir gün;
insanın yaşadıklarını çekip götürüyor
beraberinde zaman.

*

Dalarken bu
sonsuzluğa düşüncelerim, keyif alırım bu

denizde, batan gemide olmaktan

*

Nasıl da tenhalaştı aklım
sen ona yerleşince!

*

Acıyla yaşıyorum, acıyla öleceğim;
ah keşke, hemen!

*

…Güneş:
“Mutlu gençlik yıllarına son” demektedir sanki,
uzaktaki tepelerin arkasında yitip giderken.

*

Bilmiyorum hangi dizeleri yollayayım size, ruhunuzda, dipdiri
yüreğinizde körüklesin diye sevgi ateşini?

*

Eyvah! Pişmanlık içinde ve sık sık;
döneceğim geriye, ama çaresiz, geçmişi arayarak.

*

Seni kaybediyorum boşuboşuna, tadına varmadan
bu insanlık dışı ortamda acılar arasında.
Ey bu kupkuru yaşamda açan tek çiçek!

*

…ben de kuru ve tatsız
günlük konuşmalardan sonra
dönüyorum sana; çiçekli
bir bahçeye döner gibiyim...

*

…sanmam,
aklından bile
geçeceğimi. Soruyorum bu arada kendi
kendime ne kadar yaşarım ben daha

*

Ama bilir suçun kime
yüklenmesi gerektiğini;
arar bulur gerçek suçluyu:
Doğururken biz ölümlüleri anadır
bize; üvey ana kesilir başımıza sonradan.

*

Bir hanımefendiydin sen bir zamanlar;
oysa şimdilerde bir köle…

*

Yok mu savaşan kimin kimsen?
Savunmuyor mu seni kimse seninkilerden?

*

Yazıklar oluyor;
bir başkaları için; bir başkasının düşmanı
tarafından savaşta öldürülen insana.
Diyemeyecektir ölürken: – Toprak Ana,
geri veriyorum verdiğin canı sana-

*

Nerede senin çocukların?
Yabancı topraklarda savaşıyor evlatların.
Bak, İtalyam, bak!

*

Oysa ölürken çok uzaktaydılar ölümden
Antela tepelerinde, o kutsanmış insanlar…

*

Ne idi bu aşk,
sizin gibi genç beyinleri ateşe atan;
iten acı yazgıya…

*

Ne karınız vardı; ne çocuklarınız
o ıssız tepelerde ölürken yanınızda;
ne gözyaşı döken
ne bir öpücük koyan alnınıza…

*

Yaşasın yaşasın! Ne mutlu sizlere!
Dünya durdukça yaşayacaksınız!

*

Keşke ben de olsaydım toprağın altında
ve bu can veren toprağı ıslatsaydım kanımla…

*

Ağla, sevgili İtalya, küçülsün
gözlerinde varlığın; hor görmezsen
eğer yoktur anlamı duyulan acının…

*

Silinmiş her yürekten geçmişteki acıma duygusu;
gelmiştir ardından kara günler dingin günleri kovalayan…

*

Uzak dursun sanattan anlamayanlar, uzak…

*

Ey soylu sanatlar, acımız hafifliyor varlığınızla;
yaşayacaksınız sonsuza dek sizler…

*

Neler çektik neler? Bırakmadı taş taş üstüne o alçaklar…

*

Ölmedim ben senin acımasız yazgın adına.
Öfkem, acıma duygum bundandır…

*

Görüyorsun, senden uzaklardayız, en güzel çağımızda…

*

Ne mutlu sana, yazgın zorlamadı bu
vahşetler içinde seni yaşamaya…

*

Nerden çattık bu kara tabloya?
Yol vermeseydi acımasız yazgı,
doğmasaydık keşke;
görmeseydik ya da bu günleri?

*

Söyle: Yaktığın ateş  söndü mü yoksa?
Söyle: Yeşillenmeyecek mi artık o mersin ağacı?
Yayılmayacak mı şanımız, ünümüz tüm dünyaya?
Öldük mü yoksa sonsuza dek?
Sınırsız mı kalacak utancımız?

*

Var mı bekledikleriniz bizden daha?
Sönmedi mi, ne dersiniz içimizdeki ateş?
Sizler gelecekten umutlu, bense perişan;
yoktur hiçbir şeyim beni acıdan kollayan;
geleceğim karanlık ve öyle ki gördüklerim;
bir düş ve bomboş bir imge tüm umutlarım…

*

Ey yüce ruhlar, bir zamanlar sizlerin olan evlerde
kaba saba, iğrenç, onursuz kişiler oturmakta…

*

Korkaklığımızla örnek olduk gelecek kuşaklara…

*

Neydi o günler; bir daha geri gelmeyecek gibiler!

*

Kıvılcımlar çalıp götürüyordu rüzgar, geçerken bu topraklardan…

*

Yazgıya boyun eğmemiş insan;
dünyadan çok cehennem dost oldu sana, acı ve kızgınlığına…

*

Yaşayanların dünyası sanki cehennemden daha beter?

*

Ey karşılıksız sevginin kurbanı…

*

Ne mutlu sana gözyaşların yaşamının kaynağı…

*

Güneşin sulara gömüldüğü yerde;
görürsün, batan güneşin ışınları kucaklar sonsuza açılan dalgaları;
ve karanlığa boğulurken bizler o kıyılarda günün başladığını…

*

Ne ki, büyümüyor, küçülüyor tanıdıkça dünya…

*

Nerede bizim tatlı rüyalarımız,
bilinmeyen yerler, bilinmeyen insanlarla ilgili…

*

Herşey boş, bir tek acıdan başka…

*

Bir anda yokoldular, görüyorsun rüyalar;
koskaca dünya bir kağıt parçasına sığdı;
herşey birbirinin benzeri ve giderek herşey bir hiçliğe doğru…

*

Herşey birbirinin benzeri ve giderek herşey bir hiçliğe doğru…

*

Aşk da seni terkediyordu, son aldatmacasadır yaşamımızın.
Bir gölgeydi hiçlik gerçek ve kalıcı; bomboş bir çöldü dünya…

*

Kazançlıydın, zararlı değil ölümünle;
dünya kötülüklerine tanık insan; ölümü ister, çiçekleri değil…

*

Kim senin yanında olacak senden başka
değilsen bir başkasının umurunda?

*

Kim kondurur sanıyorsun defne dalını başına,
geliyorsa şiir hesap kitaptan sonra…

*

Sevgili Vittorio,
bu toprakların insanı değildin sen; ne de bu zamanların.
Bir başka zamanlar, bir başka topraklar yaraşırdı sana;
senin gibi akıllı insanlara…

*

Uyandır ölüleri; uyuyor çünkü yaşayanlar ayakta…

*

Çekip götürüyor seni yazgı
yaşamın tozlu yollarına, taşına toprağına;
sen de bırakıp gidiyorsun baba evinin sessizliğini,
mutlu düşler ve alışık olduğun yanılsamaları.

*

Bak da gör, Bacım, insafsız yazgının bize yakıştırdığı yüz karası çağı.
Mutsuz çocuklar doğuracaksın mutsuz İtalya’da.

*

Büyük insanlar örnek olsun yavrularına.

*

Ya mutsuz ya da korkak olacak çocukların; mutsuzları yeğle.

*

Eyvah çok geç, bugün doğan, insanlık
tarihinin akşamında gözünü açar yaşama.

*

Aç kalmıştır ruhu aşka.
Kimin ki çoşkulanmazsa eğer yüreği göğsünde.

*

Alışmalı çocuklarınız sıkıntıya, gözyaşına
erdemli olmanın bedeli olarak.

*

Güzeldin; düşler dünyasında yaşıyordun;
baba bıçağıyla bembeyaz göğsünden vurulduğunda.

*

Mezar alsın beni koynuna,
zorbanın iğrenç yatağına konuk olmaktansa.

*

Güneş daha parlaktı senin zamanında bizimkine oranla.

*

Nedir ki yaşamı ölümlülerin bir oyundan başka;
Güneş hüzünlü dünyamızı aydınlattığı günden beri.
Yoksa gerçek daha mı az aldatıcıdır, sence, yalandan?

*

Neye yarar dersiniz, bu yaşamımız?
Boşa kürek çekmiyor muyuz?

*

Daha da güzeldir yaşam, bir tek o zaman,
ölümün eşiğine kadar gidip dönüldüğünde…

*

Bekleme çok fazla yüreklilik yüreksizlerden…

*

Acılardan ve günahlardan habersiz yaşarlar hayvanlar;
şanslıdırlar; mutlu geçer yaşlılıkları…

*

Ey Prometheus’un çocukları,
Bu kadar çok yaratığın içinde hayat verdi size  Tanrı;
ve yalnız siz, başka kimse değil, yaşamdan nefret ettiniz…

*

Ey insanlık tarihi!
Ey işe yaramaz insanlık soyu!

*

Kanat çıpsın etrafımda aç gözlü kara akbaba;
yem olsun adsız cesedim vahşi hayvanlara; dövsün
bulutlar, dağılsın parçaları sağa sola yağmurda,
silinsin adım, sanım yeryüzünden rüzgarla..

*

Yıkmıştı acılar ve kara yüzü onu gerçeğin zamanından önce…

*

Sönmedi mi yoksa ışıkları güneşin;
kararmadı mı sonsuza dek üstünde insanların?

*

Yüreğin yansın demiyorum,
ama, tanık ol hiç olmazsa acılarımıza…

*

Ve kölelik, ki en kötüsü kötülüklerin,
sardı başkaldıran insan ruhunu çepeçevre…

*

Demiyorum ki o zamanlar süt ırmakları vardı (…)
Diyorum ki insanlık yaşıyordu habersiz kara talihinden, acılarından…

*

Ey gözlerime tatlı ve doyurucu gelen
bir zamanların görüntüsü; tanıyana kadar aşk ve yazgıyı;
gülmüyor artık hiçbir tatlı manzara umutsuz duygularıma…

*

Ne idi günahım daha çocuk yaşımda,
yaşamın kötülüklerden uzak çağında;
öyle ki demir ipliği yaşamımın gençlikten ve albenisinden yoksun…

*

Ne suç işledim, ne büyük hatam oldu ki,
daha doğmadan önce, gökler düşman kesildi,
yazgı astı suratını bana?

*

Giz dolu herşey; ıstırabımızın dışında.
Ağlamak için doğduk, bir üvey evlat gibi… 

*

Öleceğiz. Çirkin bedenimizi yeryüzünde bırakarak…

*

Ne çabuk geçiyor neşeli günlerimiz.
Hastalık,  yaşlılık alıyor yerini ve gölgesi soğuk ölümün…

*

Ne idim, ne oldum, acaba, niye ki?
Niçin aşklar yüreğimde yer değiştirdi?
Hepsi laf, gerçek olan şu ki, bizleriz anlamsız olan…

*

Doya doya yaşamamış olmaktan
duyduğum pimanlık sıkıntı verir ruhuma,
dönüştürür geçmişteki zevkleri acıya…

*

Ahh! Ne kadar çok benziyor
yaşam tarzın yaşam tarzıma!

*

Yoksun bırakıyorum seni umuttan; evet,
umuttan – dedi doğa – Işıldamasın gözlerin
Ağlamanın dışında…

*

Herşey suskun ve sessiz; unutulmuşluğun kucağında;
söz edilmiyor artık onlardan…

*

Puslu ve titrek gözüküyordun gözlerime,
gözyaşlarımdan ötürü, kirpiklerimde.
Çileliydi yaşamım çünkü, ve gene öyle; ödün vermiyor ki yaşam…

*

Ey sevimli ay, anımsamak gene de güzel,
yapmak muhasebesini acı yılların.
Ne kadar sevimlidir bir bilsen!
Hüzünlü olsa da geçmiş…

*

Ömrümün baharında göçüp gittim bu dünyadan;
yaşam tatlı günleri sunduğu zaman;
umutların işe yaramadığını o yaşta anlamaz insan…

*

Coşkusu yoktur ölümün alırken canını genç insanın;
ne kötü bir yazgıdır yazgısı mezarda son bulan umudun…

*

Sen öldün; ben yaşıyorum.
Sana ölmek, bana yaşamak düştü.
Sana o güzel, narin bedeninle can çekişmek,
bana bu sefil gövdemle katlanmak yaşamaya…

*

Ağlamak için doğduk- dedi- biz ikimiz;
gülmedi yüzümüze kaderimiz…

*

Gencim, ne ki, eriyor tükeniyor gençliğim, tıpkı yaşlılığım gibi…

*

Hüzünlü bir incelikle uzatıyordu bana elini…

*

Artık elveda. Ruhlarımız ve bedenlerimiz
ayrılıyorlar sonsuza dek birbirlerinden. Benim
için sen yoksun ve artık olmayacaksın…
bozdu aramızdaki bağlılık yeminini yazgı.
*

Gökte olsun, yerde olsun dostu ve sığınağı mutsuzların,
intihardan başka bir şey değil…

*

Ve bu gözlere ağlamaktan başka hiçbir şey yakışmıyordu artık…

*

Düşmanıdır kötü insanların; dosttur, ama, bana senin yüzün…

*

Acıyla yaşıyorum, acı içinde öleceğim..

*

Yeryüzündeki yaşamının son anlarını yaşıyordu Consalvo;
şikayetçiydi bir zamanlar yazgısından ama artık değildi…

*

Kalmaz kimse yanında uzun süre dost olarak,
dünya nimetlerini küçümseyen insanın…

*

Kalbi sıkışır insanın acıyla, ayrılan yabancı da olsa,
dönmemek üzere, yanından elvada dediği anda…

*

Bana acı veren tek şey seni sonsuza dek yitirmem…

*

Boşuna yaşamadım; değil mi ki örtüştü dudakların dudaklarımla…

*

İki güzelşey vardır dünyada; Aşk ve ölüm…

*

Nasıl da geçti zaman. Elvada Elvira…

*

Eyvah! senden ayrılıyorum dönmemek üzere bir daha.
Parçalanıyor kalbim söylerken bunları.
Göremeyeceğim bir daha bu gözleri,
duyamayacağım sesini N’olur Elvira, söyle
Gitmeden önce bir öpücük verecek misin bana.
Tek bir öpücük tüm yaşamım boyunca?

*

Elveda, Elvira. Sonunda imgen ayrılıyor
yüreğimden yaşam ateşimle birlikte.
Elveda. Bu sevgi seni tedirgin etmediyse
eğer, yarın tabutumun
arkasından yüreğinin yandığını göster.

*

Sen şiir sevdasına dalmış, sözcüklerle
oynuyor, resimler çiziyorsun kafanda hem

*

Duymaz oldum alıştığım
kalp çarpıntılarını; eksildi yüreğimden
aşk esintileri; buz kesmiş göğsüm,
kalmadı iç çekişlerim.

*

Aslında
keyif vericidir anılarla uğraşmak; ne ki, güncel
girer devreye çekilmez derdiyle onun yerine
geçecek, geçmiş de ondan pek farklı gözükmez
gözüme; olsun gene de bir özlem var içimde,
ve kendi kendime: Neydim, ne oldun, derim.

*

Böyledir, işte, ölümlülerin düşleri.
Sonunda buldum seni; bir düşsün sen
büyük ölçüde; güzelleştirirsin gerçeği.

*

Aşk okuldur
sevenleri ölüme alıştıran.
Aşk ateşi varınca belirli bir noktaya
dayanamaz artık hiç kimse verdiği acıya
Ya bırakır narin bedenini
aşkın saldırılarına; o zaman kardeşi
Ölümün etkin yardımıyla
biner adamın tepesine;
ya da Aşk öylesine
zorlar ki kalbinin derininde,
o cahil köylü,
o taze kadın cellat elleriyle
genç yaşlarında son verirler
yaşamlarına.

*

Düş kurar oldu
artık aşk yaralısı insan,

*

kötülüklerin en kötüsü
yaşlılığı uydurdular tanrılar
en uygun buluş olarak ölümsüz akıllarına.

*

gözbebeklerimi kapadığı en tatlı, en hafif anda
belirdi başucumda gölgesi o kadının;
baktı uzun uzun yüzüme; bana önceleri
aşkı öğretmişti; ne ki, sonraları bıraktı
beni gözyaşlarımla. 

*

Aşk ve ölüm kardeştirler;
aynı zamanda yarattı onları yazgı…

*

Gerçeğin bilinmesinin, hüzünlü olsa da, vardır güzellikleri…

*

Gün kara, gece ıssız, yalnız ve karanlık, ay yokulmuş;
gökte yıldızlar bana gülmüyor artık…

*

Nereye bakarsam bakayım, gök, yeşillikler ; her taraf,
herşey acı verir bana zevk verir…

*

Silvia, anımsıyor musun
ölümlü yaşamında o yılları, ışıldarken güzellik…

*

Bu mu yazgısı insanoğlunun?

*

Biliyorum boştur yıllarım; karanlık ve çöldür ölümlü yaşamım…

*

Yaşam ıstırapsa niçin katlanıyoruz ona?

*

Istırap ve acıdır duyduğu ilk şey,
Doğar doğmaz anası ve babası avutur onu doğmuş olmasından ötürü…

*

Yoktur karşılığı yeryüzünde hiçbir beklentinin.
Acı ve sıkıntıdır yaşam; başka hiçbir şey değil.
Sus artık. Son bulsun tüm umutların…

*

Bir tek sana eğdim bu dik duran başımı
ve bir tek sana açtım bu ele avuca sığmaz yüreğimi…

*

Ölüm çağırıyor seni; daha görmeden ömrünün baharını
Dönmeyeceksin ayrıldığın bu yerlere bir daha.
Görmeyeceksin artık sevgili yakınlarını.
Kalacaksın sonsuza kadar orada.
Belki mutlu olacaksın; ne ki, seni tanıyan
herkesin yüreği yanacak yazgısızlığına…

*

Her ne yere baksa, her ne yere gitse
kapanır bütün kapılar yüzüne bu acılı insanın!

*

Öyleydin. Ama şimdi toz duman oldun toprak altında…

*

Herhangi birine dönüştürdü seni yazgı;
oysa gökten inmiş bir melek gibiydin aramızda yaşarken…

*

Gerçek soylu odur ki
büyüklük ve yüreklilik gösterir, ıstırap içindeyken bile…

*

İyiler her zaman hüzünlü;
alçaklar ve düzenbazlar şenlik yapmakta…

*

Ey zavallı kuru yaprak,
uzaktasın dalından, nereye gidiyorsun?

*

Dalıp giderim düş dünyama;
Duracak gibi olur kalbim orada…

*

söyle,” dedim: “Hiç yaktı mı yüreğini aşk ateşi,
sardı mı seni acıma duygusu benim için,
yaşadığın sürece?

*

çok kez ölümü çağırdım ve uzun uzun
oturdum o havuzun başına; düşündüm son
vermeyi umutlarıma, acıma.

*

Kim tatmamıştır bu acıyı,
görmüşse eğer sona erdiğini
tatlı yılların, güzel zamanların ve gençliğin?

*

Ey yorgun kalbim, artık rahat edecek başını
dinleyeceksin sonsuza dek.
Bitti en son düşün de; bitmeyecekmiş gibi gelirdi bana hep

Sen rahat uyu sonsuza dek.
Yeterince yoruldun
zaten çarpa çarpa.

Giacomo Leopardi

 
 

Etiketler: ,

Sone CXL

Laura’da tatlılık ve acı bulur. Üzülür ama Aşk’ın başka bir meyve vermediğini bilir.

Bakarken dingin güneşine hayran hayran gözlerinin
bilirim, oradadır, benimkileri renkten renge sokanın,
ıslatanın, kopar yüreğimden yorgun ruhum uzaklaşır,
sığınmak ister koynuna, adına cennet dediği toprağının;

acı ve tatlılıkla dolu olduğunu görür bulunduğu yerin,
ve dünyadaki herşeyin bir örümcek ağına benzediğini,
yakınır bunun için kendi kendisinden ve Aşk’tan: Niçin
böylesine etkin mahmuzları var, niçin frenleri böylesine keskin.

Birbiriyle çelişkili, birbirinden kopmayacak bu iki uçtan ötürü
kalakalmıştır bazen sıcak mı sıcak, bazen buza dönmüş
beklentileriyle; bazen mahzun, bazen mutlu mu mutlu.

Ne ki, düşüncelerin çoğu hüzünlü, azı neşeli ve çoğu kez
pişmanlık içindedir bu yürekli girişiminden ötürü,
böylesi bir meyve ancak böylesi bir kökten doğarmış.

Francesco Petrarca
Çeviren; Necdet Adabağnecdet-adabag

 
Yorum yapın

Yazan: 18 Ağustos 2017 in Çeviri Şiirler, Şiir

 

Etiketler: ,

Egemen Düşünce

Çok tatlısın sen, hem de güçlü;
egemensin aklıma baştan sona;
ürkütürsün, ama değerli armağanısın
tanrıların bana; içimi karartan
günlerimin yoldaşı; aşk düşüncemsin
sen benim, karşıma sık sık çıkan.

Nasıl da tenhalaştı aklım
sen ona yerleşince!
Tüm diğer düşünceler hemen ardından,
tıpkı şimşekler gibi sağa sola
dağılmaya başladılar. Bomboş bir alanda
tek başına duran bir kule nasılsa, sen de
öylesin, dev gibi, aklımın ta ortasında.

Her şey, yaşamın kendisi de,
senin dışında nedir ki
benim gözümde!
Dayanılmaz bir sıkıntı,
eğlenceler, günlük dedikodu,
anlamsız zevkler, boş umutlar;
nedir ki, tüm bunlar senin bana verdiğin
gökselliğe denk zevkin yanında.

Nasıl ki Apeninlerin yalçın kayalıklarından
uzaktan gülen yeşil vadiye
can atar yolcu; nasıl ki çevirir
gözlerini oraya; ben de kuru ve tatsız
günlük konuşmalardan sonra
dönüyorum can atarak sana: Çiçekli
bir bahçeye döner gibiyim neredeyse;
seninle olmak iyi geliyor duygularıma.

İnanılmaz gibi bir şey bu,
nasıl da dayandım uzun zaman
bu mutsuz yaşama ve sensizlik
içinde bu aptal dünyaya; anlamıyorum,
nasıl da özlem duyar başkaları,
sana benzemeyen şeylere.

Giacomo Leopardi
Çeviren: Necdet Adabağegemen_dusunce

 
 

Etiketler: ,

Anılar


Daha gençlik çağımın başında, mutluluk,
tasa ve sevdalarımın henüz yeşerdiği yıllardı;
çok kez ölümü çağırdım ve uzun uzun
oturdum o havuzun başına; düşündüm son
vermeyi umutlarıma, acıma. Ne ki, nedeni
bilinmeyen, hastalığımdan ötürü nasıl olsa
yaşayamayacaktım zaten; ağladım gençliğime
ve zavallı günlerimin çiçeğine; zamanından
önce solup dökülen. Ve geç saatlerde sık sık,
derdimin ortağı yatağımda oturmuş, sıkıntılı,
dizeler yakıyordum lambanın sönük ışığına.
Yakınıyordum gecenin karanlığına,
sessizliklere, elimden kaçıp giden yaşamımdan
ötürü. Ve kendimden geçerken
ölüm marşımı mırıldanıyordum kulağıma.
Ey gençliğimizin ilk yılları; sevimli ve
anlatılamaz güzellikteki günlerimiz,
kim anımsayabilir sizi özlem duymadan;
genç kızlara hayran hayran bakarken
ilk gülücükleri kopardığımız karşılığında;
etrafındaki her şey sanki
yarışırcasına gülümser insana; henüz
yoktur kıskançlık; dokunmaz kötülüğü,
eğer varsa da hayrettir! Neredeyse
elini uzatır, yardımına koşar tüm dünya.
Bağışlar yanlışlarını.
Kutlar yeniden gelişini yaşama.
Efendisi gibi karşılar onu; efendim der ona.
Tıpkı bir şimşek gibi, elimden kaçan günler!
Kim tatmamıştır bu acıyı,
görmüşse eğer sona erdiğini
tatlı yılların, güzel zamanların ve gençliğin?

Giacomo Leopardi
Çeviren: Necdet Adabağolum-dusuncesi

 
 

Etiketler: ,