RSS

Etiket arşivi: Yılmaz Erdoğan

Öyle güzel unutmuştun ki kıyamadım hatırlatmaya

– Hala hatırlamadın değil mi?
– Neyi?
– O gece bizim yıldönümümüzdü.
– Hadi canım? Neden söylemedin?
– Öyle güzel unutmuştun ki kıyamadım hatırlatmaya…

Yılmaz Erdoğan
Haybeden Gerçeküstü Konuşmalar

 
1 Yorum

Yazan: 03 Ağustos 2014 in Şiir Gibi

 

Etiketler: ,

Bir Beyaz Sayfada Sana Bakmak

Her şey yapılabilir bir beyaz kağıtla
Uçak örneğin
Uçurtma mesela
Altına konabilir biri ötekilerden
Kısa olduğu için sallanan bir masanın
Veya şiir yazılabilir
Süresi ötekilerden kısa bir ömrün üzerine

Bir beyaz kağıda her şey yazılabilir
Senin dışında
Güzelliğine benzetme bulmak zor
Sen iyisi mi sana benzemeye çalışan her şeyden
Bir gülden, bir ilk, bir sonbahardan sor
Belki tabiattadır çaresi
Senin bir güle bu kadar benzemenin
Ve benim bilinci nasırlı bahçıvan çaresizliğim
Anlarım bitkiden filan
Ama anlayamam
Toprağın güneşle konuşmasını
Sana çok benzeyen bir çiçek yoluyla

Sen bana ışık ver yeter
Bende filiz çok
Köklerim içimde gizlidir
Gelen giden ,açan solan, bere budak yok
Bir şiir istersin
İçinde benzetmeler olan
Kusura bakma sevgilim
Heybemde sana benzeyecek kadar
Güzel bir şey yok

Uzun bir yoldan geldim
Tedariksiz,katıksız bir yolcuyum
Yaralı yarasız sevdalardan geçtim
Koynumda bir beyaz kağıt boşluğu
Her şeyi anlattım
Olan olmayan, acıtan sancıtan
Bilsem ki sana varmak içindi
Bütün mola sancıları
Bütün stabilize arkadaşlıklar
Daha hızlı koşardım
Sever adım gelirdim
Gözlerinin mercan maviliğine

Sana bakmak, suya bakmaktır
Sana bakmak, bir mucizeyi anlatmaktır
Sana sola bakmadan yürüdüğüm yollar tanıktır
Aşk sorgusunda şahanem
Yalnız kelepçeler sanıktır
Ne yazsam olmuyor;çünkü bilenler hatırlar
Hem yapılmış hem yapma çiçek satanlar,
Bahçıvanlar değil,tüccarlardır.
Sen öyle göz,sen öyle toprak ve güneş ortaklığı
Sen teninde cennet kayganlığı iken
Sana şiir yazmak ahmaklıktır.

Bir tek söz kalır dişlerimin arasında
Ben sana gülüm derim ,gülün ömrü uzamaya başlar
Verdiğim bütün sözler sende kalsın isterim
Ben sana gülüm derim ,gül sana benzediği için ölümsüz
Yazdığım bütün şiirler sana başlayan bir kitap için önsöz

Sana bakmak,bir beyaz kağıda bakmaktır
Her şey olmaya hazır
Sana bakmak,suya bakmaktır
Gördüğün suretten utanmak
Sana bakmak,bütün rastlantıları reddedip bir mucizeyi
Anlatmaktır
Sana bakmak, Allah’a inanmaktır.

Yılmaz Erdoğan

 
 

Etiketler:

Yaşayabilme İhtimali

soğuk ve şehirlerarası
otobüslerde vazgeçtim
çocuk olmaktan
ve beslenme çantamda
otlu peynir kokusuydu babam…

Ben seninle bir gün Veyselkarani`de haşlama yeme ihtimalini sevdim.

İlkokulun silgi kokan, tebeşir lekeli yıllarında
(ankara`da karbonmonoksit sonbaharlar yaşanırdı o zaman)
özlemeye başladım herkesi…
Ve bu hasret öyle uzun sürdü ki,
adam gibi hasretleri özlemeye başladım sonra…

Bizim Kemalettin Tuğcu`larımız vardı…
Bir de camların buğusuna yazı yazma imkanı…
Yumurta kokan arkadaşlarla paylaşılan
kahverengi sıralarda, solculuk oynamaya başladık…
Ben doktor oluyordum sen hemşire, geri kalanlar kontrgerilla…
Kırmızı boyalarla umut ikliminde harfler yazılıyordu, pütürlü duvarlara
ve Türk Dil Kurumu`na inat bir Türkçeyle…
Ağbilerimizden öğrendik, Ş harfinden orak çekiç figürleri türetmeyi…

Ankara`ya usul usul karbonmonoksit yağıyordu.
Ve kapalı mekanlarda sevişmeyi öneriyordu haber bültenleri
Oysa Ankara`da hiç sevişmedim ben.
Disiplin kurulunda tartışılan aşkım olmadı benim…
(Sınıfça gidilen pikniklerde kıçımıza batan platonik dikenleri saymazsak…)
Ankara`ya usul usul kurşun yağıyordu…
Ve belli bir saatten sonra sokağa çıkmamayı öneriyordu haber bültenleri…
Oysa hiç kurşun yaram olmadı benim…
Ve hiçbir mahkeme tutanağına geçmedi adım…
çatışmaların ortasında sevimli bir çocuk yüzüydüm sadece…

sana şiirler biriktiriyordum fen bilgisi defterimde
ama sen yoktun…
Ben, senin beni sevebilme ihtimalini seviyordum, suni tenefüs saatlerinde…
Okul servisi seni hep zamansız, amansızca bir lojman griliğine götürüyordu…
Ben, senin benimle Tunalı Hilmi Caddesi’ne gelebilme ihtimalini seviyordum…

Ben, senin beni sevebilme ihtimalini seviyordum.
yaz sıcağı toprağa çekiyordu tenimin çatlamaya hazır gevrekliğini…
Sonra otobüs oluyordum,
kırık yarık yoların çare bilmez sürgünü…
Ne yana baksam dağ ve deniz sanıyordum Muş ovasının yalancı maviliğini…
Otobüs oluyordum bir süre…
Yanımızdan geçen kara trenlerle yarışıyordum,
yanağım otobüs camının garantisinde…
Otobüs oluyordum…
Bir ülkeden bir iç ülkeye…
Çocukluğuma yaklaştıkça büyüyordum…

Zap suyunun sesini başına koyuyordum şarkılarımın listesinin…
Korkuyordum…
Sonra iniyordum otobüsten…
Çarşıdan bizim eve giden,
ömrümün en uzun,
ömrümün en kısa,
ömrümün en çocuk,
ömrümün en ihtiyar yolunu koşuyordum…
Çünkü sonunda annem oluyordum
babam kokuyordum sonunda…

Soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim, çocuk olmaktan…
Ve beslenme çantamda otlu peynir kokusuydu babam…

Ben seninle bir gün Van`daki bir kahvaltı salonunda…
Ben seninle (sadece bilmek zorunda kalanların bildiği) bir yol üstü lokantasında…
Ben seninle, Ağrı dağına mistik ve demli bir çay kıvamında bakan Doğubeyazıt`ın herhangi bir toprak damında…
Ben seninle herhangi bir insan elinin terli coğrafyasında olma ihtimalini sevdim…

Ben senin,
beni sevebilme ihtimalini sevdim!

Kuzguncuk – 1996

Yılmaz ERDOĞAN

 
Yorum yapın

Yazan: 10 Ağustos 2012 in Türk Şiiri, Şiir

 

Etiketler: