RSS

Etiket arşivi: Mehmet Kanar

Bir Gömleğin Kırmızı Çiçeği

Ayda’ya
1964

Taş çekiyorum omuzumda
Lâfızlar taşını
Kafiyeler taşını
Gurûb vakti ter dökerek geceyi
Karanlık çukurunda
Uyandırıyor
Ve renk katran karası oluyor
Tabutun körlüğünde
Ahenk nefessiz kalıyor
Sessizliğin patlaması korkusuyla
Ben çalışıyorum
Ve sözcük taşlarıyla
Yükseltiyorum
Sağlam
Bir duvar
Şiirimin çatısını üstüne örtmek için
İçinde oturmak
İçinde yaşamak için
Ben böyleyim.
Ahmağım belki de!
Kim bilir
Ben
Zindanımın taşlarını omuzumda taşıyorum
Meryem oğlunun haçı taşıdığı gibi
Sizin gibi değil
Celladınızın kırbaç sapını yontuyorsunuz
Kardeşinizin kemiğinden
Celladınızın kırbacını örüyorsunuz
Kız kardeşinizin saçından
Ve bencillerin kırbaç sapına kaş oturtuyorsunuz
Babalarınızın kırık dişlerinden

Ve ben kafiyelerin ağır taşlarını omuzumda taşıyorum
Ve şiir zindanına
Hapsediyorum kendimi
Çerçevesinin zindanında
Hapsolmuş resim gibi

Nice Aptal resim vardır
Ham insana ait
Yıllar öncesinin beninden
Kaybolmuş
Küçük çocuk bakışım var
Gözlerinde
Daha eski bir “ben”i yerine koymuş
Tebessümünü
Dudaklarına
Ve bugün ona bakışım
Günahlardan
Pişmanlık gibi

Benzersiz bir resim
Onun tebessümünü unutsaydı
Yanakları incelseydi
Hayat arayışında
Alnı çizik çizik olsaydı
Zamanın kölelik zincirine vurulmuş geçişiyle olurdu “Ben”!

“Ben” olurdu
Aynen!
Ben olurdu.
Çünkü zindanımın taşlarını
Omuzumda taşıyorum sessizce
Ve hapsediyorum ruhumun çabasını
Sözcüklerin dört duvarı arasında
Onların sessizliği patlıyor
Ahenklerin boşluğunda
Araştırıyor gözlerindeki bakışsızlığı
Renklerin çölünde
“Ben” olurdu
Aynen!
Ben olurdu; gülümsememi unuttum
İşte yanağım
İşte alnım

Böyleyim ben
Dilsiz lâfızların hoş ahenkli duvarlarının zindanı
Böyleyim ben
Resmimi çerçevesinde hapsettim
Ve adımı şiirde
Ve ayağımı kadınımın zincirinde
Ve yarınımı çocuğumun kendisinde
Ve gönlümü sizin pençenizde

Sizinle ortak çabanın pençesinde
Sizin sıcak kanınızı
İdam mangasının askerlerine içiriyordu
Soğuktan titreyen
Bakışları
Aptallığın donuk şekli olan askerlere

Siz
Kendi “şimdi”nizin mezar odası duvarını yıkma çabasında
Ve güvenerek yaslanıyorsunuz
Dirseklere
Kafatasınızın fildişi mecrasını
Ve emek penceresinden
Yarınınızın aydınlık kasrının tad manzarasını
Çabanızın hamâse ağzında mırıldanıyorsunuz

Siz..
Ve ben…
Siz ve ben
Yapılan başkaları değil.

Hançer
Onların ciğeri için
Zindan
Onların bedeni için
Zincir
Onların boynu için

Ve daha başkaları değil
Sizin cellat potanızı yakanlar
Bahçenin odunuyla
Celladımın ekmeğini pişiriyorlar
Doğup büyüdüğünüz külde
Yarın ateşli, kanlı toprağa girince
İndirirsiniz duvardan resmimi
Evimin duvarından

Aptalca sırıtan resmi
Karanlıklarda ve yenilgilerde
Zincirlerde, ellerde

Söyleyin ona:
Benzersiz resim!
Neden güldün?
Asın onu
Bir daha
Baş aşağı
Duvara.

Ve ben öylece gidiyorum
Sizinle ve sizin için
Sizin için.
Çünkü bu şekilde sevdiğinizim.
Ve geleceğimi geçmişim gibi gidiyorum omuzumda taş
Sözcükler taşı
Kafiyeler taşı
Bir zindan yapıp orada hapis kalmak için
Sevmek zindanı
Adamları sevmek
Ve kadınları

Kavalları sevmek
Köpekleri
Ve çobanları
Gözü yolda beklemeyi sevmek
Yağmurun billur parmak darbesini
Pencere camında

Fabrikaları sevmek
Avuçları
Tüfekleri

Beygir resmini sevmek
Dişlilerinin yörüngesinde
Leğen kemiğinin dağlarıyla
Kırbaç ırmağı
Ve kızıl suyuyla
Senin gözyaşını sevmek
Benim yanağımda

Ve benim sevincim
Senin gülümsemende

Devedikenlerini sevmek
Isırganları, yabanî kekikleri
Ve klorofilin yeşil kanını
Tekmelenmiş yaprak yarasında

Şehrin ergenliğini sevmek
Ve aşkını
Yaz duvarının gölgesini sevmek
Ve işsiz güçsüz dizleri
Koltukta
Sorguçu sevmek
Onunla avucun tozunu sildiklerinde
Ve çelik başlık
İçinde mendil yıkadıklarında
Çeltik tarlalarını sevmek
Ayakları ve
Sülükleri

Köpeklerin yaşlılığını sevmek
Ve bakışlarındaki yakarışı
Ve kasap dükkânlarının tezgâhında
Tekme yemek
Ve kemiğin uzak düşmüş sahilinde
Açlığın verdiği susuzlukla
Ölmek

Gurûbu sevmek
Bulutlarının zincifresiyle
Ve söğüt sokaklarındaki sürü kokusu

Halı dokuma atölyesini sevmek
Renklerin suskun mırıltısını
Düğüm damarlarında yün kanının akışı
Ve parmağın nazenin canları
Ayak altında kalan canlar

Sonbaharı sevmek
Gökyüzünün kurşunî rengiyle

Kaldırım kadınlarını sevmek
Evleri
Aşkları
Utançları

Kinleri sevmek
Hançerleri
Ve yarınları
Gök gürültüsünün boş fıçılarının koşmasını sevmek
Gökyüzünün taş döşemeli inişinde

Liman göğünün tuzlu kokusunu sevmek
Ördeklerin uçuşunu
Kayık fenerlerini
Ve dalganın yeşil billurunu
Gece lambasının gözleriyle

Hasatı sevmek
Ve mırıltı sokaklarını
Başka feryatları sevmek

Koyun leşlerini sevmek
Et satan herifin kanarasında
Müşterisiz kalır etler
Kokuşur
Çürür

Balıkların kırmızısını sevmek
Çinili havuzda

Aceleyi sevmek
Ve durup düşünmeyi
İnsanları sevmek
Ölürler
Erirler
Ruhsuz kuru toprakta
Deste deste
Öbek öbek
Yığın yığın
Batarlar
Batarlar ve
Batarlar
Sessizliği, mırıltıyı ve feryadı sevmek

Şiir zindanını sevmek
Ağır zincirleriyle
Sözcükler zinciri
Kafiyeler zinciri

Ve ben öylece gidiyorum
Benimle birlikte olan
Zindanda
Ayağıma bağlı zincirde
Gözümle birlikte olan koşuşta
Fethimle birlikte giden yakînde omuza omuza
Dünkü duvarda aptalca bir resmin
Gülümseyiş goncasından
Bir gömleğin kızıl çiçeğine kadar
Bir idam çalılığında
Yarına kadar

Böyleyim ben
Kibirli hamâselerin kalesinde oturan
Vahşi öfke atının gurur dolu toynak darbeleri
Takdir sokağının taş döşemesinde

Bir esinti kelimesi
Bir tarihin büyük şarkısının fırtınasında
Bir mahpus
Bir kinin zindanında
Bir yıldırım
Bir intikamın hançerinde
Ve bir gömleğin kızıl çiçeği
Bugünün kölelerinin yarınki yol kenarında

Eylül 1980

Ahmed Şamlu

 
Yorum yapın

Yazan: 16 Haziran 2021 in Çeviri Şiirler, Şiir

 

Etiketler: ,

Bir Geçişin Gözleri

Gökyüzü doldu temâşâ kelebeklerinin beneğiyle. 
Serçenin aksi düştü refakat sularına. 
Soldu mevsim içgüdüler boyunca uzanan duvar üstünde. 
Asma dalı üzüme 
Müptelâ oldu. 
Çocuk geldi 
Cepleri dolu koparma coşkusuyla 
(Ey cesaret baharı! Silindi uzantın 
Bekleyiş çamlarının gölgesinde.) 
Çocuk lâfızların ardından 
Koştu temâyülün yumuşak çayırlarına. 
Havuz başında 
Çocuğun kanı doldu yaşamın yalnızlık pullarıyla. 
Sonra, bir diken incitti ayağını. 
Yok oldu cismin yangısı çayırlar üstünde. 

(Ey esenlik ırmağının döküldüğü yer! 
Ten coşkusu sende tatlı tatlı sönüyor.) 
Bahçedeki serçelerin evvelki günkü cıvıldaşması 
Döküldü onun düşünce alnına. 
Şimşirlerin dibinden tahayyüle akan ırmak 
Götürüyordu yanında bedenin matlûb cehaletini. 
Çocuk uzaklaşıyordu kendi sevinç payından. 
Mevsimin vaftiz yağmurunun altında 
Rüşt hürmeti 
Dökülüyordu şeftali dallarından gömleğine. 
Eşyanın pembe gam güzergâhında 
Işıl ışıldı henüz 
Ferâgat çakılları. 
Bağışların tedrîcî buharlaşması ardında 
Yok oluyordu çiçeklerin şekli.

Sordu çocuk hüznün içinden:
Ne kadar yol var bebeğin gurûbuna?

Bir yaprağın daldan hicreti sarstı onu. 
Diğer çiçeklerin ardında 
Göç ediyordu yüzü. 

(0 temâşâ günlerinde bir sabah 
Oyuncakların göçünü 
İşittim güney şimşirlerinin altında. 
Sonra, sıcağın altında 
Doldu avucum üzüm hacminin eksilişiyle. 
Sonra, 
Eski havuzlarda suyun hastalığı 
Sürükledi düşüncelerimi hüzne kadar. 
Sonraları, erişti elim tifo ateșiyle çiçeklerin gizli boyutlarına. 
Tegâfülün hoş nakışları 
Kayboluyordu hisler kumunun üstünde. 
Ben geliyordum yüze 
Ağacın yükselişiyle, 
Bir bahar kargasının kanadının yayılmasıyla, 
Suyun loş seciyelerinden kurbağanın dalışıyla, 
Havuz fiskiyesinin afallatıcı içtenliğiyle, 
Bir kuyunun ibhâmı ardından kovanın ıslak doğuşuyla.

Sohrab Sepehri

 
Yorum yapın

Yazan: 03 Haziran 2021 in Çeviri Şiirler, Şiir

 

Etiketler: ,

Günlerin Yokluğunda Bebek

Güzel bir düş gibi idrak nûrunda 
Oturan bu vücut 

Temâşâ göz kapağının üstünde 
Saçıyor terütâze sözcükler. 
Gözleri hayatın yeşil takvimi. 
Yüzü beyaz ilkokul çağının bir parça tatili gibi. 

Yıllardır oturuyordu 
Bu tarâvet secdeleri cumaların dizi üstüne 
Sabit bir mutluluk gibi. 
Sabahları annem sarı gül için 
Bir sepet su götürüyordu. 
Ben temâşâ ağzı için 
İlhâmın ham meyvesini götürüyordum. 

Gece gündüz demeden bu beden 
Rakamlar yokuşunun bahçesi ardında 
Uyuyordu efsâne gibi. 
Düşüncem soyutluk aralığından alkış tutuyordu ona.
Eriyordu aklım gözlerinin ardında. 
Mutlak alnının üstünde 
Elden gidiyordu vakit. 
Şimşirlerin ardında cuma kâğıtlarını 
Yırtıyordu ölçülerin alışkanlığı. 
Bu sadâkat satışı 
Bir hint hurması dalı gibi 
Gölge döküyordu benimle cumartesilerin acılığı arasına. 
Ya da teslim alıyordu korkularımın kalesini 
Lâtif bir hücûm gibi. 
Yok oluyordu eli bir ferâgat boyunca 
“Ödevler”imin kenarında. 

(Gerçek nerede daha tazeydi? 
Dertsiz bir hacmin meczûbu olan ben 
Görmüştüm bazen 
Fakirlik evinin sinisinde 
İlhâmın parıldayan meyvelerini. 
Daha bir sesliydi konuşma başakları dilin nüzûlünde. 
Hızlanıyordu duygu nabzım 
Çiçekle etin çürümesinde.  
Cezbe dökülüyordu vicdânımın üstüne 
Şebboyların perişanlığından 
Hayatın bâkir şebnemi 
Pırıldıyordu Çerçöp üstünde.)

Bir şeyler demeli biri bu sabırlı huzûrdan 
Bahçenin tedrîcî seferlerine. 
Anlamalı biri bu küçük hacmi, 
Açıklamalı onun elini çevrenin çırpınışlarına. 
Bir damla vakit saçmalı 
Bu muhatapsız yüzün üstüne. 
Bu salt noktayı biri 
Döndürmeli unsurların şuûr yörüngesinde. 
Biri gelmeli aydınlık kapıların ardından.  
Dinle; koşuyor biri havâdisin göz kapağı üstünde: 
Bir çocuk geliyor bu yana.

Sohrab Sepehri

 
Yorum yapın

Yazan: 03 Haziran 2021 in Çeviri Şiirler, Şiir

 

Etiketler: ,

Taşa Değil

Zaman ırmağında, ilerliyoruz seni seyretme düşünde.
Şebnemler saçarak akan sîmânı izliyoruz.

Kanatlarım mı? Yolundu. Umut gözüyüm; ıslandım bir bakışla.
Burada değil, oradayım.
Bakışın ötesinde bir şey görüyorum; arıyorum bir şey.
Bir taş kırıyorum; resmine bir sır söylüyorum.
Yaprak düştü; sağlık olsun. Ben kederle yaşıyorum.
Bir bulut gitti;
Dağım ben: İzlerim. Rüzgârım ben: Giderim.
Bir başka kırda, açarsa bir hüzün çiçeği,
Gelir, koklarım.

Sohrab Sepehri
Farsçadan Çeviren: Mehmet Kanar

 
 

Etiketler: ,

Yaşam

Ne düşünüyorsun?
Çamura saplanmış kayığın kırık yelkeni değil midir yaşam?
Afiyet renginin kaçtığı bu harabede
kapalı yolun sonu değil midir yaşam?

Ne korkunçtu olaylar seli!
Açtı bir ejderha gibi ağzını
Ayrıldı yerle gök birbirinden
Yıldızlar döküldü salkım salkım
ve güneş battı vadilerin morluğunda.

Hava kötü
Hangi rüzgârla gidiyorsun sen?
Hangi kara bulut sardı göğsünü?
Gece gündüz bin yıllık yağışla bile açılmıyor gönlün.

Uzak bin yıllardan çıkageldin sen
Kanlar fışkıran bu enginlikte
Her adımda ayağının izi var.

Bu zorlu devler mekanında
Yol açan ayak seslerin geliyor her taraftan.
Nâm ve ar tuzağının bu geniş engebeleri
kanla yazmış sana vefa mektubunu.
Bîsütûn’un kulağında hâlâ
Keserinin sesleri var.

Nice kamçılar sınadı aşkın gücünü senin vücudunda
Nice darağaçları şeref kazandı seninle
Ne görkemliymiş aşkın uzun boyu!
Kaldı sapasağlam her felaketin hücumunda.

Bak henüz o uzaklardaki yükseltiler,
O ağartı, nur patlamasının tomurcuk tarlası
bir arzu kehribarı
İnsanın hep arzuladığı ağartı o.

O durulukta bir nefes soluklanma umuduyla
değer
bin kez
düşsen yokuş aşağı
ve tırmansan yine yokuş yukarı.

Ne düşünüyorsun?
Dünya dediğin bir kırık ayna.
Dosdoğru selvi de kırık görünür sana onda.
Bu daracık gurûbun derelerinde öylesine yatmış
pusuya
ki dağ
Yolu kapalı gösterir sana

Sonsuz zamanı
Ölçme sen ömür adımlarını sayarak
Onun yanında bir andır bu dert ve ızdırap
duraklayışı.

Vadinin inişinde başını taşa çalan ırmak gibi
akar ol.
Ölenden yok hiç mucize umudu;
yaşamaya bak.

Hûşeng-i İbtihâc (Sâye)amirhoushang-ebtehaj-04

 
 

Etiketler: ,